Siyasi 'sazan' manzaraları...

-
Aa
+
a
a
a

24 Ağustos 2010

Radikal

‘Arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi’ne Cumhurbaşkan’ın seçtiği yeni yobaz üyeyi takdim ediyorum. Tüm Türkiye bu yobazlar tarafından ele geçirilmiştir. Şair Eşref der ki, ‘Bir soğan soyuluyor, yaşarıyor gözler, bir devlet soyuluyor, aldırmıyor öküzler.’

Bu bana gönderilen bir mail. Altına da ‘yobaz’ denilen kişinin görüntülü bir konuşması eklenmiş. Bu kişinin adının Alparslan Kuytul olduğunu google’u araştırarak öğrendim. Kuytul, Furkan Vakfı’nın kurucusu. Kuytul, bu konuşmasında bir dindarın yargıç ve savcı olup olamayacağını kendine göre yorumluyor.

Onun konuşması ‘bu yobaz Anayasa Mahkemesi üyesi oldu’ diye sunulmuş. İddiaya göre; kendisini Abdullah Gül atamış. Bu ‘yobaz üye’ iddiasının kısa süre içinde internet sitelerinde yankı uyandırdığını gözlemledim.

Gül’ün Anayasa Mahkemesi’ne Mart 2010 tarihinde atadığı raportorün adı Alparslan, ancak soyadı Kuytul değil Altan. Bu iki kişi arasında ilk isim benzerliği dışında, ne giyim, ne kültür, ne kişilik yapısı, ne

eğitim, ne ‘arkaplan’ açısından bir benzerlik yok.

Yalan üretme merkezi,Alparslan Kuytul’un bir yerdeki vaazını almış ve internet dünyasına, ‘Anayasa Mahkemesi’nin yeni üyesi’ diye salmış. ‘Sakallı, şeriatçı, üstelik dini inancına göre hâkimliği kabullenmeyen bir yobaz, Gül tarafından mahkeme üyeliğine atanmış’ geyiği de böylece dolaşıma girmiş.

Bu konunun internet dünyasında günlerce dolaşacağına kesin gözüyle bakıyorum. Kocaman profesörler, yazarlar çizerler, mühendisler, okumuş yazmış insanlar, gene, ortaya atılan sözde haberin içerdiği saçma manzarayı sorgulamadan, ‘acaba sazan yerine koyuluyor olabilir miyiz’ sorusunu akıllarının ucundan bile geçirmeden, ‘şeriata karşı omuz omuza’ muhabbetinin parçası olacaklar.

***

Son günlerde bir başka ‘kıvrak zekâlı’ icat yine aynı şekilde internette büyük ilgi görüyor.

Altında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasının olduğu iddia edilen bir belgeden söz ediyorum. Bu belgeye göre Başbakan şöyle bir genelge yayınlamış: “12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak olan referandum öncesi kamuoyunda yanlış anlamalara meydan verilmemesi ve vatandaşların tercihlerinin etkilenmemesi amacıyla devlet dairelerinde selamlaşmaya ait hükümler iptal edilmiş ve şu düzenleme yapılmıştır. Kamu kurum ve kuruluşlarında gerek kamu çalışanları arasında gerekse kamu çalışanları ile hizmet alıcılar arasında ‘Hayırlı işler’, ‘Hayırlı günler’ gibi selamlaşma kalıpları kullanılmamasına özen gösterilecektir.”

Bu ‘kurgusal’, yani sahte belgeyi ‘icat’ edenleri anlamaya çalışabiliriz. Yaptıklarının mizahi bir tarafının olduğunu düşünebiliriz. Bir ‘sazan avı’ yapıyor olduklarını da söyleyebiliriz...

Dikkate değer ve şaşırtıcı olansa, bu ülkenin okumuş yazmışlarının böyle bir sahte belgeyi ciddiye alıp onun üzerinden çok yoğun bir şekilde siyasi yorumlar üretmeleri. En sıradan zekânın bile Başbakan’ın böyle bir genelge yayınlamayacağını ilk bakışta anlaması gerekirken, eğitim, statü, kariyer sahibi birçok insanın bu genelgeyi gerçek olarak kabul ettiklerini ve onu son derece ciddiye aldıklarını görmekteyiz...

***

21 Ekim 2009 günü yapılan bir panelde ise İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, AB Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nin Başkanlık Fikirleri bölümünün ‘23. maddesi’ni katılımcıların dikkatine sunmuştu: “Müzakereler yalnız Türkiye ile değil diğer devletlerle de yapılabilecek, müzakereler esnasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya Güneydoğu bölgesinde bir Kürt Devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakereler yapılacaktır.” Türkiye’nin en çok üyesi olan barosunun başkanı bu alıntıyı aktardıktan sonra sözlerini şöyle tamamlamıştı: “Tehlikenin farkında ve bilincindeyiz.”

Muammer Aydın geç kalanlardan... Çünkü bu uydurma bildirge, 4-5 yıl kadar önce servise konmuş, o zaman da yine okumuş yazmış yüzlerce insan bu konuda birbirlerine mail atmışlar, AB’nin ‘alçaklığı’nı teşhir ederek birbirlerini uyarmışlardı.

AB yetkilileri giderek yaygınlaşan bu saçma haber üretimini çok açık bir dille yalanlamak gereğini duymuşlar ve 23. madde ile ilgili yazılanların ‘akıl ötesi bir uydurma’ olduğuna dikkat çekmişlerdi. Muammer Aydın, 2009 yılında böyle bir konuşma yapma gereğini duyduğuna göre, sadece uydurulan maddeye inanmakla kalmıyor, üretilen kurguyu ve yaşanan süreci 4-5 sene geriden takip ettiğini de belli ediyor.

***

Bu üç örnek (ki buna benzer sayısız örnek bulmak mümkün), belirli bir toplumsal grubun ruh halini özetleyen örnekler... Normal bir insan beyninin asla inanmaması gereken absürdlükte yalanlar uyduruluyor ve küçücük bir araştırmayla bu yalanların ortaya çıkarılması mümkün. Buna rağmen, inanmayı tercih eden, kendisini ve çevresini ‘gaza getirmek’ten zevk alan (ve gaza geldikten sonra frene basmayı da unutan) bir kitle, bu ‘renkli yalanlar’a her seferinde sazan gibi atlıyor.

En dikkate değer olan nokta bu kitlenin eğitim düzeyi, statüsü, kariyeri vb. yönünden önemli noktalara gelmiş olan insanları içeriyor olması.

Bir okumuş insan, AB gibi bir kurumun resmi belgesinde ‘Türkiye bölünüp Kürdistan kurulacak’ gibi bir ifadenin yer aldığına inanıyor. Bir diğeri, Başbakan’ın “Bundan sonra devlet dairelerinde ‘hayır’ sözcüğünü yasaklıyorum” yazabileceğini aklına sığdırabiliyor.

Bu nasıl bir düşünce sistematiğidir ki; eğitim, statü ve kariyer sahibi bireyler de dahil çok ciddi bir insan kitlesini sürekli olarak akıl ötesi düşünce tarzına doğru yönlendiriyor?

Bunları bir psikologla, sosyologla, psikiyatristle konuşmak isterim... Ama bu meslek gruplarının içinde de benzer kurguları ciddiye alanları gördüğüm için böyle bir konuşmadan verimli bir sonucun çıkmayacağı kaygısını taşıyorum.