'Sorunlar ancak yurtdışına taşınınca çözülüyor'

-
Aa
+
a
a
a

25 Ocak 2008Aris Nalcı

Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde önemli bir yeri olan tasarı, cemaat vakıflarının taşınmazlarının iadesini öngörüyor. Kabul edilen maddelere göre, yeni vakıflar, vakıf senetlerinde yazılı amaçlarını gerçekleştirmek üzere, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne beyanda bulunmak şartıyla şube ve temsilcilik açabilecek. Yabancılar, Türkiye’de hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilecek. Genel müdürlük tarafından yapılacak tebligata karşın, yasa uyarınca istenen beyanname, bilgi ve belgeleri zamanında vermeyen, organların vakfiye veya vakıf senedine aykırı olarak toplanmasına neden olan veya gerçeğe aykırı beyanda bulunan vakıfların yönetimlerine, görevden alma yerine 500 YTL idari para cezası verilecek. Birçok alanda değiştirilen maddelerle daha uygar bir düzeye getirildiği sanılan vakıflar yasasındaki bu değişiklikler, yeni kurulacak vakıflar için bu tür avantajlar sağlasa da, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan ve günümüzde azınlık statüsünde olan halkların asırlık vakıflarının mal edinme hakları ve var olan mallarının tasarrufu konusunda olumlu açılımlar getirmiş değil. Bu durumdan en çok mustarip olan azınlık toplumunun Rumlar olduğu görülüyor. Bir ay kadar önce, Feriköy’deki Rum Derneği’nde düzenlenen bir panelde hukukçuların değerlendirmelerini dinleyen, İstanbul’da Rumca yayımlanan günlük Apoyevmatini gazetesinin genel yayın yönetmeni Mihail Vasiliadis ile azınlık vakıfları ve Türkiye’nin son bir yılı üzerine, Apoyevmatini’nin 22 Ocak sayısının baskıya yollanmasının hemen ardından, Suriye Pasajı’nda söyleştik. • Vakıflar Yasası bir haftaya kalmadan geçecek gibi. Yapılan değişikliklerle, yeni yasayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Vakıflar Yasası haksızlıkları ortadan kaldırmadığı gibi, onlara yasal bir örtü de sağlıyor. Eski yasaya göre de bu malların azınlık vakıflarının elinden alınması kanunsuzdu. Bu sadece benim fikrim değil, hukukçular da benimle aynı kanaatte. • Hukuki kısıtlamalar dışında, pratikte bu yasanın getireceği sorunlar nelerdir? Bizim üç önemli sorunumuz var. Birincisi mazbut vakıflarımız. Vakıflarımızın pek çok mülkü var. Yeni yasa, mazbut addedilerek elimizden alınan ve bizim için değeri büyük olan akarlarla ilgili sorunlarımıza bir çözüm getirmiyor. Bizim için önemli olan bu malların sayısı değil değeri. İkinci sorun, manastır malları. Üçüncüsü ise mezarlıklar. Onlara da çözüm getirilmiyor. Mezarlıkların belediyenin olduğu söyleniyor da, mezarlıklar bizim inancımızın bir parçası. Orada ayin yapılıyor. Bu mezarlıklara müdahale edilmesi ve Hıristiyan Ortodoksların Rum mezarlığına gömülmesine izin verilmesi, dini görevimizi yerine getirmemize engel oluyor. Geçtiğimiz dönemde, Ortodoksluktan atılmış kişiler, polis gücüyle Rum mezarlığına gömüldü. • Şu anda Rum mezarlıkları ne durumda? İyi durumda olanlar da var, kötü durumda olanlar da. Belediyeler, mezarlıklarının bakımının kendi sorumlulukları olduğu düşüncesiyle bu işi üstleniyorlar; bazı belediyeler yapıyor, bazıları yapmıyor. Bizim isteğimiz, şu anda tamamen belediyelerin tasarrufunda olan bakım işinin tarafımıza bırakılması. • Bu mezarlıklar vakıflara mı bağlı? Belediyeler vakıfları tanımıyor mu? Tabii, vakıflara bağlı. Belediye, vakfı tanısa da tanımasa da, vakfın elinden mezarlığı alıp kendi tapusuna kaydediyor. Bunu diğer mezarlıklar için yapabilir. “Laik bir ülkede mezarlıklar devlet tarafından kontrol altında tutulmalıdır” denebilir. Ancak bizim için mezarlıklar ibadetin bir parçası. Dolayısıyla, bu, laikliğin bize tanıyacağı bir hak değil. • Peki ya manastır malları? Son zamanlarda Büyükada’daki manastır sık sık gündeme geliyor. Bu çok büyük bir problem. Hatta, manastırda kalmakta olan kişilere “Bundan sonra kiranızı bize vereceksiniz” ihtarında bulunuldu. Özellikle Patrikhane bu meseleyle uğraşıyor. Vakıfların da dışında bir şey bu... Bir Büyükada Ayayorgi Manastırı’mız var ki, sırf mum paralarını hesaplasan, önemli bir gelirdir. Şu anda bu gelirlerin nereye gittiği belli değil. Bir manastırın idaresi o manastırın bağlı olduğu dinin müminlerinin elinde değilse, orası yok olur. Kınalada’daki manastır da, gençlerin yaz aylarında gittikleri bir yer örneğin. Orası da sorun oldu; oraya da “Bizim” diyorlar. O da yok olacak. Ben soruyorum, Vakıflar İdaresi’nin ne zamandan beri keşişleri var? • Oradaki son durum nedir? Belirsiz. Oraya da “Bizim” diyorlar, ama böyle bırakılıyor. “Canım, bugün gelin yapın ayininizi” diyorlar. Ama bu, “Yarın gelip yapma” demek. Bu meselenin kökten çözülmesi, bu manastırların adil bir statüye bağlanması gerekiyor. Şu anda “Biz izin verelim, çocuklar da gitsin yapsın tatilini” diyorlar. Yahu, sen benim malıma girmem için bana ne izni vereceksin? Ben Agos’un geçen sayısında yayımlanan yazımda da buna değindim. Mademki özür diliyorsunuz, izin verin, Hrant’ın yetimhanesini yaşatalım. Bu yıl yetimhane konusundaki gerginlik yurtdışına taşınınca izin verildi tabii öğrencilere, ama maksat izin vermek değil. Maksat, oranın tasarrufunun Rum cemaatine ve Fener Rum Patrikhanesi’ne ait olduğunu kabul etmek. • Bu sorunların çoğunun çözümünün olaylar yurtdışına taşınınca sağlanması sizi de rahatsız ediyor mu? Ama öyle oluyor, sorunlar ancak yurtdışına taşınınca çözülüyor. Örneğin, 1991’den bu yana Rum vakıflarında seçim yapılmasına izin verilmiyordu. Geçtiğimiz yıl izin verildi. Bu kez de seçtiğimiz kişilere mazbata verilmiyor. Neden izin verilmiyor? Hırsız mıdır, cani midir seçtiklerimiz, onu da söylemiyorlar. Ve belki de, valilik bile bilmiyordur; onlar da İçişleri Bakanlığı’ndan bir kâğıt geldiğini söylüyorlar. • Nasıl bir kâğıt? 1991’den kalan bir fotokopi… Kâğıtta, bu kişilerin görev yapamayacağı söyleniyor. Hangi muameleden sonra, mahkeme mi karar vermiş? Yüzdeye vurursak, söz konusu olan, çok yüksek bir rakam bizim için. Hele ki bizim Rum nüfus içerisinden görev alabileceklerin listesine bakarsak, bu adamlar çalışabilir üç kişiden biri oluyor. Yasalara bakarsak, 600-700 kişi lazım bizim vakıfları yönetebilmemiz için. Biz nüfusu 3000’e zor ulaşan bir toplumuz. 600 imkânsız bir rakam bizim için. Bir de yeni bir karar çıktı, onun da ne idüğü belirsiz. Mazbataları verilmiş ve seçilmiş olanlara, en fazla iki vakıfta görev alabilecekleri söylendi. Ama bu hangi yasa bendine göre söyleniyor, belirsiz. • 1991’de seçilen ve halen yöneticilik yapanların yaşları da haliyle ilerlemiş olmalı. O zaman seçilenlerin yaşı herhalde 100’ü geçmiştir. İlk seçildiğinde 6-7 kişiden oluşan idare heyetlerinin üye sayısı, geçtiğimiz yıl 1-2 kişiye inmişti. Bazılarında da hiç yönetici yoktu. Fakir vakıflar var, özellikle onlara idareci bulmak çok zor. Oradaki idareciler masrafları ceplerinden ödüyorlar – özellikle Samatya civarındaki kiliselerde. Dolayısıyla, oradaki 3-5 kiliseye aynı kişiler veriliyordu. Geliri olan vakıflarda, en azından gelirle gider denkleştirilmeye çalışılıyor. • Geliri olan vakıflar diğerlerine yardım edebiliyorlar mı? Lafta yardım edebiliyorlar. Bütün bunlar için bir koordinasyon lazım, bir merkez komite lazım. Merkez komite kurulmasına izin verilmiyor. “Birbirinize yardım edin, izin verelim” diyorlar. Ama bu işi yapacak komitenin kurulmasına izin verilmiyor. “Diş çekebilirsin ama eline kerpeten alamazsın” diyorlar yani... Eline kerpeten almadan nasıl diş çekersin? Çıkan yasalar kâğıt üzerinde yararlı olsa bile uygulamada yokuşa sürülüyor. Bundan da anlaşılıyor ki, ülkede hâlâ azınlık istemeyen güçler var ve bu güçler halen sözlerini geçiriyor. Bu işi yoluna sokmak hükümetin işi. Zannediyorum ki hükümet de istiyor ama çekiniyor herhalde. Mesela şu başörtüsü konusuna iki elle sarıldılar. Bizim sorunlarımıza da aynı şevkle sarılsınlar. Aynı inatla, buna karşı olanları ekarte edip hem sorunumuzu çözsünler hem de Türkiye’nin saygınlığını yükseltsinler. Türkiye’nin gerçek bir hukuk devleti olduğunu dünyaya göstersinler. Sorun bu. • Partiler için bu durum oy potansiyeliyle de ilişkili. Sonuçta topu topu kaç azınlık mensubu var ki Türkiye’de? Öyle de, sadece parti konusu değil, bir de AB konusu var. Türkiye ileride AB içinde azınlık olacak. O zaman, azınlık haklarının nasıl korunması gerektiğini kendi azınlıklarını koruyarak göstersin ki örnek olsun. • Peki ya diğer sorunlar? Mütekabiliyet konusu hâlâ sürüyor örneğin… Bizim başımızda diğer azınlıkların başında olmayan bir bela daha var – mütekabiliyet konusu… Örneğin Yunanistan’da, oradaki azınlıkların aleyhine olumsuz bir uygulama varsa mütekabiliyet esası derhal dikkate alınıyor; ancak olumlu bir durum, tanınmış bir hak söz konsuysa mütekabiliyet sağlanmıyor. Örneğin Trakya’daki üniversitelere, Yunan gençlerinin yanı sıra, azınlık kesimden, kontenjanın %5’i oranında ücretsiz öğrenci alınıyor. Ve bu oran, Müslüman azınlığın neredeyse tamamına tekabül ediyor. Hani burada öyle bir hak? Lozan’da açıkça yazılı, bir tarafın sağladığı hakları öbürü de sağlamak zorunda... • Yunanistan’da mütekabiliyete nasıl bakılıyor? Oradaki azınlıkların hakları ve sorunlarını takip edebiliyor musunuz? Son zamanlarda çok büyük gelişmeler olmuş. Oradaki azınlık vatandaşı arkadaşlardan bu konuda yazılar istedim, gazetemde yayımlamak üzere. Sorunları da var tabii. Azınlığın her zaman sorunu vardır... Bütün haklarını tanısan da sorun vardır. Tabii, hayati sorunlar var, lüks sorunlar var. Öncelik, vatandaşlık hakları gibi hayati sorunlarda. • Bu yasa hakkında başka ne tür soru işaretleri var? Kafamı kurcalayan en büyük soru şu: Azınlık Tali Komisyonu, kanunsuz olduğu için lağvedildi. Peki, onun aldığı kararlar neden hâlâ yürürlükte? Açıklanmıyor... • 19 Ocak’tan bugüne Rum azınlığın ruh hali nasıl? Her ne kadar korkunun ecele faydası yoksa da, her zaman korku dağları bekliyor… Nitekim, kısa bir müddet önce İHO’nun sahibi arkadaşımız saldırıya uğradı. Saldırıya uğrayan arkadaş çeşitli nedenlerden şikâyetçi olmamış olabilir, ama bu olay dünya basınında yer bulmuş ve Türkiye’nin ismini lekeleyen bir olay olmuştur. Ben suçluyu bulmak için ya da saldırıya uğrayanı tatmin etmek için değil, kendi ülkemin üstündeki lekeyi temizlemek için, saldırganların bulunmasını isterim. AB’de Türkiye’ye karşı olan zümreler bunları bahane ediyorlar, biz de göz yumuyoruz. Bulalım katilleri, saldırganları, afişe edelim, kimse de bize bir şey diyemesin. Gerçek yurtseverlik, zanlıların yanında bayrağa sarılmak değil onları mahkûm etmektir. Devlet, beni herkese karşı korumakla mükelleftir...

http://www.agos.com.tr/index.php?module=news&news_id=6717&cat_id=1