Seçimler ve sosyal demokrasi üzerine düşünceler

-
Aa
+
a
a
a

 

1965 yılında, İsmet İnönü'nün CHP'nin siyasi yelpazede ortanın solunda bir yerde durduğunu

ifade etmesinden sonra geçen bunca yılda, CHP ne ölçüde sosyal demokrasinin Türkiye’de kök salması için etkili oldu, çaba gösterdi veya CHP, ama yerel  yönetimlerde, ama hükümette, ama muhalefette, Türkiye’de sosyal demokrasinin rüştünü ispatlamasına ne boyutta katkılar sağlayabildi gibi sorulara verilecek cevaplardan ziyade; seçim sonuçları üzerinde de çok takılı kalmadan, artık bu yeni yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasinin ne gibi yol seçenekleri ile karşı karşıya kalacağına dair  oluşan soruların cevaplarının peşine düşme gerekliliği ve önceliği  unutulmamalı.

 

Artık belki de geçmişle fazla zaman kaybetmeden, bir an önce Türkiye'de sosyal demokrasinin gerçek anlamda 21. yüzyılda varlık göstermesinin mümkün olup olmayacağını, bu bağlamda sosyal demokrasimizin önünde bulunan yol seçeneklerinin neler olduğunu hep birlikte tartışmamız, görmeye çalışmamız ülkemizin geleceği için faydalı olacaktır.

 

Bugün Avrupa’da sol iktidarların bilinen geleneksel sosyal demokrat politikalardan, özellikle küreselleşme ortamında neo-liberal görüşlerden de etkilenerek, belki sağa yöneliş olarak da adlandırılabilecek ''üçüncü yol'' politikalara her geçen gün daha fazla itibar etmeye

başladıkları aşikar. Bu yeni politikaları, ister sol ve liberal görüşlerin sentezinden çıkan melez politikalar olarak adlandıralım, ister yepyeni bir açılım olarak görelim, netice de

sosyal demokrasinin geleneksel yoldan ayrılmaya başlamasını, gönüllü bir tercih olmaktan ziyade 21. yüzyılda hayatta kalmak için zorunlu tercih olarak görmek, hatalı bir bakış açısı olmaz.

 

Dünyada sosyal demokrasi geleneksel yoldan ayrılma mecburiyeti hissetmektedir, çünkü bugünün dünyası ile geçmişin dünyası arasında bariz farklar vardır. Seçmen tabanlarının sosyoekonomik ortamdaki hızlı değişikliklerden dolayı statik olmaktan ziyade dinamik bir değişim içinde olması, uluslararası ekonomide yaşanmakta olan türlü ekonomik zorluklar, klasik parti politikalarının, yapılanmalarının mevcut şartlara uyum gösterememesi, oy tabanlarında halen dinin tüm sosyoekonomik ortam değişikliğine rağmen -belki de bu nedenle- önemini yitirmekten ziyade, kuvvetli bir unsur olarak var olmaya devam etmesi, küreselleşen bir ekonomik yapıda artık hiçbir ülkede hükümetlerin tek başlarına geleneksel sosyal demokrat reçeteleri uygulayabilme bağımsızlıklarının kalmaması ve küreselleşme etkisi ile gelişen diğer benzer nedenler, sosyal demokrasinin geleneksel politikalarından, söylemlerinden kopuşunu zorunlu hale getirmiştir.

 

Kabul edelim ki, bugün büyük bir hızla ulusal hükümetler özellikle ekonomik politikalarda

bağımsız karar alabilme güçlerini kaybetmektedir. Küresel ekonomi, sermaye akımları, serbest ticaret, açık pazar derken geleneksel sol politika tercihleri artık ülke rekabetinin, ülke yatırım ortamının,  ülkeye yönelik sermaye hareketlerinin önünde engel olarak görülmektedir. Artık sol hükümetler bile istihdamı artırmak, iş alanı ve büyüme yaratmak için sermaye üzerindeki vergileri düşürmek, sosyal refahın maliyetlerini azaltmak, çalışan kesimi koruyucu, himayeci politikalarından vazgeçmek durumunda kalmaktadır. Örneğin, Avrupa Birliği’nin yapılanmasına baktığımızda, bırakın küreselleşme sürecinin etkilerini, sadece mevcut para birliği ve bütçe açıklarına, enflasyona, borçlanmaya ciddi sınırlamalar getiren Maastricht kriterleri bile, Avrupa'da sol iktidarlara geleneksel politikalarını uygulamaya imkan bırakmamaktadır. Avrupa'da hem küreselleşmeden gelen, hem de birlik olmaktan gelen etkilerle oluşan bu yeni ortam sosyal demokrasiyi geleneksel söylem ve vizyonundan vazgeçme  durumda bırakmıştır desek, herhalde abartı yapmamış oluruz.

 

Tabii ki dünyada sosyal demokrat partiler için geleneksel duruştan vazgeçiş çok da kolay olmamaktadır. Örneğin, Almanya’da Schroeder hükümetinin sosyal harcamalarda kesintiye gitmesi, SPD başkanı Oskar Lanfontaine'nin istifa nedenlerinden biridir.. Ama ne kadar istenirse istensin, artık Avrupa’da iktidara gelmiş hiçbir sol parti bildik geleneksel sosyal demokrat politikalar üzerinden politika yapma imkanı bulamamaktadır.

 

Seçmen tabanında yaşanan sosyoekonomik değişimler, kaymalar ve geçişler, beklenti farklılaşmaları  sosyal demokrat partilerin artık eski geleneksel statik seçmen tabanına yönelik geliştirdikleri, bu tabandan besledikleri politikalara dayanan bir anlayış ve söylemle iktidara gelmelerini imkansız hale getirmiştir. Avrupa’da sosyal demokrat partilerin geleneksel tabanları hep emekçi kesimler olmuştur. Fakat artık günümüzün Avrupalı sosyal demokrat partileri seçmen desteklerini belli bir sosyal sınıftan değil, tüm sosyal sınıflardan sağlamaya çalışmaktadır. Tabiatıyla tüm sosyal sınıflara hitap etme zorunluluğu da geleneksel sosyal demokrasiyi değişime uğratmaktadır.

 

Üçüncü yol söylemleri olarak, örneğin, İngiltere’de '' third way -üçüncü yol'', Almanya’da ''neue mitte- yeni orta''da, dile getirilen ve rekabetçi küresel ekonomi ortamında yaşamak için mâli ve parasal  politikalarda disiplinli olma gereğinden, emek piyasasında liberal politikaların faydasından, sermaye üzerinde vergi yükünün azaltılmasının büyüme ve istihdama olumlu etkisinden, kamu sektöründe reform zorunluluğundan bahseden görüşler, hep sosyal demokrat partilerin bu yeni dönemde, tüm sosyal sınıflara yönelik politika yapma isteklerinden ve belki de mecburiyetlerinden kaynaklanmaktadır. 

 

Fakat tabii ki tüm sosyal sınıflara yönelik politika yapmak, üçüncü yol söylemlerini benimsemek, bu politika değişikliklerini yapabilmek için sosyal demokrat partileri bu süreçte, liderliği ve merkeziyetçi yapıyı güçlendirme zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Örneğin, üçüncü yol açılımları yapılırken hem İngiliz İşçi Partisi’nde, hem de Almanya’da SPD’de liderlik güçlendirilmek durumunda kalınmış ve şiddetli örgütsel tepkilere rağmen bu tercihten vazgeçilmemiştir. SPD’de Lafontain'nin  başkanlıktan istifa etmesinin diğer bir nedeni de, liderliğin ve merkeziyetçiliğin güçlendirilmesine yönelik gösterdiği tepkidir.

 

Sosyal demokrat partiler geleneksel söylem ve tabanları dışına çıkmaya başladıkları dönemde, kuvvetli bir liderliğe ve merkeziyetçi bir yapıya ihtiyaç duymaktadır. Bu her ne kadar katılımcılık  söylemine tamamen zıt bir tavır olsa da, sosyal demokrat partilerin geleneksel yoldan ayrılmaları sürecince güçlü bir liderlik kadrosunun yaratılması mecburiyet olarak görülmelidir.

 

Sosyal demokrat partilerin üçüncü yola yönelişi ile eş zamanlı gelişen bir diğer ilginç gelişme de, partilerin tüm sosyal sınıfları hedef alarak seçmen tabanı geliştirme çalışmalarında, çok yakın zamanlara kadar hiçbir şekilde hedef almadıkları dinsel faktörü de gündemlerine getirmeleridir. Üçüncü yolla birlikte başlamış olan bu yöneliş, İngiltere veya Almanya gibi önceleri tamamen işçi sınıfına dayalı bir tabanda var olan, sınıf bilincinin daha köklü olduğu ve bu nedenle geçmişte din faktörünün hiç dikkate alınmadığı sosyal demokrat partilerde, AB ve küreselleşme etkileri altında gündeme gelen taban erimesi karşısında daha da hissedilir olmaya başlamıştır.

 

Türkiye’de sosyal demokrasi ise, var olduğu kadarıyla maalesef bir türlü ciddi bir iktidar alternatifi olarak görülememiştir. Bunda belki, kendini sosyal demokrat olarak tanımlayıp, bu tanımın içini dolduramamanın etkisi vardır; fakat belki de en önemli nedeni, bu söylemin sahibi CHP’nin sosyal demokrat kimlikle, devletçi kimlik arasında sıkışıp kalmasıdır. CHP’nin oy talep ettiği kesim ile temsil eder göründüğü kesim arasında tam bir örtüşmenin yaşandığı söylenemez; zaten seçim sonuçlarına bakınca da bu örtüşmenin olmadığı açıkça görülmektedir. Ama bu garip  durum, CHP’nin söylemine de yansımakta, partinin politika üretimini de, inandırıcılığını da kısırlaştırmaktadır.

 

Sosyal demokrasinin 21.yüzyıl Türkiye’sinde sağlıklı ve ciddi bir iktidar alternatifi olarak var olması ise, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarı için elzemdir. Çağdaş sosyal demokrat partilerin geçirdiği evrimin basamaklarına bile tam çıkamadan takılı kalmış olmak, CHP için yeni dönem sosyal demokrasi anlayışına geçmek için ciddi bir handikap olarak görülse de, esasında bu takılı kalmış olmak bu sıçramayı yapmak için belki de sancısız ve kolay bir ortam hazırlamıştır.

 

Belki de bu nedenle CHP’nin yeni açılımlara yönelmesi, Avrupa sosyal demokrat partilerine göre çok daha kolay olabilecektir. CHP’nin yeni açılımlara yönelirken ciddi anlamda parti içinde mücadele etme,  hatta çatışma zorluğu pek yaşamayacaktır. Zaten mevcut duruşu bizzat kendi üyelerinin ciddi bir yüzdesi tarafından bile kıyasıya eleştiriliyor görünmektedir..

 

Olur da CHP bir gün, Avrupa sosyal demokrat partilerinin yolunu izlemeye karar verirse, en büyük direnci kendi içinde bile kuvvetle var olmamasına rağmen, dışarıdan CHP’yi bugünün dinamiklerine bakmadan Atatürk’ün ve 1920’lerin mirasına sahip bir ruhla hareket etmediği için kıyasıya eleştiren  elitist devletçi cepheden görecektir. Bu kaçınılmazdır, ama vizyonu ve liderliği ile Türkiye’ye çağ atlatan Atatürk’ü bile olduğundan farklı gösterme pahasına yapılan bu muhalefet anlayışı ile  yaşanacak fikri çatışmalar, yaşanabilecek değişim sürecinde CHP için de, netice itibarıyla Türk sosyal demokrasisi için de kesinlikle faydalı olacaktır, belki de bu yaşanması gereken bir çatışmadır. 

Türk sosyal demokrasisinde değişimi CHP sağlayabilir mi sorusu, özellikle şimdi çoğu sosyal demokrat için hemen negatif bir cevap verme yönünde çağırışım yapsa da, bu değişimi sağlayabilecek adres  bence kesinlikle CHP’dir.

Bir zamanlar CHP...

 

CHP bugün ne kadar değişime kapalı bir görünüm sergilerse sergilesin, CHP’nin genlerinde var olan değişime öncülük etme arzusu, değişim yönündeki tüm bu kapalı kapıları en başta kamuoyundan alacağı kuvvetli destekle açmaya yeterlidir.

 

Bir gün CHP değişimden yana tavır geliştirdiğinde izleyeceği yol ise, bence Avrupa sosyal demokrat partilerin yolundan çok farklı olamayacaktır. Tabii ki Türkiye’nin mevcut sosyoekonomik yapısı ve Avrupa’nın yapısı aynı değildir. Ama neticede maruz kaldıkları küresel etkileşimler benzerdir. Avrupa sosyal demokrat partilerinde görülen değişimlerin, CHP’de de yaşanması çok uzak bir ihtimal değildir.. Ama unutulmaması gereken, Avrupa geleneksel sosyal demokrat politikalardan vazgeçerken, yine de var olan ve uygulanmış bir modelden geri adım atmakta, günün şartları dahilinde ideal senteze varmayı hedeflemektedir. Türkiye’de ise, (olmayan geleneksel) sosyal demokrasi anlayışının topluma verdiği kazanımlardan ziyade hayal kırıklıkları vardır. Bu nedenle, Türkiye’de üçüncü yol sentez açılımları geliştirilmesi Avrupa’da olduğundan daha zordur.

 

Bu nedenle, CHP’de bu konuda çok kuvvetli bir liderlik öncülüğünde ve azami katılımla ciddi politika üretimleri yapılarak ideal bir yeni model ortaya konması gerekliliği ortadadır. Bu model gelişime, değişime açık bir model olarak ele alınırken, değişim yolundaki adımların gecikmeksizin atılmaya başlamasının ise, artık Türk sosyal demokrasisi için hayati zorunluluk olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır. Beklemeye artık zaman kalmamıştır.

 

Toplumun bugün beklediği değişimdir, eskinin aşılması ve geleceğe umutla bakılmasıdır. Unutulmaması gereken, son 15 yılda ülkede sağa doğru müthiş bir eğilim olmasının nedeni, tüm krizlere rağmen geleceğe dönük doğru dürüst bir vizyon veremeyen, seçimde ikbali sadece geçmişte arayan, değişim ihtiyacını, umut sahibi olabilme ihtiyacını cevaplayamayan bir muhalefet anlayışının sergilenmesidir. Ama artık değişim yolunda atılacak adımların daha da geciktirilmesi sonucu, birkaç yıl sonra ülkemizde karşımızda adım atmaya bile mecali kalmamış bir sosyal demokrasi bulmamız da pek mümkündür. Bunu görmek lazım.

 

Türkiye’nin çözülemeyen sorunlarını çözmek için çağdaş sosyal demokrasi anlayışının Türkiye’de var edilmesi hayati derecede önemlidir ve bu konuda elden gelen tüm çaba sarf edilmelidir. Seçimlerde görünen tablo, esasında CHP’ye kendini sorgulaması için ciddi bir çağrıyı da yapmaktadır. Bu çağrı bugün dikkate alınır, alınmaz ama tekrar tekrar ifade etmek gerekir ki, 21. yüzyılda siyasi, ekonomik ve sosyal açılardan istikrarlı bir Türkiye, Türkiye’de çağdaş bir sosyal demokrasi var olmadan sağlanamaz. Bu sorumlulukla hareket edilmediği takdirde, birkaç yıl sonra yaşanacak seçimlerde sosyal demokrasi açısından tablo çok daha ağırlaşacaktır. Umarım CHP’de seçimlerde başarılı olduk  diye neredeyse zafer ilan etme sarhoşluğunun yerini, en kısa zaman aklı selimlilik alır ve önümüzdeki  iki, üç yılı verimli olarak değerlendirme yönünde bir irade ve anlayış  birliği oluşur.Türkiye’nin bu irade ve anlayış birliğine ihtiyacı artık had safhaya gelmiştir.