Şadi Çalık Retrospektif Sergisi Vesilesiyle Rudolf Belling Hakkında

-
Aa
+
a
a
a

John Boorman  Umut ve Zafer'de, dokuz yaşındaki Bill'in gözünden 2. Dünya Savaşı'nı anlatır. Yönetmenin kendi çocukluk anılarından hareketle yaptığı film, savaş yıllarında geçse bile, çocuklar gibi şendir.

 

Filmin son sahnesinde, Bill,  neşe içinde geçirdiği yaz tatilini bitirmiş, okula dönmektedir. Attığı her adım, onu sonsuz sıkıcılıkta  bir disiplinin kucağına doğru götürmektedir. Ne var ki okula yaklaştıkça, beklediğinin aksine arkadaşlarının sevinç çığlıklarını duymaya başlar. Bill okulun bahçesine girer ve onu da havalara sıçratacak şeyi  görür: Almanlar okulunu bombalamış taş üstünde taş bırakmamıştır. Bill avazı çıktığı kadar bağırır ve perdedeki görüntüsü donar: Viva (Yaşa) Adolf!

 

Şadi Çalık'ın, İş Sanat'taki retrospektif sergisini görünce, aklıma Boorman'ın filmi geldi.

 

Rudolf Belling (1886-1972) 1936 Aralık'ının 18'inde, önündeki anlaşmayı imzalıyordu. Bir süredir, Türkiye'den davet almaktaydı. Daha birkaç ay önce Güzel Sanatlar Akademisi müdürlüğüne atanan Bürhan Ümit Toprak, sanat eğitiminde verimi arttırmak için yurtdışından hocalar getirmek gerektiğini savunuyordu. Dediğini yapmış; Leopold Levy'yi resim, Rudolf Belling'i heykel bölümünün başına getirmeyi başarmıştı.

 

Belling'in Almanya'dan ayrılmaktan başka seçeneği kalmamıştı zaten. Zira Adolf Hitler iktidara geldiği 1933'ten başlayarak, bir temizlik harekâtına girişmiş, bundan Belling'te nasibini almıştı.

 

Modern heykelin en önemli öncülerinden biriydi. Yapıtları erken yaşlarda müzelere girmiş, ünlü November Gruppe'u (Kasım Sanat Grubu) kurmuş, non- figüratif heykelin ilk örneklerini vermişti.

 

Velhasıl, 1937 başında İstanbul'a ayak basan bu adam, dünya heykelinde çok önemli bir şahsiyetti ve Türk heykelini bambaşka yerlere taşıyacaktı.  Zaten birkaç isim dışında Türk heykeli diye bir şeyden söz etmek pek mümkün müydü ki? Ahmet Haşim birkaç yıl önce, "Heykel dikeceğimiz yere, bugün için bir mermer kütlesi ya da bir külçe bronz koyalım ve altına 'Türk sanatçısı yetişinceye kadar' diye yazalım"   diye yazmıştı.

 

Belling'in Türkiye'ye geldiği yıllar, birçoklarına göre Türk üniversitelerinin altın çağıdır.  Nasıl olmasın? Fritz Neumark, Bruno Taut, Ernst E. Hirsch, Carl Ebert, Paul Hindemith, Ernst Reuter, Alexander Rustow , Ernst von Aster gibi, dünya çapında adamlardan söz ediyoruz. İnsan böyle bir durumda Hitler'e şükretmez de ne yapar? (Şaka yapıyorum şaka. Biz yazılarımıza televizyon dizileri gibi kahkaha efekti koyamadığımız için bazıları yanlış anlıyormuş. Aziz Nesin: "12 Eylül hayırlı bir iş yapmış, taksilere taksimetre koydurmuştur" derdi.)

 

Hazır bu konuyu açmışken, Haluk Şahin'in bir kitabına da adını veren meşhur ironiyi anlatalım.  O yıllarda bu kişileri elinden kaçırmak istemeyen TC. Devleti, onlara yerli hocaların iki katı maaş ödemektedir. İçlerinden bir tanesi Türkiye'yi o kadar çok sever ki, TC. vatandaşlığına geçer. Ancak ay başında maaşını almaya gittiğinde,  önüne aldığı paranın yarısı konur. Profesör durumu anlamayınca, kendisine şöyle bir açıklama yapılır: "Eeee Herr, Türk olmak kolay değil!"

 

(Can Baba bu latifenin, babası Hasan Ali Yücel' ait olduğunu söylerdi).

 

Sayıları sekseni aşan adamların  bir kısmı, daha cazip koşullar sunan Amerika'ya gider. (Bu satırları yazarken aklıma geldi. Theodor Adorno o zaman bize gelse ne yapardı acaba? Amerika'yı pek sevmemiş ya.) Diğer bir kısmı ,1940 tan sonra Türkiye'de yeşermeye başlayan Nazi sempatisi yüzünden, kaçmayı tercih eder.

 

Tarihin ironisine bakın:1936'da  Belling ile TC. Devleti adına sözleşmeyi imzalayan kişi Talebe müfettişi Reşat Şemsettin Sirer'di. Hasan Ali Yücel, 1946'da  Milli Eğitim Bakanlığı'ndan istifa edince, onun yerine atanan Sirer'in perçemi için "Adolf'unkini hatırlatırdı" derler.

 

Neyse ki Belling için böyle bir şey söz konusu olmamış, Akademi'deki hocalık görevini 1954'e kadar sürdürmüştür. Kendi sanatsal serüveni soyut olana yönelmişken, Türkiye'de klasik eğitim vermek istemesi sonraları eleştiri konusu yapılmıştır. Belling belli ki işin alfabesinden başlama gereği duymuştur.

 

Onun ilk kuşak öğrencileri Türk heykelinin zirvesini oluşturur. Şadi Çalık o zirvenin bayraktarlarından biridir.

 

--------------------------- 

Şadi Çalık Retrospektif Sergisi

İş Sanat Kibele Galerisi'nde 26 Şubat'a kadar açık.

 

Heykel sanatçısının çizgisi (Ahu Antmen'in, Şadi Çalık Retrospektif Sergisi için yazdığı eleştiri yazısı, Radikal, 29/12/2004)