Noreena Hertz - Alternatif küreselleşmenin yeni yüzü

-
Aa
+
a
a
a

Derleyen: İnci Ötügen

 

35 yaşındaki Noreena Hertz, Cambridge Üniversitesi'nin iş idaresi bölümü Judge Enstitüsü'nün öğretim üyelerinden. 19’unda iktisat ve felsefe alanlarında lisans alarak üniversiteyi bitirmiş, MBA derecesi Wharton'dan. Dünya Bankası uzmanı olarak Yeltsin'in danışmanlarını pazar ekonomisine geçiş konusunda eğitmiş, Rusya borsasının kuruluş çalışmalarına katılmış. İngiltere'ye dönüp Cambridge'te doktora yaptıktan sonra 40 kişilik bir araştırma ekibinin başında Ortadoğu'ya giderek, barış sürecine özel sektörün sağlayabileceği katkıları belirlemek amacıyla Filistin, İsrail, Ürdün ve Mısır hükümetleriyle ortak çalışmalar yapmış.

 

 

Sessiz Elegeçirme, Global Kapitalizm ve Demokrasinin Ölümü (The Silent Takeover: Global Capitalism and the Death of Democracy) adlı çok satan kitabın yazarı Hertz; çok satan No Logo adlı kitabın ve Guardian'ın köşe yazarı Naomi Klein gibi karşı küreselleşme hareketinin yeni yüzü olarak görülüyor. Küreselleşme gösterilerinin gediklisi Hertz, alışılmış militan kalıplarının dışında bir kişi. 2002'de Porto Allegre'ye gitmek yerine "Geleceğin Global Lideri" ödülünü almak için Bono ile birlikte kendi deyimiyle bir Truva Atı gibi Waldorf Astoria'ya gitmeyi yeğlemiş. Vogue dergisinin haziran sayısında örnek alınacak kadın seçilen Hertz, tezlerini Dünya Ekonomik Forumu (Davos), Dünya Ticaret Örgütü gibi "yüksek" ekonomik platformlara ve BBC, CNN gibi televizyonlara da taşıyor.

Financial Times yazarlarından Martin Wolf yazdığı kitabı yerden yere

vurunca verdiği cevap:  "Belirli bir yaşa gelmiş erkeklerin çekici, zeki ve genç kadınlarla sorunları vardır" olmuş. Kurulu düzeni savunanların, düşünce ve ilkeleri yüzünden kendisi gibi kişileri tehdit olarak algıladıklarını ve küçük düşürmek için cinsiyetçi imalar dahil ellerinden geleni artlarına koymadıklarını söyleyen Hertz, “ben de saldırıya saldırıyla karşılık veriyorum” diyor. Dünya Ticaret Örgütü'nün yıllık sempozyumuna 72 erkek konuşmacının arasında tek kadın konuşmacı olarak katılmış. Erkek egemen ortamlardaki rahatlığını 600 erkek öğrenciye karşılık 60 kız öğrencinin bulunduğu bir ilkokulda okuyarak edindiği erken deneyime bağlıyor. Aşağıda Noreena Hertz'in görüşlerini özetleyen bir derleme sunuyoruz.

 

 

Zengin Ülkeler

 

ABD başkanlık seçimlerinin geçerliliği konusunda yapılan tartışmalardan daha önemli bir konu, seçmenlerin % 49'unun yani 90 milyon kişinin oy kullanma zahmetine girmediğidir. Britanya'da seçimlere katılma oranı 1997'de % 71'den, 2001'de % 59'a düşmüştür. Düşük katılımın nedeni, şirketlerin artan siyasi gücü karşısında hükumetlerin ne işe yaradığını anlamakta zorluk çeken, çoğunlukla alt gelir gruplarındaki insanların siyasete olan inançlarını kaybetmeleridir.  Artık şirketler hükümetler tarafından belirlenen politikalar çerçevesinde iş yapmamakta, politikaları kendileri belirlemektedirler. Dünyadaki en büyük 100 ekonomiden 51'i devletler değil, çokuluslu şirketlerdir. Son 20 yılda ABD ekonomisinde yaratılan gelir artışının % 97'si nüfusun en zengin % 20'sine gitmiştir.

ABD'de yapılan araştırmalar senatonun şeker, tütün ve çevre gibi konularda verdiği kararlarla, kampanya bağışları arasındaki açık bağlantılara işaret etmektedir. 191 milyon dolarlık seçim bütçesinin 41 milyon doları enerji şirketleri tarafından sağlanan Bush, kampanya sırasında verdiği enerji santrallarından çıkan karbondioksiti azaltma sözünü unutarak küresel ısınma konusundaki Kyoto Anlaşmasını hiçe saymıştır. Bu durumda siyasete katılımın en etkin yolu seçmen sandığında oy kullanmak yerine cüzdanla oy kullanmaktır.  Çünkü şirketler tüketici tepkisine karşı duyarlıdır. Örneğin genetik değişikliğe uğratılmış besin maddeleri konusunda ayak sürüyen hükumetlere karşılık tüketicilerin huzursuzluğunu gören süpermarketler, raflarından bu malları çabucak kaldırmışlardır. Şirketler tüketici tarafından boykot edilmektense, Burma'dan çekilmeyi yeğlemişlerdir. BP hükümetlere ödediği paralar konusunda şeffaflığı sağlamak için Global Witness'in "Ne ödediğini açıkla" girişimine katılmıştır.

Ancak bu olumlu örneklere rağmen dünya tüketici demokrasisine emanet edilecek kadar basit değildir. Bazı durumlarda düzenlemeyi pazar ekonomisine bırakmak herkesin değil, sadece etkin şekilde karşı çıkabilecek mali güçte olanların yararına olur. Şirketlerin uzmanlık alanı sosyal sorumluluk değil kâr etmektir. Kâr amacı toplum çıkarları ile her zaman uyuşmayabilir. 

 

 

Fakir Ülkeler

Üçüncü dünyada ise çukura doğru bir yarış sözkonusudur. Çokuluslu şirketler yatırım yapmak için bu ülkeleri çevre, bürokratik işlemler, düşük vergiler, işçi sağlığı ve hakları gibi konularda en kuralsız ortamı yaratma konusunda birbirlerine karşı yarıştırmaktadırlar. Son on yılda azgelişmiş ülkelere verilen yardımlar reel olarak % 45 azaldığından, hükümetler bu dayatmalara boyun eğmektedirler. Gittiği ülkede refahı artıran birçok çokuluslu şirket vardır. Özellikle medyanın ilgilendiği şirketler bu konuda dikkatlidirler. Ancak olumsuz örnekler çoğunluktadır. Çin'deki serbest bölgelerde

 Noreena Hertz (Fotoğraf: Peter Searle)

sendikalaşma özgürlükleri olmayan işçiler günde 12 saat çalıştırılmaktadır. Çin'e yüksek miktarda yabancı sermaye girişinin nedeni, büyük ölçüde bu serbest bölgelerdir. Honduras'ta gördüğüm serbest bölgelerde kadınlar kabul edilemeyecek kadar kötü koşullarda çalıştırılıyorlardı.

 

 

Uluslararası Kuruluşlar

 

Uluslararası kuruluşlar çokuluslu şirketlerin etkili lobi güçleri yüzünden tarafsız davranamamaktadır. Kansere yol açtığı, erkeklerde üreme fonksiyonunu azalttığı ve çocuklarda erken ergenliğe yol açtığı konusunda güçlü kanıtlar bulunan sentetik hormonlu kırmızı etlerin Avrupa Birliği'ne girişini yasaklama girişimi, ABD Sığır Yetiştiricileri Birliği, ABD Süt Ürünleri İhracat Konseyi ve Ulusal Süt Üreticileri Federasyonu'nun çıkarlarına öncelik veren Dünya Ticaret Örgütü kararıyla önlenmiştir.  Örgüt aldığı kararlarla, ahlak ve çevre açısından kabul edilemez faaliyetlerde bulunan şirketlere karşı boykot veya gümrük vergisi gibi uygulamalar yapmak isteyen hükümetleri defalarca engellemiştir. Fakir ülkelerin bu örgütte seslerini duyuracak güçleri yoktur. 139 üye ülkeden 30'unun örgüt merkezi Cenevre'de bir temsilcisi bile bulunmamaktadır. Örgüt gelişmiş ülkelerin korumacı politikalarına göz yummakta, ve bu durum fakir ülkelere günde iki milyar dolara patlamaktadır.

 

Meksika'da yaşanmış Metalclad davası da uluslararası kuruluşların taraf tutan davranışlarına bir diğer örnektir. Metalclad adlı Meksika şirketi 1991'de bir tehlikeli atık tesisi kurmak için başvuruda bulunmuştur. Ancak sağlık açısından sakıncalı tesise yöre halkı karşı çıkmış ve yerel yönetim şirketin iki kez başvurmasına rağmen kuruluş izni vermemiştir. Metalclad birkaç yıl sonra bütün bu gelişmeleri bilen bir Amerikan şirketi tarafından Meksika Federal Hükümeti'nin sözlü vaadine dayanılarak satın alınmış ve yeni izin başvurusunun sonucu beklenmeden yüklüce bir yatırım harcaması yapılmıştır. Ancak izin başvurusu yerel yönetim tarafından tekrar reddedilmiştir. Amerikan şirketi Meksika'da yargı yoluna gitmek yerine yabancı yatırımcı olduğu gerekçesiyle NAFTA Anlaşması'nın ihlal edildiğini öne sürmüş, uluslararası yargıya başvurup davayı kazanmıştır. Şu anda bu uluslararası kararı emsal göstererek sigara reklamları, asgari ücretler gibi konularda düzenleyici kararlar alan hükümetlere karşı dava açan çok sayıda şirket vardır. Dava açmayanlarsa bu kararı bir tehdit unsuru olarak kullanmaktadırlar. 

 

 

Alternatif Küreselleşme Hareketi

 

Bunu bir hareket değil de, içinde çeşitli grupların yer aldığı "hareketlerin hareketi" şeklinde tanımlamak daha doğru olur.  Bir tarafta Avrupa, Latin Amerika ve Afrika'da gösterilere katılan yüzbinlerce insan, diğer tarafta insanlık dışı koşullarda üretildiği için Nike marka spor ayakkabı almayan tüketiciler, çocuklarının sağlığını düşünerek genetik değişikliğe uğratılmış besin maddelerinden rahatsız olan kadınlar. Başka bir tarafta Dünya Bankası ve IMF  programlarının sorunları çözmek yerine fakirliği artırdığını söyleyerek görevinden istifa eden Dünya Bankası eski başekonomisti, Nobel ödüllü Joseph Stiglitz. George Soros bile bana kendisini alternatif küreselleşme hareketinin içinde hissettiğini söylemiştir. Bütün bu insanları birleştiren, endişe verici dışlanma duygusudur. Dünya zenginliğinin % 80'inin dünya nüfusunun % 20'sinin elinde bulunması, eşitsizliğin son 20 yılda artması, ekonomik yardımların son 20 yılda % 45 azalması ekonomik dışlanmadır. Büyük sermaye ve politikacılar arasındaki kamu yararını ayaklar altına alan ittifak, politik dışlanmadır.

 

Bir de toplum karakterinin gittikçe artan oranda büyük şirketler tarafından biçimlendirilmesine karşı duyulan sosyal dışlanma vardır. Toplumun biçimlendirilmesine kullanılan araçlara örnek olarak, çoğu zaman büyük şirketler tarafından finanse edildiği kamuya açıklanmaksızın  yapılan bilimsel ve akademik araştırmaları verebiliriz. ABD'de ilaç izinlerini veren Federal İlaç İdaresi'nin tatlandırıcılar konusundaki araştırması, sakarini üreten Sweet & Low firması tarafından finanse edilmiştir. 11 Eylül öncesinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından ele geçirilen, "Sigara kullanımını teşvik edecek Müslüman dini liderler arıyoruz" şeklindeki Philip Morris'in şirket içi yazışması, toplum mühendisliğine bir başka örnektir.

 

 

Çözüm Önerileri

Öncelikle ihtilalci değil reformcu olduğumu belirtmeliyim. Kapitalizmin zenginlik yaratma konusunda çok etkin bir sistem olduğuna inanıyorum. Ancak kapitalizm bu zenginliğin yeniden dağıtılması veya zenginliğin yaratılması sırasında ortaya çıkan maliyetler (çevre, sosyal maliyetler, insan hakları) konusunda hiçbir çözüm getirmemektedir. Çok güçlenen büyük şirketleri denetim altına almak için iki bölümlü bir strateji öneriyorum. Birinci bölüm yasal düzenlemeleri kapsıyor. Ticari çıkarlara ve yabancı yatırımcıların çıkarlarına öncelik verip, çevre, insan hakları, işçilerin çalışma koşulları gibi konularda paranın gücüne teslim olan mevcut uluslararası hukuk sistemi ve uluslararası

 Noreena Hertz (Fotoğraf: Chris Saunders)

örgütlerde yeni düzenlemelere ihtiyaç vardır. Tek tek ülkelerde de kanuni düzenlemeler gerekir. Ülke düzenlemeleri uluslararası düzeyde eşgüdümlü olmalıdır. Aksi halde şirketler düzenlemelerin gevşek olduğu ülkelere kayacaklardır. Güney Afrika'daki Cape Davası gibi vakalar, ancak yasal düzenlemelerle  önlenebilir. Cape Davası'nda Britanyalı bir maden şirketi, amyantın zararlarını bildiği halde Güney Afrika'da kurduğu yavru şirketinde madende çalışan zenci işçilerin sağlığı konusunda hiçbir önlem almamış, açılan davada ana şirket yapılanlardan sorumlu tutulamamıştır. Bilindiği gibi yavru şirketlerin büyük tazminatlar ödeyecek varlıkları yoktur. Yeni düzenlemelerde ana şirketler yavru şirketlerin yaptıklarından sorumlu tutulmalıdırlar. Avrupa düzeyinde yapılacak sosyal sorumluluğu gözeten düzenlemelerin etkili olacağı kanısındayım. Piyasa mekanizmasının yapabileceği düzenlemeler arasında, etiketlerde tüketicilere ürün hakkında daha açık bilgi verilmesi, araştırmaların finansman kaynakları gibi konularda şeffaflık, sosyal sorumluluğu gözeten yatırımlara tanınacak vergi indirimleri sayılabilir. Partilere devlet yardımı da siyaset-şirket ilişkilerini azaltmada faydalı olacaktır.  Tek kabul edemeyeceğim şey, firmaların bu konuda kendi kendilerini denetleyebilecekleri görüşüdür.

         

 

Kaynaklar:

 

House of Lords, Session 2002-2003, Select Committee on Economic Affairs, Globalisation, Oral Evidence, 18 Kasım 2002.

 

N. Hertz, Observer, 8 Nisan 2001.

 

The News on Sunday, 20 Temmuz 2003.

 

Weltwoche 17 Mart, (İngilizce çeviri)