Tasarruf eğilimindeki değişme üzerine

-
Aa
+
a
a
a

12 Ekim 2006Referans Gazetesi

İç tasarruflarımız yatrırımlarımızı karşılamaya yetmiyorsa, başkalarının tasarruflarından yararlanmanın yollarını ararız. Bunu bulduğumuz zaman da o yatırımları yapar, yolumuza devam ederiz. Bunun ödemeler dengesine karşılığı da cari açık vermektir. (Dolayısıyla finanse edilmeyen cari açık olmaz!) Son yıllarda cari açığımız artıyor. Demek ki, tasarruflarımız yetmiyor.

 

Türkiye’nin cari açığının dış borcumuzu artıracak biçimde finanse edildiği malum. Başka bir değişle, yabancı doğrudan yatırımları bir tarafa bıraksak bile, bizlerin yapmak istediği yatırımları finanse edebilmek için de dışarıdan kaynak temin etmek zorunda kalmışız. Dolayısıyla, kapımızda iki yabancı belirse, birinin çantasında dövizler, ötekisinin heybesinde modern makineler olsa, biz ilkini coşku ile buyur ediyoruz. Ötekisi aralık kapıdan girebilirse giriyor. Tabii öyle davul zurna ile buyur ettiğiniz kişiye de çantasındaki paranın sıcak mı ılık mı olduğu sorulmaz. Oysa, kendi yatırımımızı karşılayacak tasarrufumuz olsaydı, hem bu soruyu sorardık, hem de heybesinde makineyle gelene de ne iş yapacağını. O halde iç tasarruflarımızdaki bu “yetersizliğin” ne anlama geldiği üzerinde durup, buna bir çare bulmamız gerekiyor. 

 

Özel Tasarruflardaki Azalma

 

Son iki yılda Türkiye’de özel (hane halkı ve şirketler toplamı) tasarruf eğiliminde belirgin bir düşüş görülüyor. Burada özel tasarruf eğilimi olarak nitelendirdiğim büyüklük özel tasarrufların özel harcanabilir gelire oranı. Tabloda, belirtilen dönemlerin ortalaması olarak sunulan bu oranları, Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Alpay Filiztekin’in TÜİK’in ulusal gelir tahminlerine dayanarak oluşturduğu verileri kullanarak hesapladım.  

 

Özel Harcanabilir Gelirin Toplam Harcanabilir Gelir İçindeki Payı (%)

 

Özel Tasarruf Eğilimi (%)

1987-2005

92.4

27.7

1987-1991

91.1

27.2

1992-2001

93.5

28.1

2002-2005

91.5

27.2

2004-2005

84.4

24.7

Kaynak: TÜİK & Alpay Filiztekin 

1987-2005 döneminin bütününün ortalaması alındığında özel kesimin harcanabilir geliri, toplam harcanabilir gelirin % 92.4ünü oluşturuyormuş. Ancak son iki yılın ortalaması bunun epeyce altında; sadece % 84.4. Geçmişte de bu kadar düşük bir oran yok. Bu dönemde ise kamu tasasrruf oranı ilk kez eksi olmaktan kurtulmuş, sıfır dolayında. Kamu gelir/harcama dengesinin kurulması için yapılan girişimler, son iki yılda, özel kesimin harcanabilir gelirden aldığı payın ciddi bir biçimde azalmasına yol açmış gibi görünüyor. Özel kesimin, yani bizlerin, buna tepkisi ise tasarruf eğilimimizi azaltmak biçiminde olmuş. 1987-2005 döneminde ortalama olarak harcanabilir gelirinin %27.7si oranında tasarruf eden özel kesim, son iki yılda tasarruf eğilimini 3 puan düşürmüş. Başka bir deyişle harcamaya devam etmiş.

 

Demek ki hane halkları tüketimlerinden, şirketler yatırımlarından fedakârlık etmemeye çalışmış. Kamu kesiminin gelirinin ötesinde harcamasını sona erdirme yolunda başarılı olan bu politika, özel karar alıcıların bu tepkisi sonunda, toplam tasarruf oranının da düşmesi sonucunu vermiş. Bunun kalıcı bir tepki mi, yoksa kriz sırasında karşılanamayan gereksinimlerin ekonomi düzelmeye başlayınca hızla telafi edilmesi mi olduğunu söylemek o kadar kolay değil. Ama ilk olasılığı küçümsememek gerek. Önümüzde gerçekleştirmemiz gereken bir dizi reform var. Bunlar özel kesime şu ya da bu biçimde yük getirecek. Yani özel kesimin harcanabilir geliri, arzulandığı kadar artmayacak.  Bu durumda özel kesim son iki yılda gösterdiği tepkiyi gösterir, tasarrufunu kısarsa, reform süreci cari açığımızı artırıcı olacak. Artırabilirsek, sorun yok (diyelim!). Ama artıramazsak, reform sürecinin zarar görmesi, hatta kesilmesi söz konusu olabilir. Bunu istemiyorsak tasarruf oranımızı artıracak önlemleri bir an önce almaya başlamamız gerekiyor.