Asya’nın doğusunda yer alan ada ülkesine yolculuğum başladığından içimdeki heyecanı dizginlemekte zorluk çekiyordum. Zira kuzeydoğu güneybatı doğrultusunda hafif bir yay biçiminde sıralanan dört büyük ada (Hokkaido, Honşu, Şikoku ve Küşü) ile çok sayıda küçük adadan oluşan Japonya’ya gidiyordum. Çocukluğumdan beri hayran olarak izlediğim Japon animasyonları, manga kültürü, kimono, samuray, geyşa ve nice farklı ezgiler ve görsellikler. Her ne kadar gezim tüm Japonya’yı kapsamasa bile başlangıç için Osaka, Koşimoto, Kyoto, Nara ve Kobe bana fazlasıyla yeterliydi.
Osaka Körfezi’ndeki yapay bir ada üzerinde kurulan, mimarisi ile uluslararası bir üne sahip olan Kansai havalimanına indiğimde heyecanım doruktaydı. Dünyanın enlemesine en geniş binası ünvanına sahip olan bu bina yaklaşık 1,6 km uzunluğunda. Son derece organize ve yardımcı bir pasaport kontrolünden sonra ilk durağım Honşu adasında yer alan, Kansai bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olan Osaka oldu. Adanın orta güney kesiminde yer alan bu şehir, Japonya’nın ikinci en büyük şehri. Yüzölçümü Türkiye’nin yarısı kadar olan bu adacık topluluğu, nüfus olarak Türkiye’nin iki katı, bu yüzden şehre karıştığınız ilk anda her yönde akıp giden insan seli ile karşılaşıyorsunuz. Bir anda Osaka sakinlerinin dünyadaki herkesten daha hızlı yürüdüğü efsanesini birebir yaşıyorsunuz.
1970’te Dünya Expo, 2002’de Dünya Kupası’na ev sahipliği yapan böyle hızlı bir şehirde ilk dikkat çeken unsur farklı mimarideki gökdelenlerle dolu olması. “Bir gökdelen ormanı” dersek abartmamış oluruz. Tarih boyunca büyük depremlere şahit olan Kobe’nin çok yakınında olmasına rağmen, birbirinden değişik ve ilginç modern gökdelenleri ile adeta bu gerçeğe meydan okuyor. Depremin eksik olmadığı böyle bir coğrafyada böyle binalar görmek ise ister istemez sizi etkiliyor.
Osaka’nın her yerinde bir telaş, bir heyecan, bir koşuşturmaca mevcut ancak buna rağmen trafik oldukça az. Zira halk arasında tüm Japonya’da olduğu gibi ulaşım için bisiklet kullanılıyor. Araba kullananlara kıyasla bisiklet kullananların ezici bir üstünlüğü var, zira ülkenin yüzeyinin çoğunlukla düzlük olmasından dolayı Japon’lar bisiklet kullanmayı yürümeye ve arabaya tercih ediyorlar Bu yüzden şehir ve sokakların tüm planlaması bisiklet düşünülerek yapılmış. Özel bisiklet parkları, yolları aklınıza ne gelirse var. Ancak teknolojik üstünlüğe sahip olan bir ülkede bisikletlerin en üst modelde olması gerektiğini düşünürken tam tersi ile karşılaşıyorsunuz, zira olabilecek en basit ve sade modeller kullanılıyor. Kısacası işlerini gören cihazlarla yetinmeyi biliyorlar.
Osaka’da dolaşırken en fazla ilgimi çeken ve beni gerçekten şaşırtan şey sokaklarda neredeyse hiç evsiz ve dilenen kimse olmaması. Ülkede genel gelir seviyesinin neredeyse herkes için eşit olduğunu öğrendim.
Sokakları arşınlarken, farkettiğim bir diğer olgu da saygı kavramının hayatın her alanında tam anlamıyla yaşanması. Adım attığım her mağazada, karşılaştığım her insan, görünmez bir mecburiyet varmış gibi önümde eğildi, elbette belirli bir süre sonra aynı şeyi kendimin de yaptığını fark ettim, sanki bunu yaparken onlardan biri oldum, saygıma karşılık saygı gördüm ve içim huzur doldu.
Japonların çekingen oldukları söylenir, ancak ben bunun en ufacık bir belirtisini görmedim, aksine Japonlar yakınlıklarıyla, misafirperverlikleriyle, saygılarıyla insanlığın nelere kadir olabileceğini gösterdi bana. Dünyada yok olmaya yüz tutan insanlığın ve saygının Japonya’da her an var olduğunu görmek ister istemez içinizde bir burukluk oluşturuyor.
Dama tahtası biçiminde sokaklara sahip olan Osaka, Mido Caddesi ile kuzey-güney ve Çuoodori Caddesi ile doğu-batı ekseninde kesiliyor. Şehir içerisinde uzak mesafeler için yeraltı treni kullanılıyor ya da her biri aynı formatta olan Toyota markalı siyah taksiler. Söz konusu taksilerin en büyük özelliği ise çok temiz olmaları, adeta fabrikadan yeni çıkmış gibiler. Bir forma giyen taksicilerin hepsinin elinde beyaz eldiven var ve siz taksiye binerken size kapıyı açmaktan, bavulunuzu taşımaya, istediğiniz müziği çalmaya kadar her türlü servisi veriyorlar.
Osaka her türlü ziyaretçiyi memnun edebilecek, çok yönlü ve zengin bir şehir. Tarih meraklıarı için Naniwa-no-Miya Sarayı, 3. YY’da inşa edilen Sumiyoshi Taisha Tapınağı, 486 metre uzunluğunda olan İmparator Nintoku’nun Mozolesi, Japonya’nın en eski imparatorluk tapınağı Shitenno-ji (1.400 yıl) ve elbette aynı zamanda müze olan Osaka Kalesi görülmesi gerekenler arasında. Göz alabildiğince koyu yeşil alanlara, bahçelere ve Harikata, Daisen, Nagai, Tennoji, Meiji-no-Mori Minoh Quasi gibi doğal parklara sahip olan şehir, doğa düşkünleri için tam bir cennet. Eğlence ve alışveriş meraklıları için ise Hollywood’un büyüsünü yaşayabileceğiniz Universal Stüdyoları, dipsiz bir dehliz olan Osaka Akvaryumu, 2,6 km uzunluğundaki Tenjibashi Suji alışveriş caddesi, 170 m yüksekliğindeki Shin-Umeda binası ve Japonya’nın en büyük outlet mağazası olan Rinku kaçırılmaması gerekenler arasında.
Şehri dolaşırken özellikle müzelerde Japonların çocuklarının eğitimine ne kadar önem verdiklerini görüyorsunuz. Zira günün her saatinde en ufak müzeden tutun da en büyük ve kapsamlı müzeye kadar her yerde öğrenci grupları ile karşılaşıyorsunuz. Her okulun kendine özgü üniformaları birbirine karışıyor ve resmen görsel bir (kırmızı, lacivert, mavi, turuncu, sarı, yeşil) şölen yaşıyorsunuz. Çocukların sessizce öğretmenlerini dinlemeleri, öğle vakti yere serdikleri bir örtü üzerinde kız/erkek olarak ikili yemek yemeleri görülmesi gereken bir manzara. Dakiklik ve düzen dünyanın başka hiçbir yerinde bu kadar gözle görünmez.
Yabancı olduğunuzu doğal olarak fark eden öğrenciler, utangaç bir biçimde yanınıza yaklaşıp “siz neredensiniz?” diyip iletişim kurmaya çalışıyorlar; birkaç kelimeden sonra utangaç gülümsemeler arasında en son teknolojiye sahip cep telefonlarıyla fotoğrafınızı çekmeleri ve size sımsıkı sarılmaları bu kültürün ne kadar cana yakın olduğunun bir başka göstergesi.
Osaka’nın gece hayatı ise bir başka lezzet. Özellikle Dotonbori Kanalı boyunca ilerleyen, Dotonboribashi ve Nipponbashi köprüleri arasında yer alan Dotonbori alışveriş ve lokanta caddesi mutlak görülmesi gerekenler arasında. Neon ışıklarının envai çeşidi ve gizemi sabahın ilk ışığına kadar nefesinizi kesecek nitelikte.
Osakalılar gece hayatında önemli bir yere sahip olan yemek konusuna çok düşkünler, zira adım attığınız her yerde bir yerel lokanta veya kafeye rastlayabiliyorsunuz. Özellikle, içi deniz mahsulleri (bilhassa ahtapot) ile tıka basa doldurulan yumuşak yuvarlak hamur içinde pişirilen bir çeşit mantıya benzeyen ‘takoyaki’ tadılması gerekenler arasında. Okonomiyaki (kızartılmış hamur keki), udon (Japon makarnası), yöresel sushi ve ramen Osaka mutfağının diğer önemli yemekleri. Ayrıca bir nevi kendin pişir kendin ye zihniyetine sahip olan Şabu Şabu lokantalarında bir akşam yemeği yemeniz şart, zira önünüzde kaynayan suyun içine daldırdığınız ince kıyılmış et ve taze sebzenin lezzetine doyum olmuyor. Japon mutfağı her gezginin mutlak suretle yaşaması gereken bir serüven.
Daha yüzeli yıl öncesine kadar dünyanın geri kalan kısmından izole olan Japonya, o zamandan beri büyük darbeler almasına rağmen inanılmaz bir atılımda. Günlük hayatımızda kullandığımız pek çok Japon ürünü sayesinde, bu 6.800 volkanik adadan oluşan ülkeyi tanıdığımızı zannediyoruz, ancak bu ülkeye attığınız ilk adım ile kendinizi bambaşka bir diyarda buluyorsunuz. Japonya’dan ayrılmak çok zor oluyor, ancak bir daha geri dönmek sözü vererek dönüş uçağınıza binebiliyorsunuz; zira arkanızda duygusal bir bağ bırakmadan bu ülkeden, bilhassa Osaka’dan ayrılmak imkânsız…
İlginç bilgiler:
Ülke 6.800 adadan oluşmakta. Sırasıyla ilk beş büyük ada: Honşu, Hokkaido, Kyuşu, Şikoku ve Okinava.
Ülkenin ulusak kuruluş tarihi İsa’dan önce 660 yılına dayanıyor
Japonya’nın kelime anlamı “Yükselen Güneşin Toprağı”.
Ülkedeki tuvaletlerin hepsi “süper otomatik”, ısıtmalı sistemden, su sesi yayınına kadar hepsi çok kapsamlı. Japonlar bu konuda oldukça hassas.
Her tuvalette mutlaka tıraş bıçağı ve köpüğü mevcut. Japon erkeklerinin her zaman sinek kaydı tıraşlı olmalarının en büyük nedeni.
Japon hamamlarına mutlaka anadan doğma giriliyor. Sadece ufak bir el havlusu gerekirse mahrem bölgenizi kapatmak için kullanılıyor.
Neredeyse her sokağın başında ve sonunda içecek satın alabileceğiniz otomatik makineler var. Fiyatlar 150 – 300 yen arasında değişmekte.
Japon erkekleri için saçları özellikle çok önemli ve her türlü bakım için ciddi paralar harcanıyor.
Her otel odasında Yeni Ahit ve Buda’nın öğretileri adlı iki kitap mevcut.
Japonya’da iki diyalekt var. Biri Katagana diğer Hiragana.
Japonlar soldan-sağa ve yukarıdan aşağıya yazıyorlar. Özellikle Latin bazlı kelimeler soldan sağa yazılıyor.
Her ne kadar Budist dini yaygın olsa bile düğünler kilise benzeri şapellerde yapılıyor.
Sekse karşı genel bir merak ve eğilim var. Her bakkal benzeri mağazada mutlaka bir pornografik kısım var. Söz konusu pornografik mecmuaların çoğu çizgi roman (manga) formatında.
Yavaş yavaş ülke çapında sigara içme yasakları başlıyor.
İstanbul, Yalova, Giresun ve Mersin Japonya ile kardeş şehirler ve ilişkiler oldukça yoğun.
Ziyaret edilen her müzenin bir damgası var. Alınan broşürde yer alan boş dama yerine isterseniz bu damgayı basabiliyorsunuz.