Spor ve Kazanma Üzerine

-
Aa
+
a
a
a

Tahmin edeceğiniz gibi bu yazı Trabzonspor-Beşiktaş maçı sırasında yaşanan olaylar üzerine kaleme alındı. Bu olayların Trabzonspor sahasında belki biraz daha sık ve belki de biraz daha şiddetli olarak yaşanması dışında çok fazla Trabzon’a ve futbola özgü yanı yok. Çünkü bu olaylar İstanbul’daki, İzmir’deki futbol maçlarında da, basketbol maçlarında da, belki daha az şiddetli, belki daha seyrek yaşanıyor. Bu olayları şehir ve futbol ayrımından çıkarsanız bile sadece spor sahalarında yaşanıyor da diyemezsiniz. Bu olaylar Türk insanının düşünce sistematiğinin bir sonucu ve bu nedenle her alanda ve her yerde yaşanıyor.

Türk insanının (istisnalar hariç doğal olarak) genel düşünce sistematiğinde biz yoktur. Ben vardır. Kaybetmek yoktur. Sadece kazanmak vardır. Ben ve kazanmak olarak ortaya çıkan bir düşünce sistematiğinde, sonuç eğer herhangi bir olayda kaybetmekse, doğal olarak da sadece tepki vardır.

Düşünün, özel veya devlet sektöründe hangi iş kolunda, hangi kuruluşta, hangi bölümde ve düzeyde kimleri dinlerseniz dinleyin, size haksız yükselme öyküleri anlatılmayacak mı? Biz/ben için önemli olan iş yerimizde yükselmek değil mi? Yükseldiğimiz veya yükselmeyi istediğimiz noktayı hak edip etmediğimizin ne kadar önemi var? Üstelik bu yükselmeyi biz başarımızın sonucunda bir tatmin noktası olarak mı istiyoruz, yoksa yükseldiğimiz konumda var olan çok ağırlıklı bir biçimde maddi olanaklar için mi istiyoruz? Bizi hiç mi bir şoförün kullandığı bedava arabaya sahip olmak, daha fazla maaş, geniş oda, büyük masa, deri koltuk, sekreter vb ilgilendirmiyor? O noktaya ulaşmak için çalışmak ve hak etmek dışında verebileceğimiz başka hiç mi bir şeyler yok? Biz eğer o istediğimiz noktaya ulaşamadıysak gerekçelerin önemi var mı? Çünkü, tek gerekçe bizim haksızlığa uğramamız değil mi? O zaman davranış biçimimiz çok ağırlıklı bir biçimde bu ulaşamayışın nedenlerini analiz ederek çözümler üretmeye çalışmak mı, yoksa ekmek/köfte yaklaşımı ile kendimizce protesto ederek/cezalandırarak iş verimliliğini düşürmek mi? Lütfen dürüst cevap verelim; hangisi? Trabzon seyircisinin yaptığının bundan farkı ne? Biz/ben terfi etmeliydik/-dim olmadı, o zaman işi yavaşlat. Trabzonspor kazanmalıydı. Kazanamadı, parçala tribünleri. Sizce fark ne?

Düşünün, trafiğe çıktınız. Yol tıkalı, geçin emniyet şeridine gidin. Çünkü siz ve sizin işiniz önemli, gitmelisiniz, başkaları ve başkalarının işleri önemsiz. Peki bunun önlemi ne? Emniyet şeridine bariyer koyup kapamak. Peki bu durumda gerçekten o emniyet şeridine gereksinim duyan cankurtaran sürücüsü     ve içindeki hasta ne olacak? Ona hasta olmasını, kaza geçirmesini biz mi söyledik? Trabzon seyircisinin yaptığının bundan farkı ne? Biz/ben önemliyim trafik akmalı ve çabuk olmalıyım. Eğer trafik akmıyor ise ben emniyet şeridine geçerek kendimce önlemimi alırım, benim yüzümden de başkaları ölüyor olabilir. Trabzonspor kazanmalıydı. Kazanamadı, parçala tribünleri?

Bakın çevrenize lütfen. Hayatımızın hangi aşamasını biz ve beraber kazanma üzerine kurduk. Önemli olan ben, benim çocuklarım, benim eşim, benim evim, benim işim, benim arabam, benim yolum, benim takımım, ben, ben... Hayatımızın hangi aşamasında paylaşmayı (kaybetmeyi veya kazanmayı) düşündük. Hayatımızı ben ve kazanmak üzerine kurunca, hayatımızın hangi aşamasında siyahlar ve beyazlar dışında renk kaldı. Bırakın sarıları, pembeleri, hayatımızda gri kaldı mı? Hayatımızda renkler bitince sadece şiddete yönelik (tabii ki farklı boyutlarda) tepki göstermek dışında geriye ne kaldı?

Düşünün, aslında her anımızda bir Trabzonspor-Beşiktaş maçı yaşamıyor muyuz ve biz de o seyircilerden biri değil miyiz? Günün birinde –umudum yok ama- kaybetmenin de bu hayatın bir gerçeği olduğunu,  yenilgiye üzülmek yerine onu olgunlukla kabul ederek, bir daha kaybetmemek için nedenlerini düşünebilirsek, yenilginin de bir anlamı olduğunu, yenilgiyi tatmadan kazanımların mutluluğunu yaşayamayacağımızı anlayabiliriz.