Savaş Tutkunları

-
Aa
+
a
a
a

New Statesman23 Mart 2006

Gerçek savaşlarda rast geldiğim savaş tutkunlarının kimseye bir zararları yoktu, kendileri dışında. Uyuşturucunun bol miktarda bulunduğu Vietnam ve Kamboçya onlar için çekici olmuştu. Ölüm ruleti oynanabilen Bosna ise bir başka ilgi alanıydı. Bazıları oralarda bulunma nedenlerinin "olan biteni dünyaya anlatmak" olduğunu ileri sürse de daha dürüst olanlar sadece bunu sevdiklerini söylerlerdi. Biri omzuna "Savaş Eğlencedir!" yazdırmıştı. Onu gördüğümde bir kara mayınının üzerinde duruyordu.

Savaşı hiç görmemiş ve onu görmemek için de elinden geleni yapan diğer türden savaş tutkunları ile ne zaman karşılaşsam, bu neredeyse sevimli alıkları hatırlarım. Savaş aşıklarının tutkusu öyle bir olaydır ki, tutkun oldukları şeye ne kadar uzak olurlarsa olsunlar gücü hiç azalmaz. Pazar günkü gazetelere bir göz atıverin, işte karşınızdadır, Cumartesi günleri alışveriş merkezlerinin kalabalığına girmek dışında bir itişme deneyimi bile olmayan o ben merkezciler. Televizyonu açın, her akşam oradadırlar, savaş tutkularını pek anlatmasalar da, daha çok, kendilerini adadıkları taraf adına tek düze bir biçimde savaşı pazarlıyorlar. "Şüphesiz ki," diyor BBC'nin Amerika temsilcisi Matt Frei "iyi şeyleri, Amerikan değerlerini dünyaya ve özellikle bugünlerde Ortadoğu'ya aktarma tutkusu artan bir şekilde askeri güç ile ilişkilenmektedir."

Frei bunu, George W. Bush'un savunmasız Irak'a bir "Şok ve Korku" seferi başlatmasının ardından 13 Nisan 2003'te söylemişti. Azgın, ırkçı, kötü eğitilmiş ve disiplin yoksunu işgal ordusunun buraya sekterlik, ölüm timleri, kimyasal saldırılar, uranyum uçlu füzeler ve misket bombalarından oluşan "Amerikan değerleri"ni getirmesinin üzerinden iki yıl geçmişti ki, Frei kötü ünü ile bilinen 82. İndirme Tümeni'nden "Tikrit kahramanları" diye bahsediyordu.

Geçtiğimiz yıl ise Irak katliamının mimarı Paul Wolfowitz'den "bir entelektüel" ve "demokrasiye ve onun temelden geliştirilmesine tutkuyla inanan biri" diye övgü ile bahsediyordu. İran konusunda da Frei gündemin önünde idi. Haziran 2003'de BBC izleyicisine "İran'da da bir rejim değişikliğinin söz konusu olabileceğinden" söz ediyordu.

Kaç erkek, kadın ve çocuk Bush'un İran'a saldırması halinde öldürülecek, sakat bırakılacak veya aklını kaçıracak? Bir saldırı ihtimalinin, özellikle olayların Irak'ta izlediği seyirden pek de mutlu olmayan savaş tutkunları için heyecan verici olmasını anlamak mümkündür. Gerard Baker geçen ay Times'ta şunları yazıyordu: "İran ile bir savaşa hazırlıklı olmamız hayal etmesi güç ancak bir o kadar da kaçınılmaz bir gerçektir. . . . Eğer İran emin ve engellenmeden nükleer silah edinme aşamasına gelirse bu, tarihte Bolşevik Devrimi ve Hitler'in çıkışı kadar önemli bir olay olacaktır." Tanıdık geliyor mu? Şubat 2003'de Baker "[Irak] zaferi ABD'nin ve İngiltere'nin Saddam'ın ne denli tehlikeli olduğuna dair iddialarının boyutunu açık bir şekilde doğrulayacaktır." diyordu.

"Hitler'in çıkışı" savaş tutkunlarının bir gösteri sloganı gibiydi. Benzer bir şey, Irak işgalinin bir provası olan "Nato'nun Kosova'ya düzenlediği ahlaki sefer" (Blair) öncesinde de duyulmuştu. Sırbistan'a yapılan saldırıda Nato füzelerinin sadece %2'si askeri hedeflere isabet etmiş geri kalanı ise hastaneleri, okulları, fabrikaları, kiliseleri ve yayın kuruluşlarını vurmuştu. Blair'in ve Clinton'ın bir kısım adamının söylediklerini yankılatan medya kuruluşları, Timothy Garton Ash'in 2002'de Guardian'da yazdığı gibi Kosova'da "yaklaşmakta olan soykırımı" için bir şeyler "yapmamız" gerektiğini söylüyordu. "Soykırımı yankıları" diye başlık atıyordu Daily Mirror ve Sun gazeteleri. Observer ise "Balkanlarda Son Çözüm" diye uyarıyordu.

Slobodan Milosevic'in geçenlerde ölmesi savaş tutkunlarını ve pazarlamacılarını anılara götürmüş olmalı. "Soykırım", "Holocaust" ve "Hitlerin çıkışı" solganları artık pek ortalıkta duyulmuyor – bunun nedeni Irak işgaline giden trampet seslerinin ve şimdilerde İran'a bir saldırıyı işaret eden trampet seslerinin de, tamamıyla saçmalık olmasıdır. Bir yanlış anlama değil. Bir hata değil. Acemice bir yanlışlık değil. Saçmalık.

Dediler ki, "Kosova'da bulunan "toplu mezar" iddiaları doğrulamaktadır." Bombardıman sona erdikten sonra uluslararası adli tıp ekipleri Kosova'yı karış karış aramaya başladılar. FBI ekipleri, "FBI tarihindeki en geniş suç mahallini" araştırmak için geldiler. Haftalar sonra herhangi bir toplu mezar bulamayan adli tıp ekipleri ülkelerine geri gittiler.

2000 yılında Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi Kosova'da bulunan toplu mezarlardaki kesin ceset sayısını 2,788 olarak açıkladı. Bu sayı Sırpları, Çingeneleri ve "müttefikimiz" olan Kosova Kurtuluş Ordusu'nun öldürdüğü insanları da içeriyordu. Bunun anlamı Sırbistan'a saldırmak için (ABD Elçisi David Scheffer, "14 ile 59 yaşları arasında 225,000 etnik azınlık, Arnavut erkek kayıptır ve ölmüş kabul edilmektedir" diye iddia ediyordu) bir bahane üretilmişti. Bildiğim kadarı ile sadece Wall Street Journal bunu itiraf etti. Eski bir üst düzey Nato planlamacısı olan Michael McGwire, "bombardımanı bir insani müdahale olarak nitelemek çılgınlık" diye yazmıştı. Aslında Nato "seferi" Yugoslavya fikrini tamamen ortadan kaldırmak için uzun süredir izlenen bir planın son bir perdesidir.

Bence Blair, Bush ve Clinton ile onların kandırılmış medyasının en nefret ettiğim yanı, hiç görmedikleri bir kan gölüne, görüntüsü karşısında kusmak zorunda kalmadıkları parçalanmış vücutlara, içlerinde sevdiklerini aramak durumuna düşmedikleri üst üste yığılmış cesetlerle dolu morglara bu denli iğrenç ve çürümüş bir tutku beslemeleridir. Onların rolü, birinde konuşulmayan gerçeklerle diğerinde ise açıkça söylenen yalanlarla iki paralel dünya yaratmaktır. Bush ve Blair gibi işi sanayi düzeyine taşıyan katillerle karşılaştırıldığında Milosevic oldukça masum kalıyor.

Çeviren: Neşet Kutluğ