Orhan Pamuk romanlarının, uluslararası tanınmışlık açısından, Türk yazınında bir doruk noktası olduğu artık nesnel biçimde belgelenmiş oldu. Bu saptamayı resmi dile çevirirsek, Pamuk’un Nobel’i, Türk yazılı kültürü için, Orhun Yazıtları’ndan bu yana en yüksek uluslararası kabul ve takdirin belgesidir diyebiliriz. Orhun Yazıtları da dahil... Bizde bu yazıtları ilkokul çocukları bile bilir -ezber yüzünden-. Ama dünyada birçok tarihçi bile bilemeyebilir bunları. Zaten bizler de Frankların ya da Germenlerin ilk yazılı belgelerinin ne olduğunu biliyor muyuz sanki? Bu konuda birşeyler söyleme gereğini duymamın öyküsünü de kısaca özetleyeyim. Nobel haberini duyduğum anda, sevinçle birkaç dostumu aradım. Bunların arasında duygularımı en içtenlikle paylasan kişi Perihan Mağden oldu. O da birtakım militarist sivillerin boy hedefi olmuştu. “Sevinçten uçuyorum” dedi. Ben de, “darısı başına” dedim. Ama asıl anlatmak istediğim olay şu: Profesör kuzenimi aradığım sırada yüksek lisans öğrencileriyle dersteymiş. Haberi verdim. Öğrencilerine de söylemiş. Yuhalamışlar. İşte tartışılmaya değer olan şey ‘müstakbel aydın elitimizin’ bu davranış biçimi. Unutmamak gerekir ki, Orhan Pamuk’tan önce dünya çapında en tanınmış Türk, bir katil ve Papa suikastçısıydı. Şimdi en azından bu unvanı Nobel ödüllü bir yazar ele geçirdi. Sırf bunun için bile Orhan Pamuk’a teşekkür borçlu olmamız gerekir. Ayrıca, Ağca serbest bırakılır gibi olduğunda, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye sokaklarda tepinenlerle, mahkeme çıkışında, Pamuk’un arabasına yumurta atıp yuhalayanların aynı düşünce ve davranış yapısında insanlar olduklarını da gözden kaçırmayalım. Kendilerini aydın diye niteleyen pek çok kişi de, “onun romanlarını okumadım, okumam da” diyebiliyor. Oysa tanımadan, bilmeden konuşmak cehaletin tanımı değil midir? Aydın olmanın kriteriyse olaylara, olgulara önyargısız bakabilmektir diye biliyoruz biz. Yoksa diplomaları biriktirmek, kitapları ezbere yalayıp yutmak değil. Kimileri de onun romanlarının zor okunduğunu, birçoklarının kitapları satın alıp okumadıklarını ya da okuyamadıklarını öne sürüyor. Bu daha kabul edilebilir bir sav. Çünkü yazın ve sanat ürünlerini algılayabilmek okuyucu ve izleyiciden de belirli bir birikim ister. Bu ürünlerin içerikleri kadar biçimlerinden de haz alabilmeyi sağlayan bir birikimdir bu. Yalnızca dizi film izleyip birkaç da bestseller formunda yazılmış kitap okuyan kişilerin yazınsal değeri olan romanlardan sıkılmaları anlaşılabilir bir durum. Yalnızca pop müzik ya da arabesk dinleyip bir resitali işkence olarak kabul eden kişiler gibi. Ya da resim sanatı açısından değeri olmayan bir manzara resmini, bir portreyi ya da Playboy’dan kopyalanmış bir nü çalışmasını marifet sayıp Picasso’yu “netekim- deli saçması” diye niteleyen bazı saygın insanlar gibi. Kafka’dan zevk almadığınızı söylemeniz anlayışla karşılanabilir. Ama Kafka’yı ciddiye almıyorum derseniz ciddiye alınmamayı hak edersiniz.Daha kalabalık bir kesimin Pamuk’a antipati duymasının nedeni Ermeni meselesi üzerine, tüm söyledikleri arasından cımbızla çekilmiş, tek bir cümleye dayanıyor. Oysa Türkiye’nin resmi görüşü bile 1915’te yüzbinlerce kişinin öldüğünü, kat kat fazlasının da dayanılmaz acılar çektiğini kabul ediyor. Resmi görüşün en fanatik savunucularından, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, bu olaylarda 500 bin Türk’ün öldüğünü CNN’de bir Fransız milletvekiline anlatıyordu. Bu yaklaşımdaki ayrımcılığı, biz ve onlar mantığını bir yana bırakırsak, Orhan Pamuk’un dile getirdiği bir milyon rakamını pazarlık etmekten başka yapacak iş kalmaz. Ya da Fransızlar gibi, yasakçı bir kanun çıkarıp -301 yetmiyorsa eğer- hem Ermeni hem de Kürt sorunlarıyla ilgili tartışmalara son noktayı koymayı deneyebiliriz.Ayrıca, Orhan Pamuk soykırım ya da “jenosid” sözcüğünü kullanmıyor ve bu terime sıcak bakmadığını da her fırsatta dile getiriyor. 1915’teki karşılıklı katliamlar silsilesine soykırım ya da jenosid denip denemeyeceği belki bir uluslararası hukuk sorunu olabilir. Ama antropolojik açıdan sorunun ve sonucunun ‘etnosid’ kavramıyla karşılanabileceği açıkça görülüyor. Çünkü bu kavram ‘bir etnik kültürün izlerini belirli bir coğrafyadan silmek’ anlamını taşır. Soykırım yani jenosid bir insanlık suçuysa, etnosid en azından “insanbilimsel” bir suçtur. Mahkemeleri değil yalnızca aydınların vicdanını ilgilendirir.Geriye bir de, “Nobel seçici kurulu Pamuk’un demeçlerinden etkilenmiş olabilir mi?” sorusu kalıyor. Olabilir. Yıllar önce Sartre’a Nobel veren jüri de O’nun Fransa’nın Cezayir’deki haksız savaşına karşı çıkışından etkilenmiş olabilir. Böyle bir etkilenme varsa bile, bu ne Pamuk’u ne de -toprağı bol olsun- Sartre’ı bağlar.
Canlı Yayın
Kâinatın tüm seslerine, renklerine, titreşimlerine Açık Radyo...
Ekolojiden siyasete, edebiyattan müziğe Açık Radyo'da haftanın öne çıkan gündemleri mail kutunuzda!
İletişim
Açık Medya Yayıncılık A.Ş.
Koltukçular Çıkmazı No 7 İç Kapı No 2
Tophane, Beyoğlu, İstanbul, TR-34425
Telefon: +90 212 343 4040
Faks: +90 212 232 3219
E-posta: [email protected]