Öfkelerimiz ve biz

-
Aa
+
a
a
a

19 Eylül 2012Taraf Gazetesi

Öfke, toplumsal ruh hâlimizi belirleyen başlıca duygu hâline geldi.

Öfke hep vardı aslında; olması da gerekir.

Bir işarettir öfke. Bir şeylerin yolunda gitmediğinin işareti. Bireylerin de toplumların da hayatlarında her şey her zaman yolunda gitmeyeceğine göre, öfkenin ortaya çıkması kaçınılmazdır; dahası iyidir de. Zira öfkenin varlığı, bir şeylerin yolunda gitmediği konusunda ciddi bir uyarıdır. Harriet Lerner’in, çoksatar kitabı Öfke Dansı’nda belirttiği gibi, “öfkemiz incindiğimizi, haklarımızın ihlal edildiğini gereksinimlerimizin ya da isteklerimizin doğru şekilde karşılanmadığını gösteren bir ileti olabilir.”

Mesele, öfkenin varlığında değil, her şeyden onu önce doğuran veya onunla dışa vuran sorunların farkına varıp varmamakta yatar. Sorunların farkına varmak, “öfkeyi yönetebilmek” için ilk hayati adımdır. Lakin öfkenin nasıl yaşanacağı ve ne gibi sonuçlar yaratacağı, temelindeki sorunlara nasıl yaklaşılacağına bağlıdır.

Sorunlarla baş etme yolları bulamazsanız, öfke benliğinizi ele geçirir. “Kızgınlık, hışım, hiddet, gazap” duyguları içinde kıvranır, saldırganlık eğiliminin ve arzusunun esiri hâline gelirsiniz.

Toplumlar için de aynı şey geçerlidir. Sorunları yönetmezseniz, öfkenin dayanılmaz ağırlığının altında ezilmeye başlarsınız.

Sorunlarla baş etmeyi beceremeyen siyasi aktörler, genellikle “öfkeyle oynama”ya başlarlar. İlk hedefleri, öfkenin taşıdığı yıkıcı enerjinin kendilerine yönelmesini engellemektir. Bunun için de, günah keçileri yaratmaya başlarlar. Kitlelerin gazabından korunmak için, onlara kurbanlar sunmaya yeltenirler.

Kürt sorununda bir çözümsüzlük girdabına girmiş, debelenip duruyoruz. Bu, bir hakikat. Hakikat acıtır ve biz çoğu zaman yaptığımız gibi, hakikatle yüzleşmekten kaçınmaya çalışıyoruz.

Aslında bize özgü bir davranış da değildir hakikatle yüzleşmekten kaçınmak. Mesela, çözümsüz gibi görünen bir sorunla karşılaşan insanların ilk tepkisinin “inkâr” olduğunu söyler İsviçreli psikolog Elisabeth Kübler-Ross.“Kederin beş aşaması”nın birinci evresi budur. İkinci aşama, öfkedir. Bu yazıda tartışmaya çalıştığım bağlama yerleştirmek zor olduğu içi, diğer aşamaları atlıyorum. Ama isterseniz, Slavoj Zizek’in küresel sorunları Kübler-Ross’un şeması üzerinden irdelediği Ahir Zamanlarda Yaşarken kitabına bakabilirsiniz.

Sorunun tüm boyutlarıyla yüzleşememek de öfkeye yol açabilir; yüzleşmek de. Sorunla yüzleştikten sonra, çözümün zor olduğunu görmek, çözüm arayışlarından vazgeçmenin bahanesi olarak kullanılabilir. Yüzleştiğinizde, ikinci aşama olan “öfke”ye gelmiş olursunuz ve fakat çözüm aramaktan kaçmaya meylederseniz, öfkeye saplanıp kalırsınız.

Başbakan’ın öfkeli tavrında, sorunun zorluğuyla yüzleşip orada kalmış olmanın önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. “Ben elimden geleni yaptım, yapabileceğim başka bir şey yok” anlamına gelen çok sayıda beyanı var Başbakan’ın. Yine Öfkenin Dansı kitabına dönersek, diyor ki Lerner, “öfkemiz, başa çıkabileceğimizden çok daha fazlasını yaptığımız ya da verdiğimiz” duygusundan da kaynaklanıyor olabilir.

Hakkını teslim etmek lazım, Başbakan ve AKP yönetimi, silahların susması ve Kürt sorununun çözümüne giden yolların açılması için çok önemli şeyler yaptı. Ama maalesef silahların susması sağlanamadığı gibi, son 30 yılın en şiddetli çatışmalarının ve en ağır kayıplarının yaşandığı bir döneme girdik.

Başbakan, bu durumun ortaya çıkmasından münhasıran PKK’nin sorumlu olduğuna inanıyor. PKK’nin izlediği politikaların ve stratejinin çözümsüzlükte önemli payı olduğuna ben de inanıyorum. Ancak bu durum, Başbakan’ın ve hükümetin “müzakere süreci”nde her şeyi doğru yaptıklarını göstermediği gibi, ondan sonraki politikalarına da haklılık kazandırmaz. Hele hele, “ben her şeyi yaptım, benden başka bir şey beklemeyin” tavrını hiçbir şekilde meşrulaştırmaz. Başbakan, her aşamada mutlak haklı olduğuna inanıyor ve bunu sorgulamaya yanaşmadığı gibi, sorgulayanlara da büyük öfke duyuyor.

Başbakan öfkelenmekle kalmıyor, hayal kırıklığından kaynaklandığını ima ettiği öfkesini bütün topluma yayacak şeyler yapıyor.

Bir yandan da, kitlelerin kabaran öfkesinin kendisini hedef almasını önlemek için, Kürt siyasetçilerini günah keçisi hâline getiriyor, onları kurban olarak sunmanın zeminini oluşturuyor ve en vahimi de “etkisiz hâle getirilen” PKK militanlarının sayısının çokluğundan medet umuyor.

PKK de, siyaseten sıkıştığı zamanlarda Kürtlerin öfkesiyle oynamaktan hiç geri durmamıştır. Bu öfkeyi derinleştirmek ve yaygınlaştırmak, PKK için her zaman cazip bir siyasal strateji olmuştur. Şimdilerde de aynı şeyi yapıyor.

Öfkenin sürekliliğinden ve öfke savaşlarından kendileri için bir zafer yaratabileceklerini sananlar, çok yanılıyorlar. Bu yanılgının bedelini hem onlar hem de bütün bir toplum çok ağır bir şekilde öder, esasen ödüyor da. Böyle bir zaferin, her zaman söylediğimi gibi, herkesi yok eden bir Pirus zaferi kadar bile değeri olamaz.Öfkeleri savaştırmak, sonu kesin yıkım olacak bir yolda hızla ilerlemek demektir. Öfkeleri kızıştırmak ve çarpıştırmak yerine, öfkenin yükselmesini bir şeyleri yanlış yaptığımıza dair bir uyarı olarak kabul etmemiz, bu yoldan çıkmamıza yardım edecektir. Herkesin kendi tutumunu ve politikalarını sorgulaması ve değiştirmesi için çok ciddi bir uyarı ve bir imkân...