20 Kasım 2009Referans Gazetesi
1963 yılı sonbaharında, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde üniversite öğrenimime başladım. Medeni hukuk dersinde hocamız, rahmetli Prof. Dr. Kemal Fikret Arık idi. Bizlere sadece hukukun temel ilkelerini anlatmakla yetinmez, kendimizi geliştirmek için öğütler, hatta talimatlar ("her gün 10 yabancı kelime öğrenin" gibi) verirdi. Bu derste okumamızı öğütlediği kaynaklardan birisi, o sıralarda yeni çıkmış bir kitapta yer alan ilk yazı idi. Kitap, Türkiye'nin önde gelen aydınlarından birisi olan Orhan Burian'ın (1914-1953) yazılarından seçmelerdi. [Orhan Burian: Denemeler Eleştiriler, İstanbul: Çan Yayınları, 1964] Orhan Burian, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde profesördü. Döneminin kültür yaşamına büyük katkılar yapmış bir insandı. Söz konusu yazı ise 1947 yılının mart ayında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencilerinin bir kısmının sol eğilimli öğretim üyelerinin tasfiyesini talep eden eylemleri üzerine kaleme alınmış, zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye gönderilmiş. Mektubun İsmet İnönü'ye ulaştığı anlaşılıyor.
Orhan Burian (s. 7-8, seçim ve işaretlemeler benim) diyor ki:
"[...] Yeni Türk Devleti'ni kurarken onun yaşayıp gelişebilmek için lâikliği pek gerekli gören düşünüşle, yirmi yıl sonra bilim ve düşünce hayatı için de aynı zorunlu[lu]ğu kabul eden düşünüş herhalde birdi. Gelecek kuşakları geçmiştekilerin körlüğünden, uyuşukluğundan kurtarmanın yollarını arayan düşünüştü. Türk üniversitelerinin bağımsızlığı düşüncesi, bunun için, aziz ve saygın oluyor. Yine onun içindir ki o düşünceyi bulandırmak isteyen her davranış üzüntü, hatta korku veriyor.
Bu memleketin esenliğini sağlayan bir yasa ve adalet vardır. Bütün yurttaşlar o adalet karşısında davranışlarından sorumludurlar. Memleketin hayatına zararı dokunacak her işin hesabını yasa sorar ve cezasını yasa verir. Yine bu memleketin düşünce esenliğini sağlayacak bir üniversitesi olduğu kabul edilmiştir. Bütün bilim ve düşünce adamları onun nizamları karşısında, bilim görüşünü kaybetmemekten sorumludurlar. Bu nizamlar bilim onurunu kıran her düşüncenin hesabını sorar ve cezasını verir.
Eğer böyleyse, bizlerin, bir kere yurttaş olarak devletin yasaları, bir kere de hizmetinde olduğumuz bilim kurumunun nizamları önünde sorumluluğumuz ve güvenliğimiz- sınırlandırılmıştır. Çalışmamız da ancak bu sorumluluk ve güvenliğimizi bilmekle yolunda ilerler. Devletin yasaları ve bilim kafasının gereklerine aykırı düşm[e]yen her eğilim üniversite içinde ve dışında kendini gösterebilir ve üzerinde görüşülüp yazışılabilir. Ama bu eğilimlerin hepsi de kişisel ve cüzi şeylerdir, külli ve genel sayılamaz, saydırılamaz. Her birisi bir hayat görüşünün eseridir; kişinin gönlüne göre benimseyeceği bir iştir. Bunlara Türkiye'de de en azından her demokraside olduğu kadar- yer bulunabilir.
Durumun böyle olması beklenirken, şimdi bir eğilim devletin yasalarından ve üniversitenin nizamlarından üstün gözükerek kendini düşünce dünyamıza kabul ettirmek kavgasına girişmiş oluyor. Biricik bilim yolu diye benimsenmeyi istiyor. [...]."
Aradan 62 yıl geçmesine rağmen, o olayları anımsatan isteklerle hâlâ karşılaşılabiliyoruz. Türkiye'nin XXI. yüzyılın küreselleşen (mali piyasaların küresel boyutta eklemleşmesini kastetmiyorum) dünyasına olumlu bir biçimde uyum sağlayıp sağlayamayacağı sorusuna yanıt ararken, siyasetle pek ilgisi olmayan rahmetli Orhan Burian'ı cumhurbaşkanına mektup yazmaya iten ortamın izlerinin hâlâ var olduğunu görmek umut kırıcı oluyor.
Bir noktayı daha ekleyeyim: Sabancı Üniversitesi'nde yarı zamanlı olarak ders veriyorum. Bu üniversitenin özgür düşünce ortamı da beni oraya çeken en önemli neden. Bu ortamın sağlanmasına çok büyük katkısı olduğuna tanık olduğum kurucu rektör Prof. Dr. Tosun Terzioğlu'na bir kere daha teşekkür ediyorum.