Volkan Balkan: İki konuğumuz var; biri Emre Dağtaşoğlu, Emre Dağtaşoğlu Açık Radyo’da “Dilden Dile Titreşimler” programını hazırlıyor; Emre’yle birlikte burada bir başka üstadı, Erdal Erzincan’ı ağırlamak için beraberiz. Erdal Erzincan ülkemizin sayılı bağlama virtüözlerinden birisi. ECM’den bir albümü çıktı, aslında çok yeni bir albüm değil. ECM’den ilk kez Türkiye’den bir müzisyenin albümü çıktı. Albümün adı “The Wind”. İran’dan kemençe üstadı Kayhan Kalhor’la birlikte çalıyorlar bu albümde, Ulaş Özdemir de divan bağlama ile eşlik ediyor. Nasıl gerçekleşti The Wind yani Rüzgâr projesi?
Erdal Erzincan: Kayhan Kalhor’u yaklaşık 7-8 senedir tanıyorum. 2003 yılında, Hollanda’da menajeri benim bir konserimi izlemiş, sonra Kayhan’a bahsetmiş, bu münasebetten sonra Kayhan Türkiye’ye geldi ve bir haftalık bir görüşmemiz oldu, o görüşmede aslında hem sohbet ettik hem çaldık. Bir hafta neticesinde kayıtlar aldık, o İran’da ben de burada kayıtları dinledik, üzerinde düşündük. Aradan 5-6 ay geçtikten sonra, tekrar bir çalışma sürecimiz oldu ve o çalışma sürecinden sonra konser ve albümler konuşulmaya başlandı.
VB: Aslında çok da hızlı olmuş, ‘Rüzgâr’ önce Kayhan Kalhor’u İstanbul’a atmış.
EE: Tabii daha evvel, yani 80’li yıllarda Kayhan burada 9 ay kalmış, Türk müziği ile ilgili epey alt yapısı oluşmuş ve bağlamayı inanın bizim kadar iyi biliyor ve iyi tanıyor.
Emre Dağtaşoğlu: Zaten bu albümün benim özellikle dikkatimi çeken tarafı fikri arka planı oldu. Albüm kapağında yazılanlardan anladığım kadarıyla, bir amaca yönelik bir çalışma, bu yüzden çok önemli olduğunu düşünüyorum. Albümün fikri arka planı ile ilgili bir şeyler söyleyebilir misiniz?
EE: Kayhan’ın daha evvel burada 9 ay boyunca kalması ve o süreyi çok iyi değerlendirmiş olması bu albüme yansıyan önemli bir tarafı. Ben bağlama çaldığım zaman bana anında reaksiyon vermesi çok önemli, buradaki müzisyenlerle yapamadığım halde İranlı bir müzisyen ile bunu yaptığıma çok şaşırmıştım. Onun öncesinde Türkiye müziğini iyi algılaması, iyi dinlemesi yatıyor, bu albüme çok önemli yansıması buydu.
ED: Anadolu müziğini tanımak için sadece kendi müziğimizi öğrenmek, icra etmekten öte, yakın geleneklerin, komşu geleneklerin, yani aynı kültür çanağında bulunduğumuz geleneklerin müziğini tanımak, bizim müziğimizin onlardan ayrımlarını kavramak, sanki Anadolu müziğini daha iyi tanımlamak ve bir yere daha iyi oturtmak için önemli gibi geliyor. Sizin bundan sonra bununla ilgili bir projeniz olacak mı? Albüm olabilir, kitap çalışması olabilir vs. ya da bu konuda neler düşünüyorsunuz?
EE: İran’la bizim aramızda, müzikal anlamda olsun, kültürel anlamda olsun çok büyük bir farkın olduğuna inanmıyorum. O fark sınırlar çizilmeye başlandıktan sonra çıkıyor, ama onun evvelinde dil dışında, -ki iki dil bile birbirine karışmış durumda-, onun dışında her şey ortak, aynı şeye ağlamışız, aynı şeye gülmüşüz. Yani konuşmadan anlaşabiliyoruz Kayhan’la. İngilizce’yi de iyi bilmiyorum ama onunla konuşmadan anlaşabiliyorduk. Demek ki ortak bir kültür var, ama o sınırlar çizilmeye başladıktan sonra uzaklaşmaya başlıyor. Kendi köklerimizi daha iyi anlamaya, algılamaya çalışırsak, kendimizi tanımaya başladığımız zaman komşuyu da tanımış oluyoruz. Şu anda biz kendi komşularımızdan uzaklaşmış durumdayız, o yüzden Kayhan’ın İstanbul’da kalması, Anadolu müziğini tanıması bu albüme doğru yansıdı. Yoksa o eski İran müziğini çok iyi bilse, ben de kendi eski müziğimizi çok daha bilmiş olsak buna gerek kalmayacak.
ED: Müziklerimiz arasında birbirine çok benzeyen temel şeylerden biri benim bildiğim kadarıyla -yanlış bilmiyorsam eğer, çünkü bu işte bir ehliyetim yok- ikisi de makamsal müzik, sanırım bu büyük bir ortaklık, bunun dışında ne gibi ortaklıklar var acaba? Aaksak ritimler onlarda da var mı? Ya da bunun gibi başka ortak özellikler?
EE: Ritimsel olarak, bizde olup onlarda olmayan, onlarda olup bizde olmayan çok küçük şeyler var. O bizim kendi içimizde de var, örneğin Erzurum müziğinde bir şey vardır, o Erzurum’a hastır da Edirne’de yoktur. Öyle farklar var. Onlarda da aksak usuller var bizde de aksak usuller var, aynı makamı onlar da kullanıyorlar biz de kullanıyoruz. Belki makamlara onlar başka ad veriyor biz başka ad veriyoruz, ama herşey aynı. Burada kullandığımız albümde belli temalar var, o temaların büyük bir çoğunluğu ortak ezgiler. “Daldalan barı” var, onlarda da aynı ezgi varmış, ‘Mevlam bir çok dert vermiş”i çaldım, “a, bu bizde de var” dedi. Yani ortak ezgiler var.
ED: Bu coğrafyada Türkiye bir yöre gibi, İran bir yöre gibi, Erzincan’la Ankara gibi.
EE: Evet, biraz önce onu ifade etmeye çalıştım, ama zaman içerisinde artık sınırlar çizilmeye başlandıktan sonra biz başka yerlerden beslenmeye başladık veya dünyaya başka pencereden bakmaya başladık, onlar da başka pencereden bakmaya başladılar ve müzik de yavaş yavaş değişmeye başladı. Buna “dur” demezsek, aslında o renkler ortadan kalkacak.
ED: Bu soruları sormamın amacı da buydu, bu gibi çalışmalar çok önemli. Bunun gibi çalışmalara devam etmeyi düşünüyor musunuz? Sadece albüm anlamında değil, yani makale kitap, vs. ?
EE: O ayrı bir iş, ben edindiğim tecrübeleri karalama defterine yazıyorum, çiziyorum.
ED: Sadece karalamayın hocam, bizimle de paylaşın.
EE: Paylaşmak isterim, ama o da ayrı bir iş, ona ayrı bir zaman ayırmak lazım, çalmayı tercih ediyorum. Bu tip projelerde özellikle çalmak istiyorum ve şu anda Kayhan’la ikinci bir proje var, grup olarak daha genişletilmiş, 4 veya 5 kişilik proje. Yine İran ve Anadolu ezgileri üzerine. Ayrıca bu çalışmanın devamı, yani ikili olarak bir çalışmamız da olacak.
VB: ECM’in kurucusu, kendi tavırlarını şöyle özetliyor, “sessizlikten sonra gelen müzik” diye... Farklı arayışların müzik firması diyebiliriz, sizi de orada görmekten, bu albümü burada tutuyor olmaktan çok mutluyum kendi adıma. 12 parçadan oluşuyor ‘Rüzgâr’ albümü, türkülerden yola çıkıp yapılan özgün doğaçlamalar var albümde. İsterseniz biraz kemençe bağlama uyumundan ve buradaki divan bağlamanın da rolünden bahsedelim, Ulaş Özdemir’i de anmış olalım.
EE: Kemençe ile bağlama arasında şöyle bir ilişki var, birisi uzun sesli bir enstrüman, birisi daha ritmik kullanılan bir enstrüman, daha uzun ses ihtiyacını kemençe ile karşılıyoruz ama bağlama ile öyle bir ihtiyacı karşılayamıyoruz. Düşündüğünüzde iki zıt enstrüman, ama birbirini tamamlayan aynı zamanda iki farklı enstrüman. O yanıyla, repertuarı, bağlamaya göre bir repertuar, kemençeye göre bir repertuar olarak düşünmedik, daha özgür, daha geniş düşünebildik. Çünkü iki enstrümanın özelliği farklı, farklı repertuarları bu projenin içinde düşünebildik. Mesela burada tek başıma bağlama ile icra edemeyeceğim veya icra etmekten kaçındığım ezgiler var, uzun ses içeren şeyler.
ED: Birinin eksiğini biri kapatıyor.
EE: Evet öyle. O anlamıyla iki enstrüman güzel tınladı. Ulaş Özdemir’in bas bağlamasını isoundu biraz genişletmek maksatlı kullandık. Oldukça da iyi bir yere oturdu diye düşünüyorum.
VB: Emre senin bir tespitin var, uUzun soluklu doğaçlamalarla ilgili albümde.
ED: Tespit demek belki iddialı olur, ben ehliyet sahibi değilim bu konuda, ama benim bildiğim kadarıyla, Anadolu’da doğaçlama olmakla birlikte, gazellerde, bağlama açışlarda, ara sazlarda iki üstadın biraraya gelerek böyle uzun soluklu doğaçlamalar yapması pek rastlanan bir şey değil.
EE: Bu profesyonel anlamda çok fazla rastladığımız bir şey değil, ama gelenekte bizim ustalarımız, ozanlarımız bu doğaçlamaları bu kadar uzun soluklu olmasa bile yapıyordu. Bugün Kayhan Kalhor’un da benim de bu albümü yapmamızın sebebi yine ustalara dayanmamızdan kaynaklanıyor, onlara yaslanarak bunu üretiyoruz. Kayhan’ın hep işaret ettiği bir şey vardır, “eskiler hep böyle çalardı” dediği, aslında ben de eskiye baktığımda onu görebiliyorum. Yakın zamanda, Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Topoğlu muhabbet serileri vardı, oralarda da bu tip temalara rastlayabiliyoruz. Arif Sağ ile Musa Eroğlu’nun iki bağlama ile birlikte bu şekilde atışmaları var, ama böyle bir projeyle sunulmuş şeyler değil, daha kısa.
ED: Yani genelde uzun hava açışlarında ya da türkülerin aralarında hocaların geçtiği şeyler...
EE: Ama kendi muhabbetlerinde bunları yapıyorlar, bizde yapıyoruz
ED: Ama biz mahrum kalıyoruz bundan.
EE: Biraz öyle işte, gelenekte var, ama biz bunu doğru bir şekilde taşıyamadık, sunmayı beceremedik, bilemedik. Bu albümün oluşmasında repertuarın belirleyicisi biraz ben oldum, ama işin ayağı, nasıl bir tarz olsun, nasıl bir şey yapalım fikrinde Kayhan biraz daha belirleyici oldu. Onun tecrübesi çok önemliydi.
ED: Dolayısıyla buradaki çalışmanın da sizin için bir ilk olduğunu söyleyebiliriz. Hatta albüm kapağında da yazmışsınız bunu. Siz çalarken neler hissettiniz, kişisel tecrübenizi merak ettim. Yani bir türkü çalıp söylemek insana bir şeyler hissettirir, ama bu çalışmda özel olarak neler hissettiniz ve bakışınızda değişiklikler oldu mu?
EE: Ben kendime döndükçe, kendi istediğim gibi çalabildiğim şeyin değerli olduğunu anladım bu albümle. Bu çok önemli. Ben çaldığım zaman yüreğimden bir şey kopuyorsa o değerli, onun karşıya da aynı etkiyi bırakacağına inandım, o fikir bu albümden ortaya çıkmaya başladı. Yani çalarken bir telaş vardır, “acaba nasıl çalacağım, ne çalarsam insanlar beğenir?” diye, böyle bir icra tarzı var, bir de kendine çalar gibi çalıp, onun değerli olduğunu ve en güzel şeyin, en iyi sunumun, en iyi icranın da o halle olabileceği düşüncesi bu albümle oldu. Bana kazandırdığı en büyük şey bu oldu, ben bu albümle 5-6 merdiven bir anda ilerlediğimi hissediyorum.
ED: Buradan az önce söylediğinizle bir bağlantı kurabiliriz aslında, “kendi içime dönerek çaldığımda daha iyi olduğunu, daha iyi ifade edebildiğimi” düşünüyorum dediniz, “aslında bu gelenekte vardı, ustalar kendi aralarında muhabbetlerinde bunu yapılardı” diyordunuz. Ben eski üretimlere biraz daha yakın durabiliyorum, daha çok sevebiliyorum. Acaba bununla bir bağlantısı olabilir mi?
EE: Tamamen onunla ilgili, çünkü orada bir hesap-kitap yok, yani kendini ifade ediyor orada. Kendini ifade ettiği için de onun değerli olduğunu anlayamıyor.
ED: Günümüzdeki eksiklerden biri bu diyebiliriz belki de.
EE: En büyük eksik bu; biz bir başkasının çaldığı şeyi, bir başkasının yapabildiği şeyi kendimiz yapamıyorsak değerli görüyoruz, kendi yaptığımız şeyi değerli görmüyoruz, oysa kendin için sıradan bir şey başkası için çok zordur. Yani siz Türkçe konuşuyorsunuz, İngilizce konuşabilen birisi için sizin yaptığınız şey çok zor bir şey. Size de onun yaptığı iş zor gelir. Buna benziyor.
ED: En kötü orijinal bile en iyi taklitten yeğdir.
EE: Kesinlikle.
VB: Az önce söylediğiniz gibi, belki bir dönüm noktası bile olabilir kariyerinizde bu albüm. Sohbet de çok derin olmuş Kayhan Kalhor’la. Şimdi bir proje daha var yanılmıyorsam, biraz ondan da bahseder misiniz? Yine İranlı kemençeci Kayhan Kalhor’la çalışacaksınız galiba?
EE: Evet, iki ayrı proje düşünüyoruz, hem İran’la hem Türkiye ile, bir ya da iki müzisyenle birlikte bir proje. Yani 5 veya 6 enstrümanlı bir proje olacak. Onun dışında bir de yine bu albümün devamı var, tabii repertuar çizgisi biraz daha farklı olacak. Repertuarı belirlemediğimiz için üzerinde çok fazla bir şey konuşamayacağım ama böyle iki proje var.
VB: Çok teşekkür ederiz buraya geldiğiniz için.
(18 Ekim 2007 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)