5 Kasım 2008
Kaybolabilmeyi sevdiğimden olacak, pek kervan kuşu değilimdir. Çok satan romanları okumaktan korkarım mesela. Yükselen yıldızları, popüler filmleri, gözde mekânları en son öğrenenlerdenimdir. Herkesin gittiği partilerden kaçarım.
Yıllardır kendi med-cezirini sessizce yaşayan ama hiçbir zaman tam tükenmeyen bu yabaniliğimin, acar gazetecilikle uyuşmaması bir yana, kervan korkusu yüzünden gecikerek keşfettiğim bir kitabı, bir insanı, bir yeri sonradan çok sevdiğim de olmuştur.
Ne var ki kaybolabilmek, bilmemeyi göze almakla mümkün. Gecikerek bulmak, her zaman, her yerde, her arayanca bulunabilmekten daha iyi.
Yalnızlık, iflah olmaz bir dürtü. Hele kalabalıklara tutkun bir insanın içine yuva yaptığı zaman.
Demokratik Parti kurultayını izlemek için Boston'dayım. Bu şehir, zor bir şehir benim için. Tarihi ile, limanı ile, binaları ve parkları ile, Amerikan standardında bir İngilizceyi, çoğu hâlâ İrlandalı kalmış genizlerinden konuşan insanları ile fazla çekici.
Daha beteri, sabıkam var bu şehirde. Tam 13 yaz önce, Boston'ın yamacındaki Fletcher Hukuk ve Diplomasi Okulu'nda birkaç aylık bir seminere katılmıştım. O seminerin dostlukları zamana ve uzaklıklara yenilmedi, derinleşti. Şimdi Haymarket'ta, Cambridge'de, Medford'da dolaşırken her sokağın, her kitapçının, her barın yalnızlığı imkânsız kılan anıları da benimle.
Madem, kendimi kurultay salonundaki keşmekeşin ve salonu çevreleyen polis kordonunun dışına attığımda bile kalabalığım, bari içeride kalayım.
Ne de olsa, bu yeni bir kalabalık. Yeni olan, bileşenlerini, kocamda, komşularımda, bazı haber kaynaklarımda ve birçok arkadaşımda yaşadığım "Demokrat" hal ve tavır değil ama.
Demokratların kurultaylarına da alışığım hem; 1996'da, Chicago'da, Clinton'ı dört yıl daha Beyaz Saray'da tutmaya, 2000'de, Los Angeles'ta, Gore'u başkan seçmeye ant içtikleri son iki buluşmalarını izlemiştim.
Boston'daki "Demokrat" kalabalığın yeniliği, yeni simalarda.
Bunlardan birinin, aylardır reklamı o kadar çok yapıldı, her tanıyan hakkında öyle övgüler yağdırdı ve onu sevmek, desteklemek "Demokrat" çevremde öylesine farz addedilir oldu ki, ben birkaç bucak uzağında duruyordum. Hakkında çıkan uzun yazıları es geçmiştim. Melez bir cazibe yansıtan fotoğraflarına dikkatli bakmamıştım. Adının bile, bir tek sıradışı ritmi yerleşmişti aklıma, sesleri değil.
Kurultayın ikinci gününde, televizyonların en çok izlenen akşam kuşağına denk düşen bir saatte konuşma yapacağını duyunca şaşırmadım. Bu kez kaçmadım da. Gazeteci refleksi ve "Bakalım kimmiş bu harika çocuk" züppeliğiyle başladım dinlemeye. 20 dakika sonunda, bu yükselen yıldızın benim de gözlerimi kamaştırabileceğini bilmeden, düşünmeden.
Şimdi artık, hayat hikâyesinin ışık görmüş bütün köşelerinden dünya güzeli karısının profiline kadar her şeyine dikkat ettiğim bir adam bu. Kervanındayım.
Adı Barack Obama; benim gibi yabani değilseniz eğer, bu adı bir kenara yazın. Yarın öbür gün, Amerika ilk siyah başkanını seçecek kadar olgunlaştığında, yeniden karşınıza çıkarsa bu ad, şaşırmayın.
Biliyorum; ajitasyondan ve aceleden mağdur bu son söylediğim. Ama kervan psikolojisi böyle bir şey. Kapılınca kapılıyorsunuz.
Kendimi tutacağım. Size uzun uzun anlatmayacağım Barack Obama'yı. Adının, baba dili Swahilide "hayır duası" anlamına geldiğini; babasının Kenya'dan göçmüş bir siyah, annesinin Amerika'nın bağrı Kansas'tan bir beyaz olduğunu; Pasifik ortasındaki Hawaii'de büyüdüğünü; Harvard'da hukuk okuduğunu; dünyanın en prestijli hukuk dergisi Harvard Law Review'un –burada kullanılan unvana sadık kalarak söylersem- "başkanlığına" getirilen ilk siyah olduğunu; kariyerini nice akranı gibi şirketler hukuku yerine, yurttaşlık hukukuna adadığını; halen Illinois eyalet meclisine üye olduğunu; kasım seçimlerinde Illinois'den ABD Senatosu'na girebilmek için yarıştığını ve siyahları, beyazları, Hispanikleri, kent içi ile periferiyi birleştiren kampanyasındaki başarısı üzerine, Cumhuriyetçilerin, karşısına şu ana dek rakip çıkaramadığını; seçilince ABD'nin gelmiş geçmiş ilk Demokrat erkek siyah senatörü olacağını; konuşurken insanın gözünün içine baktığını söylemekle yetineceğim.
Henüz 43 yaşındaki, kendi deyimiyle "komik adlı bu cılız adam"ın zekâsını, siyasi görüşlerini ve hitabet yeteneğini övmeyeceğim.
İçinize kurt düşürdüğümü umarak, kurultay salonundan çıkacağım. Medford'da bir zamanlar yaşadığım yurt binasının önünde çimlere uzanıp müzik dinleyeceğim. Kaybolmayı deneyeceğim.
(* 5 Ağustos 2004 tarihinde Milliyet'te yayımlanmış bir yazım)