Tek başına Merkez'in sesi savaşı kazanmaya yetmez

Dünya Basınından
-
Aa
+
a
a
a

26 Haziran 2006Referans Gazetesi

Mehter, kendine özgü yürüyüşü ve etkileyici müziği nedeniyle daha çok merasimlerle özdeşleştirmeye alıştığımız bir müzik topluluğu. Ancak mehterin temel işlevi bu değil. Savaş alanında önemli bir görevi var. Mehter, sancağın altında, bugünkü deyimlerle komuta merkezi diyebileceğimiz yerin yanında konuşlanıyor ve muharebe süresince çalıyor. Neden?

“Askeri yüreklendirmek için” deniyor. Sanmıyorum. Savaş meydanına çıkacak kadar yürekli olan bir askerin dövüşe devam etmek için müziğe gereksinimi olmaz herhalde. İşin özü biraz daha farklı: Mehter, çaldığı müddetçe, askerler sancağın dalgalanmakta olduğunu bilmektedirler. Sancağın dalgalanması ise komuta heyetinin iş başında olduğu anlamına gelir. Mehterin görevi askere bu mesajı iletmektir. Askerler de daha önce sürekli dinledikleri için kulak doygunluğu olan bu müziği işittikçe savaş meydanının karmaşası içinde bile onlara yol gösterecek emirlerin verileceğine ya da gerektiğinde yardımcı kuvvetlerin destek olmak üzere gönderileceğine güvenirler. Başka bir deyişle savaş alanının ortamındaki belirsizlik askerlerin kendi görevleri ile meşgul olmalarını sağlayacak düzeye indirilmiş olur. [Mehter konusunda Mehmet Nazmi Özalp: Türk Musikisi Tarihi-Derleme-, Cilt 1, Ankara: TRT Yayını, 1986, s. 10-20] 

Bugünün mali piyasaları ise dünün savaş meydanları gibidir. Belirsizliğin hakim olduğu bir ortamda rekabetten kaynaklanan kıyasıya bir mücadelenin yaşandığı yerlerdir. Bu dünyada kim “Mehter” rolünü üstlenir?

 

Duyma ve söylenene güvenmek...

Belirsizliğin var olması karar alıcıların eylemleri ve sonuçları arasındaki ilişkiyi açık olarak görememesi demektir. Yani karar alıcıları bilgileri yeterli değildir. Karanlıkta kaldığınızı düşünelim. Nerede olduğunuzu, ne yaparsanız hangi sonuçla karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Bu durumda ne yaparsınız? Hiç bir şey. Gözlerinizin karanlığa alışmasını bekler, bir şeyler algılamaya çalışırsınız. Yani bilgi toplarsınız. İçinizde olduğunuz durumun güçlüğüne göre bu bilgi toplama işlemi hem zamanınızı alır, hem de kalbinizin daha hızlı atmasına yol açar. Yani bilgi toplamanın bir maliyeti vardır. Ama ne yaparsanız yapın, her şeyi görebildiğiniz aydınlık durum kadar bilgi sahibi olamazsınız. Hareket etseniz bile güvensiz, aksak adımlar atar; daha çok durumunuzu korumaya çalışırsınız.

Peki bu sırada birisi size yardım etse, önünüzde çarpacağınız bir sandalye ya da dikkat etmeniz gereken bir basamak olduğunu söylese... Ne dediğini anlıyorsanız (örneğin bu kişi Türkçe söylüyorsa) dikkate alırsınız. O zaman da onun sesini duymak sizi biraz rahatlatır. Ona güvenir misiniz? Belki... Her şeyden önce, sizin göremediğiniz ortamda bu insanın nasıl olup da gördüğünü anlamaya çalışırsınız. Bilmeden atıyor olabileceği gibi, karanlıkta görmeyi sağlayan bir araçtan yararlanıyor olabilir. İkincisi ise, eğer yalancı olmadığını düşünüyorsanız, onun söylediklerine güvenebilirsiniz. O zaman da ileriye doğru hamle yapar, gitmek istediğiniz yöne doğru hareket edersiniz. Tabii, ortalığın aydınlık olduğu duruma oranla daha ihtiyatlı bir biçimde...

Özetle, karanlıkta bir ses duymak insanı rahatlatır, ama harekete geçmesi için o ses sahibine güvenmesi gerekir.

 

Gelelim iktisat politikasına

İktisadi yaşam belirsizliklerle doludur. Çünkü, iktisadi kararların çok büyük bir kısmı bugün alınır, yarının farklı ortamında sonuçlar doğurur. Yarın ise bilinemez ancak tahmin edilir. Yani kararlarımızı bilgi eksikliği içinde alırız. Düşünce sistemimize belirsizliği eklediğimiz zaman ortaya çıkan en önemli sonuç, rekabetçi de olsa piyasaların kaynakları etkin dağıtmasının olanaksız olduğudur.

Greenwald-Stiglitz teoremi adı verilen bu sonuç, rekabetçi piyasa mekanizmasına atfedilen “iyi” özelliklerin, gerçek yaşamda, hemen hemen hiç bir zaman sağlanamayacak koşullar altında  geçerli olduğu anlamına gelmektedir. Tabii bu sonuçtan bir başkası daha türetilebilir: Piyasanın işleyişine uygun bir biçimde karışan merkezi yetkenin (devlet diyelim) toplumun refahını artırabilir.

Bu ifadede iki yeri vurgulayarak yazdım. Stigiltz’in çeşitli yazılarında (Örneğin J.E. Stiglitz: Whither Socialism, Cambridge, Mass: The MIT Press, 1994, s. 27-29) vurguladığı üzere, bu teoremden devlet her aklına geldiği işe karışsın sonucu çıkmaz. Her şeyden önce, piyasaların işleyişine karışmak, özünde bir şeyleri bozmak demektir. O halde, karışmanın tüm yan etkilerini hesaba katan uygun bir yol bulunması gerekir. İktisat politikası yapmak bu yolu bulup uygulamak demektir.  Yakın tarihimizde tanık olduğumuz olaylar, bu seçimi yapmanın hiç de kolay olmadığını göstermektedir. Uygun yol bulabilmek için, her şeyden önce devletin, özel karar alıcıların kolayca erişemeyecekleri ama onlar için gerekli olan bilgileri toplayabiliyor olması gerekir. Bu bilgileri toplayamayan ya da bunları değerlendiremeyen bir devletin uygulayacağı iktisat politikasının durumu daha da kötüleştirmesi olasılığı hiç de yabana atılmayacak kadar yüksektir.

Tabii işin bir başka yönü daha var. Bilinmezlik sadece özel karar alıcılar için geçerli değildir. Devlet de belirsizlik ortamı içinde karar alıp uygulayacaktır. Yani merkezde olmanın bilgi avantajından yararlansa da sonuçta devlet de özünde eksik bilgiye dayanarak karar alacaktır. Dolayısıyla, eldeki bilgiler ışığında en uygun kararı almış olsa bile sonucun toplumun refahını mutlaka artıracağını söylemek olanaklı değildir.

Öte yandan, belirsizlik ortamında piyasaların etkin kaynak dağılımını yapamamalarına çare bulmanın tek yolu, devletin bazı iktisadi faaliyetlere doğrudan karışması değildir. Giderek daha önem kazanan bir başka seçenek de devletin topladığı/değerlendirdiği bilgileri özel karar alıcılara anlayabilecekleri bir biçimde aktararak, belirsizlik düzeyini düşürmesi, böylece olabildiğince rekabetçi mekanizmasının kaynakları etkin dağıttığı ortama yaklaşılmasını sağlamaktır.

İktisat politikası uygulamasıyla karar alıcılar günlük yaşamlarında merkez bankalarının para politikası uygulaması bağlamında karşılaşırlar. Bu nedenle de iktisat politikası denildiğinde ilk akla gelen sanayi bakanlığı değil, merkez bankasıdır. Merkez bankalarının o gün piyasada ne yaptığı, onun etkin olduğu piyasalarda nasıl davrandığı karar alıcılar için, belirsizlik ortamında, bir miktar yol gösterir. Onun için karar alıcılar merkez bankasının sesini duymak isterler. Merkez bankasından tanıdık sinyaller geldiğinde, nerede olduklarını daha iyi anlar, daha güvenli hareket eder ve kendi işleriyle meşgul olurlar. Tıpkı Mehter’i duyan askerler gibi.

 

Anlaşılmak ve güvenmek

Ben mehter müziğini severim. Ama, bu müziği sevmesi için çok fazla nedeni olmayan kişilerin bile ilgisini çekmiş, hatta Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları dışında da etki yapmış bütünlüğü olan bir müziktir. (Örneğin Bülen Aksoy: Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musiki, Istanbul: Pan Yayıncılık,1994, s. 168-9)  Mehter barış zamanında hemen her gün bir tür konser verirdi. Mehter müziği insanların kulaklarında yer etmiş, müzik anlayışlarının bir parçası olmuştu. Dolayısıyla savaş alanında askerler herhangi bir gürültüyü değil, tanıdıkları, anlayabildikleri müziği duyduklarında işlerin bir türlü yolunda olduğunu düşünürlerdi.

İktisat politikasının başarısı da benzer koşulun sağlanmasına bağlıdır. Piyasa oyuncuları merkez bankalarının davranışlarını sürekli izler ve anlamaya çalışırlar. Merkez bankalarının bu durumda temel görevi ise zaman zaman onların bu çabalarını ödüllendirecek, onlara tanıdık gelen, iyi anlaşılabilir açıklamalar yapmalarıdır. Buna gelişmiş ülkelerin merkez bankaları çok dikkat ediyor. Sanırım, son olaylar göz önüne alındığında, doğru yola girmiş olan TCMB’nin de bu konuda bir sıçrama yapması gerekiyor (Bu yazıyı 25 Haziran 2006 tarihli PPK toplantısından önce kaleme aldım).

Ancak iş burada bitmiyor. Nasıl ki karanlıkta insan ona yol göstermeye kalkışan kişinin sözüne uymak için onun daha iyi görebilecek durumda olduğuna inanmak isterse, piyasa oyuncuları da merkez bankasından da bunu beklerler. Olağanlaşma eğilimi gösteren “olağanüstü para politikası kurulu” toplantılarının bu amaca hizmet ettiğini söylemek zor.

Unutulmaması gereken bir nokta daha var. Mehter komuta makamı değildir. Savaş alanında, askere sadece komuta makamının sağ salim görev başında olduğu mesajını verirdi. Ancak, komuta makamı savaş alanındaki gelişmelerin gerektirdiği kararları zamanında alıp uygulamaya koymazsa, Mehter ne kadar güzel çalarsa çalsın, muharebe kaybedilir. Piyasa oyuncuları da, bu yaşadıklarımızdan sonra devletin (sadece TCMB’nin değil) ileriyi nasıl gördüğünü anlamanın ötesinde hangi somut önlemleri alacağını bilmek istiyorlar. Bu yapılmazsa, piyasa oyuncuları olsa olsa “kös dinlerler” ve bildiklerini okurlar. Yazık olur.