25 Temmuz 2011
15 Mayıs’ta binlerce insan, İspanya’daki mali krizin ardından ülke ekonomisinde uygulanmaya konan neoliberal tedbirler karşısında yer alma çağrısına cevap vererek sokaklara döküldü. İspanya’nın ünlü meydanlarını dolduran bu muazzam kalabalık 125,000 kişiye ulaşarak örgütleyiciler ve katılımcılar da dahil olmak üzere herkesi şaşırttı[i]. “Öfkeliler” olarak adlandırılan örgütlenme, sadece birkaç gün içerisinde bir noktaya dikkat çekmekten kamp oluşturmaya, kamp idaresinden devrim hareketine doğru yöneldi.
Dört hafta sonra, 19 Haziran’da yapılan ikinci bir yürüyüş, 250,000’den fazla kişiden oluşan kalabalık ile bir kez daha bütün beklentileri aştı ve daha da önemlisi bir önceki hareketi katılımcı sayısı olarak ikiye katladı. Bu rakam hiç kuşkusuz etkileyici. Ancak o zamana değin 15-M sadece bir protesto tarihi değil, aynı zamanda acil talepleri ve uzun vadede politik arzuları olan bir örgütlenmenin ismi haline geldi. Bugün hareket artık kendi kurumlarına, önermelerine, gelişim aşamalarına ve hatta kendi gazetesine, sanat çalışmalarına ve 4-işaretli bir dile sahip. Bu hareket bazı seçkinleri korkutuyor çünkü birçokları için umut yaratıyor.
Geriye bakış: Daima, Sessizlerin Başına...
2008 mali krizinin önceki akşamında İspanya ekonomisi hala güçlü görünüyordu: GSYİH, %4 sabit oranında artıyordu. Tüketim yüksek, gayrimenkul fiyatları göğe ulaşmış durumdaydı. Ancak bu durum sadece bir yanılsamadan ibaretti. Zengin ve fakir arasındaki eşitsizlik giderek artmakta, işsizlik oranı hâlihazırda çok yükseklerdeyken, tüketim ancak büyük borç düzeyi ile mümkün hale gelmekteydi. Buna rağmen Hazine’nin gelişimi ve mali sağlığı, devlet kaynaklı bir sosyal güvenceyi en Avrupai şekilde mümkün kılmaktaydı.
2008’in son çeyreğinde, “üç küçük domuz” hikâyesindeki gibi, büyük kötü kurt rolündeki ABD’nin alt gelir grubunu hedefleyen krizi, burnundan solur halde üfleyerek ve püfleyerek İspanya’nın balondan evini yıktı. İspanyol finans kurumları “zehirli” Amerikan varlıklarına sahip olmamasına rağmen çatıları samanla kaplıydı ve İspanya ekonomisi 2008’in sonunda çöktü. İşsizlik ülke çapında %20’ye ulaşırken en büyük darbeyi %45’lik işsizlik oranıyla ülkenin en genç vatandaşları aldı. İspanyolların 1/5’inden fazlası bir anda yoksulluk sınırı (kişi başı 11,250 dolar/yıl) altına düştü.
O andan itibaren toplamı sosyal devlet olarak adlandırılan sosyal hükümler kutsal olmaktan çıkmıştı. Her iki kanatın siyasetçileri sosyal harcamaları, hâlihazırda kötü olan ekonomik durumu şiddetlendiren bir yük olarak değerlendiriyordu. Halk işçi sendikalarına ve sosyal güvencenin geleneksel savunucularına olan güvenlerini kaybetmiş, onları zayıf ve müsamahalı devlet destekçileri olarak nitelendiriyordu. Şirketlere, kısmen halkın vergileri ile azaltılmış tazminat bedelleri ile binlerce çalışanı işten çıkarma ayrıcalığı sağlanmıştı. Tüm bir jenerasyonu etkileyen sosyal ve ekonomik buhranın ortasında beklenebilecek olan güçlü ve belki de saldırgan bir tepki ise gerçekleşmemişti.
Hatta 1 Mayıs’ta, Amerika’nın aksine burada hala İşçi Bayramı olarak kutlanan günde yapılan protestolar kayda değer bir ilgi çekmemiş, halk içinde coşku ve gayret oluşturacak gücü elde edememişti. Karar mekanizmasının kodamanları tarafından uzun zamandır gözlenen bir işaretti bu: herkes yerinde oturuyor ve olanları sineye çekiyordu! Artık her istediklerini yapabilmeleri için yolları açıktı. Esir düşen organizatörlerden oluşan bütün bir kadro bu kötü oyunun son hamlesi için hazırlanabilirdi. Onlar kazanmıştı; biz ise denememiştik bile.
Bu ortamın şartları, güçlüler için cezadan muaf olma, gerisi için ise boyun eğme haliydi. Yolsuzluk skandalları çoğaldı ve elbette görevi sona eren tek toplumsal figür bu yolsuzluklara karşı dava açan hâkim Baltasar Garzón oldu[ii]. Bu ve bunun gibi bir sürü bulanık, karanlık mesele, toplumun politikacılara, işçi sendikalarına ve hatta insan doğasına karşı inancını yitirmesine ve küsmesine sebep oldu. Kötümserlik mantıklı bir savunma mekanizması haline gelmekteydi. Tişörtlerimizde “insanlar berbat” yazıyordu. Üstelik bütün bunlar yaşanırken, süper-zengin yatırımcı azınlık, sıradan kalabalıktan kilometrelerce uzaktaki garnizonlu sığınaklarında, sakin ve güvenli bir şekilde zaferlerini kutluyorlardı.
Bu zamanlarda, 15 Mayıs’ın önceki akşamında bile, bu algılamaya, ne kadar korkunç ya da zalim görünse de, bir budala gibi görünmeden meydan okumak imkânsızdı.
Toma la Calle!
İşçi Bayramı ile yaşanan hayal kırıklığının ardından bu yıl daha önce başarılı protestolar düzenleyen Madrid Complutense Üniversitesi öğrencileri tekrar bir çağrıda bulunma şansı buldu. Bu platform yalın ve politik partilerden ve işçi sendikalarından bağımsızdı. Kendilerine “sade ve her çizgiden vatandaşlar” ismini verdiler ve manifestolarında özellikle “bazılarımız ilerici, bazılarımız tutucu” vurgusunu yaptılar. Reform için yapılan bu çağrı genel kamu yararını programa dâhil etmeyi ve halk için olumlu sonuçları politikanın başarı ölçeği haline getirmeyi amaçladı. En önemli hedeflerden biri politik sınıfa “bu karmaşayı yaratanın bedelini de ödemesi gerektiğini” hatırlatmaktı. Platformun ismi “Gerçek Demokrasi Hemen Şimdi” idi (Democracia Real Ya).
Öğrencilerin bu çağrısı her iki kanadın partilerine -sağda muhafazakâr PP (Halk Partisi) ve ortanın solunda PSOE (İspanyol Sosyalist İşçi Partisi)- mesafeli yaklaşıyordu. Mesaj hassas bir noktaya dokundu. Bir anda binlerce insan İspanyol Madrid, Barselona, Valencia, Sevilya, Bilbao ve bir sürü başka şehirde sokaklara döküldü. Kimse böyle bir durum olmasını beklemiyordu. Bu bir uyanış gibiydi. Yürüyüşün sonundaysa kötümserlik artık son bulmuştu.
Kişisel bir bakış açısından, bu kesinlikle hayatımın en güçlendirici deneyimiydi. İnsanların dayanışma ve sağlam bir inanç oluşturabileceğini öğrendim. Meğer “insanlar berbat” değilmiş.
Toma la Plaza!
Yürüyüş sonrasında Madrid’in göbeği Puerta del Sol’da eyleme devam eden 24 kişinin tutuklanmasının ardından yüzlerce kişi, protestocuların serbest bırakılması için oturma eylemine karar verdi. Eylem için çadır ve barınaklar kuruldu. Çevre sakinleri yemek ve çeşitli malzemelerle eylemcilere yardımda bulundu. Sadece iki gün sonra 17 Mayıs’ta insanlar mesai bitiminde eylem alanına uğrayarak “öfkeli” olarak adlandırılan eylemciler ile olan dayanışmalarını gösterdi.
Bir sonraki çarşamba kampa geldiğimde ilk izlenimimi hatırlıyorum. Derin sohbetlere dalmış bir sürü insan vardı ve ortamdaki sosyal çeşitlilik muazzamdı; göçmenler ve yaşlılar, feministler ve aile babaları ile çocukları, evsizler, lise öğrencileri, işsiz işçiler, muhafazakârlar, Finli bir turist ve ben. Hala beni terk etmemiş olan güçlü his, herkesin birbirine karşı güvensizliğini bırakmış olduğu yönündeydi. Hepimiz sohbetlerimize başlarken karşımızdakinin iyi biri olduğunu varsayıyorduk.
Kampın üçüncü gününe doğru Madrid’in göbeğinde toplanmış 5,000 ile 20,000 arasında insan vardı. Protestocuların oluşturduğu büyük kalabalığın resmi Washington Post gazetesinin kapağında dahi yer aldı. Kamp örgütü kişilerden yiyecek getirmemesini rica etmek zorunda kaldı; yiyebileceğimizden çok daha fazlası vardı. Kamp her saat daha da büyüyordu. Bizim sayıca çok fazla onların ise çok az olması fikri artık hareket gücü kazanıyordu. Medya sürekli “ne istiyorlar?” sorusunu soruyordu ki bu Lonnie Atkinson şarkısındaki gibi bir söylemdi, “neye karşı olduğunuzu biliyoruz, ama neyi savunuyorsunuz?” Kamp meclisi bu sorunun endişesi üzerine kurulmuştu.
Bir #ispanyoldevrimi doğuyor
#ispanyoldevrimi zamanın en sıcak konusu haline gelmişti. Yine yeniden bir “ispanyol devrimi”ni andıran etiket sosyal ağ sitesi Twitter’da en popüler konu haline gelmiş, dünyanın bütün televizyon ve medya kuruluşları can havli ile bu hareketin temsilcisini bulmaya çalışıyordu.
Medya ile tipik bir sohbet çoğu zaman şu şekilde ilerliyordu:
Muhabir: “Lideriniz kim?”
Cevap: “Lider yok. Bu bir yatay örgütlenme.”
Muhabir: “Peki ya o bıyıklı adam? Democracia Real Ya’daki[iii]?”
Cevap: “Biz DRY değiliz, biz insanız. Biz buradayız çünkü sadece öfkeliyiz. Bunu anlamanız niye bu kadar zor?”
Muhabir: “Tamam, anlamıyorum…”
Hakikaten de DRY artık yetkili değildi. Bu bir yandan ilk etapta uyumlu önergeler oluşmasını engellerken öte yandan insanların kendi kendilerini organize etmesini sağladı. Birinci haftanın sonunda Puerta del Sol kampı küçük bir köy ve kendini yöneten bir topluluğun laboratuarı haline geldi. İnsanların hep beraber ortaklaşa karar alabilmesi ütopik damgasından kurtuldu ve inanırlılık kazandı çünkü bu oluşum herkesin gözü önünde meydana geliyordu. İnsanlar bunu görebiliyor ve isterlerse bir parçası olabiliyorlardı.
Kamp, büyüklüğüne bağlı oluşan ve işbölümüne göre şekillenen komiteler ile kendi kendini yönetiyordu. En başta dört adet komite vardı. Puerta del Sol kampı 12 Haziran’da kapatıldığında yaklaşık 15 adet komite oluşmuştu. Kamp son derece organizeydi, kampçılara ve ziyaretçilere bazı belgesellerin gösterildiği 15-M sineması bile sunuldu.
Kamp ile ilk Karşılaşma
Kampı ilk defa ziyaret edişimi hatırlıyorum. İlk tepkim bir resepsiyonist ya da danışma masası bulmak, böylece sorularımı sorabilmek ve hatta tüm yerin haritasını alabilmekti. Ne ahmakmışım! Böyle önyargılı düşünmeyi bırakmam gerek. Sonuçta bir tren istasyonunda ya da milli müzede değildim. Bu nedenle müsait görünen ilk insana sormaya karar verdim. Her yerde sıra vardı ve sıranın bana gelmesini sabırla beklemeliydim. Öylesine bir masanın arkasında duran gönüllü çalışan bana kamp hakkında bilmem gereken her şeyi söyledi. Ne kadar profesyoneldi! Çok heyecanlıydım, kantini, kreşi ve kütüphaneyi görmek için can atıyordum. Çocukların oyunlar oynayabildiğini ve yaklaşık 4,000 adet kitap topladıklarını söylediler. Genç gönüllü bana yönleri tarif ettikten sonra danışma masasına gitmemi ve orada harita ve diğer gerekli her şeyin bana verilebileceğini söyledi. Ne ahmakmışım…
İlk ziyaretimden bu anekdot bütün hareketin çalışma etiğini ortaya koyuyor. Bu insanların gönüllü olarak orada bulunması, iş yapmadıkları manasına gelmiyor. Madrid’deki Puerta del Sol, hakkında en iyi bildiğim kamp, coşkulu ve canlı bir atmosfere sahipti ve gönüllüler arasında güzel bir enerji hâkimdi. Hızlı bir tempoda önemli derecede iş yapılmaktaydı. Sonuç harikaydı.
Komiteler
Komiteler hareketin bir anlamda idari kanadıydı. İşleri hem kamp olayları hem de bir bütün olarak hareketle ilgiliydi. Bu sebeple, burada bahsettiğim komitelerden bazıları hala yaşıyor. Yaklaşık 15 taneydiler ama ben burada sadece 12’sini belirteceğim: hukuk, revir, altyapı, saygı, temizlik, kütüphane, sanat, kreş, arşiv, iletişim, genişleme ve bilgi.
Hukuk komitesi başlangıçta kurulmuştu ve hiç şüphesiz kampın başarısının anahtarıydı. Görevi (hala da sürdürdüğü şekliyle) otoriteler, polis ve kamptan etkilenen herkesle olabilecek tartışma ve çatışmalarla ilgilenmek ve önlemekti. Her gece buluşan 10 ila 20 000 arasındaki insan çevredeki bazı komşular ve esnaf için bir sorun olabilirdi. Komite bu şahıslarla diyalog kurmada oldukça başarılıydı. Yaptıkları, insanları toplantılar esnasında platformlara çıkmaya alıkoymaktan, hapse atılan insanları dışarı çıkarmaya çalışmaya kadar çeşitleniyordu. Bana göre bu tür bir hareketin oluşturulmasında bir hukuk komitesi elzemdir. Bunlar pahalıya mal olmadan gerilimli durumları önlemeyi öngörür ve hem araçlara hem de sonuçlara ahlaki bir kuvvet sağlar.
Revir de çalışması toplantılar esnasında oldukça görünür olan bir başka komiteydi. Hizmet, gerektiğinde hastaları kaldırıp taşımaya yardım eden gönüllülerin yanı sıra genellikle bir doktor ve bir düzine diğer profesyonel tarafından sağlanıyordu. Sol’daki bir mitingin aynı anda 5,000 kadar katılımcısı olabildiğini anlamak önemlidir. Revir komitesi katılımcıların daha kolay giriş çıkış yapabilmesi için koridorların açık tutulmasını da talep ediyordu. Ancak bu, tehlikeli yaz sıcaklıklarında insanların toplantı esnasında sıkışık kalabalıklar içinde oturmaları ya da ayakta beklemeleri anlamına geliyordu. O zaman toplantı ortasında başı dönen ve bayılan insanların olması olağandışı değildi. Etkin bir tıbbi müdahale o halde o kişiyi uzaklaştıracak gönüllülerin hızla hareket etmesine bağlıydı. Bu tarz durumların bir tanığı olarak, bu gibi olaylar olduğunda toplantıların 3-5 dakikadan daha fazla aksamadığını ve profesyonelliklerinin çarpıcı olduğunu söyleyebilirim.
Altyapı komitesinin üyeleri ise genellikle arka planda sürekli çalışıyor ve en çok gönüllüye bu grup ihtiyaç duyuyordu. Kampın sürekli genişlemeye, tamirata, malzemelerin taşınmasına, elektrik döşenmesine ve etkin bir ses sistemine, vs. ihtiyacı oluyordu. Kamp büyüdükçe belirli hizmetler ya çok küçük ya da çok zayıf kalıyordu. Her gün günlük toplantılarımızı, çalışma gruplarımızı ve diğer faaliyetlerimizi iyileştiren yeni işler görüyorduk. Komite üyeleri genellikle elektrikçiler, marangozlar, mimarlar, kendi işini görebilen insanlar ve hiçbir özel deneyimi olmayan gönüllülerden oluşuyordu.
Saygı komitesi de hukuk departmanı gibi kritik bir öneme sahipti. Onların saygı komitesinin üyeleri olduğunun anlaşılmasını sağlayan belirleyici yelekler giyen gönüllülerden oluşuyordu. Görevleri, özellikle hafta sonu gecelerinde insanlardan aşırı içmekten kaçınmalarını rica etmekti. Ayrıca meydan civarındaki dükkân girişlerinin kapatılmadığından emin oluyor ve demir kapıların üstüne resim yapılmasına graffiti yazılmasına izin vermiyorlardı. Bir bakıma görevleri, kampçılar arasında bireysel olduğu kadar kolektif de bir sorumluluğun aşılanmasından oluşuyordu.
Temizlik komitesinin işi, gelip geçen binlerce insanın arkada bıraktığı çöple ilgilenerek meydanın 7/24 temizlenmesiydi. Her ne kadar çalışmaları etkin olmuş olsa da, bu tarz bir görevin kabul edilmesi gereken teknik sınırlarının olduğu teslim edilmelidir. Dışarıda 3 ya da 4 hafta kamp yaptıktan sonra, genellikle şehrin kendi bakım ekibinin kullandığı türden gelişmiş temizlik ekipmanı gerektiren bir takım gerçek hijyen problemleri ile ilgilenmek giderek zorlaşıyordu.
Kütüphane, asli hizmetinin haricinde dikkat çeken bir komiteydi. Kütüphane hareketin destekleyicilerinin yaptığı birkaç yüz bağışla başlamıştı. Son gün olan 12 Temmuz’da, şu an Madrid’de bir yerde depolanan 4000 kitabı vardı. Katılımcılar kampın kendi kendini idare eden bir topluluğun vücuda gelmesi olduğunu erkenden fark etmişe benziyorlar. Bunun bilinciyle, kütüphane medeni ve rasyonel bir topluluğun sembolü olduğu kadar kamusal da bir alandı. Şurası açık ki, bu geleneksel şekilde kişinin gidip kitap alabileceği türden bir kütüphane değildi. Ancak sanat komitesi gibi, tüm harekete ve kampa bir ruh vermeye yardımcı oluyordu. 15-Mayıs grubu kendi sanatını ve kültürel bağlamını geliştirerek, bireysel katılımcılarının toplamından fazlasını üretiyor, kolektif bir uğraşa ve kurumlarımızı yeniden düşünmek için bir davete dönüşüyordu.
Hepsinin içinde ne en gösterişlisi ne de en sevimlisi olan arşiv ve belgelendirme, esaslı bir görevi başarmıştı. Kırtasiye ve kâğıt işlerinin toplanması ve üretilmesi sayesinde, kampa yeni gelenlere, alanda yerleşik çeşitli aktivite ve istasyonlara yönlenmede önemli bir araç olan haritaları vermek mümkün oluyordu. Bu komite ayrıca, toplantı tutanakları ve çalışma gruplarının ürettiği teklifler gibi belgelerin kopyalarının gazeteciler ve başkaları tarafından elde edilmesini de olanaklı kılıyordu.
İletişim komitesi açık ara en çok ziyaret edilendi. Hareketin mesajını yaymada internet önemli olduğu için tüm web tasarımcılarını, çevirmenleri ve sözcüleri ağırlıyorlardı. Çeşitli zamanlarda buluştuğum, bu komitede çalışan kişilerin söylediğine göre, 15-M’nin birçok eyleminden çıkan mesajlar, raporlar, tutanaklar ve diğer bilgiler İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, İtalyanca, Portekizce ve muhtemelen şimdi hatırlayamadığım başka dillere çevriliyordu. Mesajlar, hoparlörlerden İspanyolcanın yanı sıra yukarıdaki ilk üç dilde okunuyordu.
Son olarak, Genişleme komitesi 15-Mayıs hareketinin geleceğe yansımasına yardımcı oluyordu. İşi, işgalin ikinci haftasında oluşturulan komşu toplantıların koordine edilmesine yardımcı olmaktı. Puerta del Sol’daki görevi, yaşadıkları şehir ya da bölgeye göre kamuyu kendi toplantıları hakkında bilgilendirmekti. Ayrıca her bir bölge komitesinin web sayfalarının geliştirilmesini de teşvik ediyorlardı. Mesela şu an yaşadığım yer olan Lavapiés’in web sitesine gidip, ben şehir dışındayken yapılan son oturum esnasında nelerin tartışıldığını kontrol edebiliyorum. Ayrıca, genel kuruldan bağımsız olan diğer önemli detaylar, aktiviteler ve girişimler hakkında da bilgilendiriliyorum.
“Ne İstiyoruz?”
Neyi başarmaya ve teklif etmeye çalıştığımıza dair önceki sorular nasıl karar alacağımızla ilgili bir meseleydi. Yiyeceğini, suyunu, malzemelerini ve iş gücünü dışarıdan alan bir kampı kendi kendine idare etmek ve sonra da bir ütopyayı başardığımız izlenimini vermek bir meseledir. Böylesi bir kamp yeni toplumsal dinamikler oluşturmaya yardımcı olan bir birlik atmosferini besleyebilir ama mevcut ekonomik süreçlere bağlı kalacaktır. Kendimizi içinde bulduğumuz karmaşaya uygulanabilir alternatifler üzerinde çalışmak için işe koşmak ise başka bir şeydir. “Yatay” bir karar alma süreci tam olarak nedir? Tekliflerimizin ne kadar uzak görüşlü olmasını istemeyi düşünürüz? Kendi grubumuzun vizyonu pahasına daha fazla insanı katmaya bakmalı mıyız? İlk olarak kısa vadeli teklifler yapmakla başlamalı ve daha kapsamlı olanları ertelemeli miyiz? Her halükârda, bu ne anlama gelmektedir? Bir şeye taraf olmaktansa daha çok karşı mıyız? Eğitim mi veriyor olmalıyız yoksa mutabakat mı aramalıyız?
Gördüğünüz gibi, sorular konusunda bir kıtlık yok ve inanın bana, yukarıda bahsedilenlerin hepsi bir noktada ortaya çıktı. Tüm bu soruları ve daha fazlasını cevaplama arzusuna karşın, hepsi açık bir çözüm bulamadı ve 15-M hareketi hala gelişmekte. Ancak, çalışma gruplarının yaptığı ve toplantılarda benimsenen teklifler aracılığıyla bazı yanıtlar sağlandı.
Toplantılar
Genellikle toplantılar hafta sonları oldu. Cumartesileri yerel kurullar ve pazarları da genel olanlar içindi. Gündemi gözden geçirmek genellikle iki saat civarı sürerdi. Herkesin konuşma imkânının olduğu tartışmaların ardından teklifler ve kararlar oylanırdı. Önceden belirttiğim gibi, benimsediğimiz işaret dili oturumların pürüzsüz bir şekilde ilerlemesi için önemliydi.
Genel kurullar her zaman şehrin merkezindeki sembolik mekânlar olan kamusal alanlarda yapılırdı: hepsi Antik Yunan’ın şehir devletlerindeki agoraları anımsatan, Madrit’teki Puerta del Sol, Barselona’daki Plaza Cataluña, Sevilla’daki Plaza de Encarnación, vb. gibi yerlerde. Bu meydanların kamusal olduğu tüm gözlemciler tarafından yeterince fark edilmemişti. 27 Temmuz’da, Barcelona’daki polis baskısının travmatik deneyimi bunu göstermektedir. Doğrusu, kamusal alanlar ancak biz onları kullandığımız ölçüde kamusaldır. Yurttaşlar olarak haklarımız, ticari kaygılarla ya da turizm açısından “kötü bir imaj” vermekle aynı terazide tartılamaz. Bu hakkımızı göz ardı etmek, otoritelerin buraları birer turistik sermaye olarak görmelerine ve bizim kolektif mülkiyet hakkımızın ihlaline yol açar. Katılımcı demokrasi bu alanın ve hakkımızın iadesini istemekle başlar.
Kurul oturumları birçok gönüllü çalışanın yardımını gerektirir: moderatörler, tutanak kaydedicileri (hem kağıt hem de teypte), konuşma sırasını veren kişiler, büyük kurul oturumlarında hazırda bekleyen tıbbi bakım ekipleri, ses teknisyenleri, vs. Bunların hepsi dikkatle denetlenen (elbette sağlık yardımı hariç) ve hareketin yataylığını bozarak belirli bireylerin bazı yetkin görevleri ellerinde tutması riskinden dolayı dönüşüme tabi işlerdir.
Karar alma süreçleri ise şu anda da ilerlemekte olan bir meseledir. Kampın üçüncü haftasına kadar kural, konsensüs yoluyla karar almaktı. Ancak, kurul Puerta del Sol’dan çıkışı oylamaya karar verince, her mitingde mevcut olan bireylerden oluşan bir azınlık oyları arka arkaya engellemeyi başardı. Bu, harekete içerden gelen ve inandırıcılığını tehdit eden ilk gerçek meydan okumaydı. Bu noktada ancak konsensüs kuralının zayıflatılmasına karar verilmesiyle ilerleyebilmiştik. Bu gibi “kilitlenen” durumlar gerçekte düşünebildiğimizden daha yaygındı ki, bu nedenle bu deneyimlere açık fikirlilik ve bir derece esneklikle yaklaşmak gerekmekte.
Bölge toplantıları genel kurulların bir benzeriydi, ancak gelecekte isterlerse, karar alma süreçlerinde kendi kurallarını ve mekanizmalarını benimseyebilirler. Aslında, ademi merkeziyetçilik mutlaktır ve barriolar için tek zorunluluk neye karar verildiğini rapor etmeleri için 3-5 sözcü göndermeleridir. Barrioların tamamen ademi merkeziyetçi olması, daha küçük kurullardaki katılımcıların yaratıcı ve deneysel olmalarına izin vermektedir. Başarılı bulunan fikirler başka bölge ve şehirlerden diğer kurullara da rapor edilebilir ve önerilebilir. Aslında, iletişim o kadar ademi merkeziyetçidir ki, her bir kurul gerçekte ister Madrid, San Sebastian, Girona ya da Atina’daki olsun, hiçbir genel kurula başvurmadan diğer kurullarla görüş ve fikir alışverişinde bulunmakta serbesttir.
Kapsayıcılık
Kapsayıcılık, hareketin başarılması her zaman kolay olmayan unsurlarından biridir.
Konu kurullara gelince, belirtmeye değer birkaç nokta var: konuşmalar bir ya da iki çevirmen aracılığıyla işaret diline çevrilmektedir. İnsanlardan konuşurken cinsiyet terimlerinde kapsayıcı olmaları istenmektedir ki buna İspanyolcada uyulması diğer Latin kökenli olmayan dillere göre daha zordur (gramer kurallarına göre cinsiyet uyumunun daha fazla olmasından ötürü). Her ne kadar şimdiye kadar herhangi bir müdahaleye gerek olmaksızın saygı gösterilmiş olsa da, cinsiyet temsili de temel bir kaygıdır. Kadınlar hareketin katılımcılarının rahatlıkla yarısını oluşturmaktadır. Özellikle seksist, ırkçı ve homofobik olan küfürlü kelimeler hoş görülmemektedir.
Kapsayıcılıkla ilgili bir başka problem de çalışma grupları uzun vadeli vizyonlar üretmeye başladığında çıkmıştır: bizler anti-kapitalist olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Yoksa bazı insanları korkutuyor muyuz? Eğer bunu yaparsak destek kaybeder miyiz? Hatta bunu yapmak meşru mu? Neticede, eğer hareket bir gün ülkedeki her İspanyol vatandaşını temsil etme amacına sahipse, bu soruları temsiliyetimizin daha fazla olduğu bir zamana ertelemek gerekmez mi?
Ben dahil olmak üzere, hareketin bu aşamasında uzun vadeli bir vizyon belirlemek konusunda isteksiz olan birçok kişi vardı. Bu, elbette vizyonun önemsiz olmasından değil; ama benim inancım, kapitalizmi değiştirmekten bahsetmeden önce kurulların kurumsallaştırılması, yani devamlı hale getirilmesi gerektiğidir. Başarımız, sahip olduğumuz desteğin koşulsuz olduğunu düşüneceğimiz şekilde bizi körleştirmemelidir. Aslında, “anti-kapitalist” gibi kelimelerin çoğu muhafazakâr katılımcı için bir korkuluğa dönüştüğünü dahi öne sürmekteyim. Benim görüşüm şu ki, kurullar kurumsal manzaramızın bir parçası olarak kalıcı ve periyodik birer tartışma ve karar verme forumuna dönüştüğü vakit, insanlar doğal olarak kendileri için en iyisini seçeceklerdir. Bir vizyon ihtiyacı diğer hususlara baskın gelmemelidir.
Çalışma Grupları
Çalışma grupları kurullarda oylanacak teklifleri ayrıntılandırır. Bazı durumlarda alt gruplar şeklinde bölünürler. Örneğin, ekonomiyle ilgili çalışma grubu 7 alt gruptan oluşmaktadır: ‘finansal sistemler’, ‘konaklama’, ‘istihdam’, ‘politik iktisat’, ‘gelişmekte olan ülkelerle ilişkiler’, ‘işletmeler’ ve ‘uluslararası ekonomik ilişkiler’. Bu oturumlar sırasında, tartışmalar konuların derinliklerine gider. Toplamda 10 farklı çalışma grubu vardır: ekonomi, politika, mimari ve kamusal alanlar, toplum ve göç, bilim ve teknoloji, feminizm, sağlık, çevre, eğitim ve sonuncusu da ‘düşünce’.
Şimdi her bir çalışma grubu konsensüslerce onaylanmış tekliflerinin ayrıntılı bir listesini içeren küçük bir kitap çıkarmaktadır. Maalesef, an itibariyle, bu teklifleri incelemek mümkün değildir.
İspanya Halkı 15-M İçin Ne Düşünüyor?
En büyük iftirada bile bir parça meşruiyet vardır: 15-M varoluşunun ilk haftasında hız alarak başladığında, burada İspanya’daki sağ görüşlü gazeteler (El Mundo, La Razón and La Gaceta), hareketin bütün İspanya nüfusunda sadece küçük bir yüzdeyi temsil ettiğine işaret etmekte gecikmediler: 125,000’e karşılık 47 milyon. Bıktırana kadar tekrarlanan bir diğer iddia ise İspanyolların bu öfkeli topluluğun sunacak hiçbir argümanı olmadığına inanmasıydı. Oldukça mantıklıydı hani…
Üçüncü haftada, kamuoyu araştırmalarında uzmanlaşmış bir İspanyol firması olan Metroscopia, harekete dair sonuçlarını yayımladı. Rakamlar 15-M lehine toplumdaki inanılmaz desteği gösteriyordu.
İspanyolların %70’i çıkarlarının herhangi bir siyasal parti tarafından temsil edilmediğini söylerken, %81’i eylemcileri haklı buluyor ve %84’ü de hareketin halkın çoğunluğunu ilgilendiren meselelerle uğraştığını hissettiğini ifade ediyordu.
Bu seviyede bir sinizmin varolduğu yerde eylemcilerin yarattığı heyecan gerçekten şaşırtıcı.
Şaşırtıcı olamayan durum ise PSOE (sol parti) seçmenlerinin %78'i, buna ek olarak da PP seçmeninin %46'dan fazlası harekete sempati duymakta. Kesin olan birşey daha var ki, "Öfkeliler"in sunacakları bir argüman olmadığına inanan İspanyolların oranı %9.
Ekonomimizdeki reform için teklifler
Ekonomi gurubu 30 sayfalık bir kitapçık yayınladı. Bu kitapçık bütün altçalışma guruplarının üzerinde çalışıp kurulda ekonomik çalışma gurubu tarafından mutabık kalınan 20 öneriyi tanımlamakta. Amaçlanan ise, gün gelip genel kurula gidildiğinde, oylama yapılmadan önce her birimizi önergeler hakkında bilgilendirmek. ...
Şimdi 30 sayfa çok görülebilir. Lakin kitabı oluşturan 3 bölümü açıklamam gerekirse; kısa bir giriş olan ilk bölüm, prosedürün ne olduğunu anlatan genel bilgileri içermekte. Ardından gelen 4 sayfa boyunca bütün öneriler sıralanmakta. Bunlar kendi kendilerini açıklayan, kısa bir açıklamanın altında ne anlama geldiğine dair yeterince detay barındıran öneriler. 3.bölüm aslında kitabın esas kısmı. Kabaca 20 sayfa boyunca sıralanan bütün argümanların gerekçeleri her bir alt grup tarafından açıklanmakta.
İşte çalışma guruplarından gelen (ve genel kurul tarafından onaylanmayı bekleyen) önergelerin listesi
1- Emek ilişkilerinin yeni çerçevesinin oluşturulması ve konsensüsle onaylanabilecek hale getirilmesi
2- Çalışma saatlerinin ve emeklilik yaşının indirilmesi
3- Bütün sektörler için asgari ücretin arttırılması
4- Yakın haciz riski altında olan ailelere güvence sağlanması
5- Hazinenin elindeki boş apartmanların sübvansiyonlu konutlara dönüştürülmesi
6- İşgücü uyarlama planları yoluyla şirketlerin kâr sağlamasının önüne geçilmesi (şirketler, hükümetten onay alarak, çalışanlarının büyük kesimini ‘kanunsuz işten çıkarma’ durumlarından çok daha eksik haklarla işten çıkarabiliyor)
7- Müterakki vergileri arttırma ve uluslararası şirketlerin vergi kaçakçılığının üzerine daha etkin gitme yoluyla vergi gelirlerinin arttırılması
8- İleride şirketleri kurtarma paketi uygulanacaksa, bağlayıcı kararın referandumla belirlenmesi
9- Tasarruf bankalarının özelleştirilmesinin derhal durdurulması ve kamu finans sektörünün toplum denetimi altında güçlendirilmesi
10- Tüm kamu ve özel banka hareketlerinin şeffaf ve demokratik ilkeler doğrultusunda kontrolü
11- AB düzeyindeki mali ve finansal politikaların daha demokratik kontrolünün tesisi
12- Vergi cennetlerinin ortadan kaldırılması
13- Ekonomik süreçler üzerinde siyasi kontrolün artırılması için bir kamu bankasının yeniden kurulması.
14- İşçi haklarının, çalışanların pozisyonundan bağımsız olarak eşitlenmesi (İspanya’da bağımsız işçiler, vergi ve sosyal güvenlik konularındaki hak ve yükümlülükleri bakımından aleyhte ayrıma tabi tutuluyorlar)
15- Şirketlerde sosyal dengenin gözetilmesinin sağlanması (bir işyerinin başarısını işçiler, şirketten çıkar bekleyenler ve vatandaşlar üzerindeki etkilerine göre ölçen bir süreç kurulması)
16- Gelişmekte olan ülkelerin İspanya'ya olan borcunun ödenmesinde üçüncü taraflarca belirlenmiş kriterler doğrultusunda moratoryum ilan edilmesi (gelişme yolundaki ülkeler üzerine haksız borçlar dayatılmasını önlemek için)
17- İspanya'nın dış borçlarının geri ödenmesinde üçüncü partilerce belirlenen hususlar doğrultusunda moratoryum ilan edilmesi (borcun meşruluğunu ve geri ödeme koşullarının adilliğini belirlemek için)
18- Ulus-ötesi şirketlerin tarafından insan haklarına, İspanya ceza hukuku yanı sıra insan hakları hukukuna ve diğer ülkelerin yasalarına riayet etmesi
19- Refahın herkese yeniden dağıtımını sağlayacak küresel ve müterakki (aşamalı) bir vergilendirme sisteminin tesisi
20- Kalkınma yardımına GSYİH’nın %0,7’sini hibe etme konusundaki tarihsel yükümlülüğe bağlı kalınması
[i] Bkz.: ZNet, May 20, 2011, http://www.zcommunications.org/spain-thousands-of-people-organize-a-historical-7-day-protest-by-david-marty,.
[ii] http://www.democracynow.org/2011/5/12/spanish_judge_baltasar_garzn_on_bin
[iii] Democracia Real Ya 15 Mayıs’ta protesto gösterilerini ilk örgütleyen kuruluşun adı. Kurullarda, meclislerde temsil edilen 15-M hareketinden farklıdır. Ancak, birbirleriyle dayanışma ve farklı eylemlerde işbirliği halinde çalışmaktadırlar.
[iv] “Estoy alucinado de lo organizados que están los indignados españoles”, http://politica.elpais.com/politica/2011/06/22/actualidad/1308768044_418504.html
[v] "Apoyo a la indignación del 15 M", http://www.elpais.com/articulo/espana/Apoyo/indignacion/15-M/elpepiesp/20110605elpepinac_12/Tes
Znet.org’da yayımlanan İngilizce metin M. Can Tombil tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.