4 Haziran 2006Erdal Yavuz
Son günlerde, CHP'nin "laiklik tehlikede" söylemi ile yeni "sağ açılımlar"ı gündeme düştü. Bu vesileyle önümüzdeki günlerde "sosyal demokrat" ve "devrimci sol"larımızın "nereden nereye!" geldikleri ve nereye gitmek istedikleri de içerdikleri belirsizliklerle sıkca tartışılacak gibi. Türkiye'de, demokratik ve evrensel dayanışmacı değerlerini yitirmesi ile ortaya çıkan ve ilkel bir "üçüncü dünyacılık"la bezenmiş hamaset yüklü, tutucu, "milliyetçi", savunmacı bir sol söylem şu anda hedef şaşırtmaya çalışıyor. Geçmişte konumlar siyasal, askeri ve ekonomik temellere dayandırılır ve aşamalar "diyalektik" olarak da nitelense, pozitivist bir doğrusal gelişimin egemen olacağı inacını temel alırdı. Belki de bu nedenle ulaşılan her "devrimsel" aşama türettiği içsel çelişkilerin yanı sıra, "ileri" ve "ebedi" olarak algılanmanın verdiği iman boyutu nedeniyle, "diyalektik" mantıkla da çelişmekten kurtulamıyordu. Her "düzen"in başlangıç dönemindeki ebedi kalıcılık inancı 19. yüzyılın klasik liberal ve emperyalist güçlerinden, 20. yüzyılın "proleterya diktatörlüğü"ne ve son olarak da ebedi düzeni muştulayan "tarihin sonu" masallarına kadar onlarcası verilecek örneklerin tümünde, "Aydınlanma" ve "modernizm"in etkisinde ebedi ve değişmez doğruların dogmalarını bulabilirdik ve bu bize "haklılık"la birlikte güç de verirdi. Geleneksel ütopyacı görüşler ve bu bağlamda "sosyalizm" toplumu ve evreni ilerlemeci pozitivist algılamalardan daha farklı bir boyutta algılayamadı. "İnsan ölümlüdür, dolayısıyla bütün insanlar ölür" türünden düz bir mantıkla, burjuvazi ve proletarya devrimcidir dolayısıyla devrimler olacaktır önermesi, düşünceyi yapıların karmaşıklığındaki dinamiği algılamaya yeterli olmayan bir "determinizm"le sınırlandırdı. Toplumsal gerçeği tanımlama ve yorumlama aynı zamanda ona bir anlam ve amaç çizme çabasıdır da. Sosyalizmin temel bakış açısı da birey adına bir "insanlığın geleceği" endişesi içeriyor ve ideolojiye "enternasyonalist ve uygarlaştırıcı" bir misyon yüklüyordu. Ne var ki, sosyalizm dünyayı insanlığın büyük vatanı haline getirme tutkusuyla birleştirmeye çalışırken kontrol edilemeyen konjonktürler ve dış tehditlerden kurtulamayacaktı. Bu ise kaçınılmaz olarak mantıksal analiz ve tutarlı paradigmaların yerini "iman" olarak benimsenmiş "tarihsel süreçlerin kaçınılmazlığı" ve "devrimci doğrular"ın almasıyla sonuçlandı.
Yıkılışların yapılanması Son otuz yıldır, yeni "küresel kültür"ün yıktığı "modern"in ve "sosyalist blok"un dağılan unsurları ne yapacağını bilmez bir şekilde yalpalıyor. İşte bu karmaşa ortamında çaresizlerin iradelerinin tesadüfi birliktelikleri bile tutarlı ve anlamlı sonuçlar ortaya çıkarabilir. Bütün yapı taşlarının altüst olduğu ve yeniden bir yerlere oturduğu bu dinamik süreçte, rekabetle işbirliği yanyana olduğu için başlangıçta bir "yapboz" kurgulanışı gibi de olsa tutarlı bütünler ortaya çıkabilir. Dışardan bakınca, bir karmaşa ve kaos durumunda süreçler ve yönelimler öngörülemez gibi görünse de, sistemler, içindeki bağımsız unsurların kendini sürdürme ve kendini yönetme yeteneği sayesinde gelişir ve kendini yeniden üretebilir. İnsanlar, sistemlere egemen olanların kendi "doğrular"ını neredeyse ilahi addeden talimatları ile yönlendirilmeye alışık olunca, her belirsizlik ve çöküntü dönemlerinde "iman"ın kaybı kaçınılmazdır. Sovyetler deneyiminin tükenmesi ile yaşanan inanç yitimini de, çıkış noktasındaki bu bozukluğun örneği olarak görmek mümkündür. Bizim "sol"un da kendini kurtaramadığını sandığım zafiyeti bundan kaynaklanıyor.
Gerçek ayrıntılarda gizli Her değişim süreci, bütünü oluşturan parçaların da farklı etkilerle biçimlendiği karmaşalara ve belirsizliklere yol açar ve insanlar alt kimliklere sığınır. Şimdilerde gördüğümüz değişik köktenciliklerin veya gettolaşmaların ortaya çıkmasını böyle de açıklayabiliriz. Dünyada sosyalist politikaların krizi, yeni çözümler üretememesi kadar hedef kitlesinin -gettolaştığı için- belirsizleşmesinden de kaynaklanıyor. Bu noktada, Türkiye'de CHP'nin yaşadığı politik zafiyete çözüm olarak "sağa açılma"yı bulması bu gerçeği görememesinden kaynaklanıyor. CHP siyaset belirleyicilerinin yanıldığı temel nokta da "sosyalist" doğrular gibi "Kemalist", "laik" doğruların da temel yaşam endişesi ile cebelleşen insanları özünde ikna edemeyeceği gerçeği. Günlük hayatında "ekmek" derdi olan, her an şiddet tehdidi altında olan insanların sığınma noktaları ancak alternatif inanç ve güven sağlayan "tekkeler" olmak durumunda. Tarihten iki bildik örnek: Roma İmparatorluğu'nun zayıflama döneminde "Hıristiyanlık", Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflama döneminde ise tarikatlar birer sığınma, savunma ve dayanışma odağı olarak güç kazanmaya başlamışlardı. Bu örneklerden hareketle kapsayıcı bir "iman" ve "ideoloji"nin değil, daha alt kimlikler ve inançlarla birleşen dayanışma gruplarının günümüzde neden güçlendiğini daha iyi anlayabiliriz. Geleceğin korkusu ile köşelere sinmiş çaresizlere yaklaşırken onları, CHP'nin "laiklik elden gidiyor" bağırışlarıyla, iç ve dış tehditlerle daha da korkutmak çözüm olabilir mi? Bir "sol anahtar" insanlara kendi köşelerinde güven verecek, küçük adımlarla insanlarda dayanışma ruhunu uyandıracak ve güncel sorunlara yerinde çözüm üretecek bir söylem ve eylemle "gönül kapılarını" açabilir. Belki CHP için çok geç ama hâlâ yapılabilecek şeyler olmalı. Örneğin, "küresel sivil toplum"un dayanışmasını arkasına alarak "devlet"i eşitlik, adalet ve hizmete zorlayan bir söylemle gerçek bir "kamusal alan" yaratılabilir. Bu bağlamda toplumsal güçler, bir sağ-sol söylemi içine çekilmeden ve hiyerarşiler sorunsalı olmaksızın da geliştirilecek iletişim ağları ile "kendiliğinden" eylem ve çözüm birliktelikleri üretebilirler. Yapıcı tavır alışlar, bireysel iradelerin bir tür kader birlikteliğinden yani "merkezden" değil, ortak duyarlılıklardan kaynaklanan ve hiyerarşileri dışlayan, dayanışmacı bir "anarşi"nin hayata geçirmesi ile sürdürülebilir. Bu "biz"i kaybeden öksüzleşmiş "ben"lerin, birlikteliği yeniden keşfi olabilir. Böylesi bir süreçte etnik, dinsel, ulusal ve ideolojik duvarların engellemediği özgürleşmiş birey, kendi çabası ile birleşen ortak çabalara inanabilir ve bir "gelecek" düşleyebilir. Böylesi çözümleri ne yazık ki hiç tartışmıyoruz!