ÖDP öldü... Yaşasın?

-
Aa
+
a
a
a

7 Ekim 2007Ahmet Bekmen

Her seçimden sonra yaşayageldiğimiz, mutat "sol kendini tartışıyor" başlıklı münazara ve müzakereleri yeniden yaşamanın can sıkıntısı içersindeyiz. Bu tartışmaların bir kısmı da bu sayfalarda yer almış durumda. Özellikle ÖDP üzerine burada edilen lafların, sol cenahta belirli bir yankı bulduğunu söylemek mümkün. Bu kısa yazı, bu hususa dair bir müdahaleyi amaçlıyor. Sosyalist solda konumlanan bir parti olarak ÖDP'nin yaşadığı kriz, memleket sathında solun yaşadığı krizden ayrı olarak ele alınamaz elbette. Son seçimler gösterdi ki, genel anlamda sol, daha özelde de sosyalist sol, ÖDP'nin ilk kez seçime girdiği 1999'a göre geriledi. Durum hiç parlak değil ve elbette durumun bu raddeye gelmesinden kaynaklanan eleştirişlerden ÖDP de nasibini almalıdır. Başta ÖDP'liler olmak üzere, sosyalist solda siyaset yapmaya çalışanların, bu eleştiriler doğrultusunda önlerine koyacak birer takke edinmeleri elzem duruma geldi. Fakat yapılan eleştirilerin, en azından kamuya açık olarak yapılanların, ciddi bir politik muhteva taşıması da, en azından ÖDP'liler açısından faydalı olacaktır. ÖDP'yi kadavra ilan edenlerin, -çoğu zaman siyasi nezakete hiç de uymayan bir dille yapılan- kendi politik önerilerini, yönelimlerini ortaya koymaları, en azından bunların eskizlerini çizmeleri gerekir. Yoksa, 23 Eylül tarihli Radikal İki'de yayınlanan "Çürüyen Solun Mezar Kazıcılığı mı?" başlıklı yazıda olduğu gibi söz kalabalığına dayanarak siyasi eleştiri yapmanın anlamı hiç yoktur. Bu tip ultra-politik görünümlü yazıların arkasındaki apolitikliği algılamak hiç de zor değil. Zira çoğu zaman, tarifi yapılan "mükemmel siyasi hareket(ler)in" hangi toplumsal zemini/zeminleri hedefleyeceği, hangi toplumsal öznelerle, hangi programatik zeminde, hangi siyasal projenin peşine düşeceği hususunda tek bir kelam bile edilmiyor.

Tek suçlu mu? Gerçekten ilgi çekici olan başka bir husussa, memlekette toplumsal hareketler patlamış da, ÖDP bunun önündeki tek engelmiş gibi bir hava yaratılmasıdır. Böyle bir durumun olmadığı hakkında herhalde uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Etrafa bir bakınmak yeterli. ÖDP'nin, mevcut durumu dahi örgütlemekte atıl kaldığı elbette iddia edilebilir, amma velakin o zaman da var olan toplumsal hareket deneyimlerinde kimlerin emek harcadığına bir bakmak lazım gelir. İşsizler hareketinden çiftçi örgütlenmesine kadar, memlekette uç vermeye çalışan tüm yeni örgütlenme çabalarının içinde ÖDP'nin hamallarını görmeniz hiç de zor olmayacak. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama harcayamazsınız. Bağımsız adaylık gibi deneyimlerde ortaya çıkan/çıkabilen anlık parlamaların yerini, hayatın o bıktırıcı rutini aldığında harcadıklarınızı arar duruma gelirsiniz zira. Siyaset, hele hele sosyalist siyaset iğneyle kuyu kazmaya benzer çoğu zaman. O iş de hamallık gerektirir.

Türkiye'de solun hattı ÖDP'nin kadavralığı konusunda yakın bir tutum takınan Ahmet İnsel'in, 5 Ağustos tarihli ve "Sol Sesin İçeriği Değişmeli" başlıklı yazısını daha değişik değerlendirmek gerekir. Zira İnsel bu yazısında açık bir siyasal hat tarifi yapıyor. İnsel'e göre, bu hattın "işaretlerini, Körfez depremi sonrasında yaşanan dayanışma mobilizasyonunda, birkaç yıldan beri, savaş, ırkçılık, çevre, küreselleşme gibi sorunlara karşı gelişen yeni hareketlerde görmek" mümkündür. "Önümüzdeki dönemde bu yeni kuşakların geleneksel sol zihniyeti ve davranış kalıplarını değiştirerek siyasete daha fazla girmelerini hızlandıracak yol, bağımsız aday kampanyaları vesilesiyle daha belirgin biçimde gözüktü" derken bu hattın edineceği siyasi form hakkında da net bir kelam etmiş oluyordu İnsel. İnsel'in ortaya koyduğu hattı sol açısından dikkate almamak mümkün değil. Savaş, ırkçılık, toplumsal cinsiyet ve ekoloji gibi mevzuları ajandasının içine yedirmeyen herhangi bir hareketin sol yaftasını edinmesi dahi söz konusu olamaz. Burada garip olan, yine bu sayfalardaki çoğu yazısından, duyargalarının açık olduğunu bildiğimiz İnsel'in, sosyal mesele hususunu, öngördüğü hatta yedirmeyi uygun görmemiş olmasıdır. Halbuki, Türkiye'ye dair sol bir siyasal hat önerirken, memleketin içinden geçtiği kapitalist küreselleşme sürecinin yarattığı toplumsal tahribatı ve bu tahribatın mağdurlarının siyasal yönelimlerini es geçmek kabul edilebilir bir tutum olmamalıdır. Bugün Türkiye solu açısından temel mesele, kapitalist küreselleşmenin mağdurları ile doğrudan bağlarını kuramamış olmasıdır. Hakkından gelmemiz gereken zorlu görev budur. Kapitalist küreselleşmenin metalaştırdığı/yeniden metalaştırdığı toplumsal değer ve alanların politik tartışma sonucu tespiti, bu tespitlere dayanarak oluşturulacak toplumsal ve politik direniş örgütlenmelerin önerilmesi ve yaratılması esas meselemiz olacaksa, bu, uzun ve meşakkatli bir süreç olacak. Çok çeşitli örgütlenme formlarını yaratmayı ve bunların tek kanala doğru yönlendirebilme becerisini gerekli kılacak. Bir yandan, örneğin "Bir Umut" çalışmasında olduğu gibi, işsizlerle, gündelik hayatla cebelleşmeleri düzlemini de içerecek şekilde ilişkilenmeyi gerektirecektir; diğer yandan da memleket sathında, "işten çıkarılmanın yasaklanması" gibi hiç duyulmadık bir talebi zihinlere kazıyacak politik işlerin örgütlenmesini elzem kılacaktır. "Kampanyavâri" bir siyaset tarzıyla tüm bunların üstesinden gelinmesi elbette imkansızdır. Çeşitli düzeylerde çeşitli becerilere sahip kadroları ve en önemlisi de "dayanıklı", organikliği süreç içersinde yaratılacak bir politik örgütün inşası gerekir. Bu inşa elbette kapalı kapılar arkasında değil, toplumsal alandaki çalışmalar içerisinde gerçekleşir. ÖDP'nin kadavralığını ilan eden "yenilikçi" tutum eğer; savaş, ırkçılık, çevre gibi, en azından Türkiye'deki uygulamaları daha çok kampanya siyaseti üzerinden giden işleri politik hattının merkezine oturtuyor ve seçimlere yönelik siyasi form olarak da "kampanyaların kampanyası" şeklinde okuyabileceğimiz bağımsız adaylık çalışmasını öngörüyorsa, bu, tutum sahiplerinin, ilan ettikleri kadavranın 11 yıllık tarihini içeren otopsi raporunu yeterince dikkatli okumadıklarından başka bir anlama gelmeyecektir. Zira ÖDP'ye getirilebilecek sağlam bir eleştiri varsa, o da, 11 yıllık hayatı boyunca düzgün bir inşa stratejisi yerine, "geniş kamuoyuna" yönelik işlere ağırlık vermiş olması ve "kampanya siyasetine" daha meyyal bir tutum takınmış olmasıdır. Velhasıl kelam, ortada eksiğiyle gediğiyle 11 yıllık bir deneyim vardır ve maalesef halen yegânedir. Memlekette antikapitalist, antimilitarist, feminist, ekolojist ve özgürlükçü bir sosyalizmi hedeflediğini iddia eden ve bu iddiasını, toplumsal hareketlerin inşası ile gerçekleştireceğini programatik düzeyde söyleyen başka bir yapı vardır da bizim mi haberimiz olmamıştır? Yenisini yaratmak isteyenlereyse söyleyebileceğimiz tek şey vardır: elinizden, kolunuzdan tutan yok...

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7538