No.244 - Soğanla sarmısak arasında

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Sürekli olarak havada bir değişim/dönüşüm kokusu solunmaya başlandığı hepimizin malûmu (sayılır). Ama, değişmekten, dönüşmekten söz ederken, milletçe temel karakteristiğimizin değişmesi ya da dönüşmesi gibi bir olasılık, başları sürekli bulutlarda gezen saf tefrikacılarınızın dahi aklından geçmemişti doğrusu. Kavgacılık/polemikçilik özelliğimizden bahsediyoruz tabii. Hatta, “horozlanmak bizim karakterimizdir” gibi bir atasözümüz yoksa da, bu minval bir tefrikacısözü de uydurabiliriz pekâlâ.

Ne var ki, böyle bir durum görülüyor ortada: Kavgacılık aslî hasletimizi yitiriyor muyuz yoksa, nedir? Baksanıza, Avrupa’da aristokratlığı biraz da kendinden menkul Giscard’ın, kendi görev sınırlarını şaşırıp hezeyansı bir kelâmla “Türken raus” demesi ya da Fischer’in bir hayli nemlenip patlarlığını çoktan yitirmiş 68’lilik barutunu beden kelâmı ile geri getirmeye çalışıp, “ense tıraşını görelim”vari tavırları da bizi temsil edenleri -- o “Kasımpaşalılık” faktörüne rağmen! -- horozlandırmayı “başaramadı.”

Valla, “medeniyet çatışmaları” bile para etmiyor: Avrupa çıkarmasının canalıcı ayaklarından birinde, Kopenhag’da, AB Dönem Başkanı’nın önünde Erdoğan, Avrupalı “dostları aydınlatmak isterim” diyor ve 9 maddelik dehşetli bir reform programını bir nefeste sıralıyor:

Meclis’in yanı sıra, Meclis dışında da toplumda olabilecek en geniş mutabakatı arayarak hem Ulusal Program, hem AİHS ışığında anayasanın gözden geçirilmesi; temel hak ve özgürlüklerin genişletilip sivil toplumun güçlendirilmesi; herkesin illâllah dediği siyasi partiler ve seçim yasaları başta olmak üzere, yasalardaki yeni düzenlemelerle eksiksiz bir demokratik düzen kurulması için harekete geçilmesi; AİHM kararlarının eksiksiz uygulanması; işkenceye sıfır tolerans uygulanması; sivil toplumun candamarları olan derneklere serbestiyetin artırılması; yabancı azınlık cemaatlerinin mülkiyet haklarına ilişkin sıkıntıların giderilmesi; parlamentoda AB ile bütünleşme ilişkilerinin koordone edilmesi; uluslararası temel insan hakları sözleşmelerinin sekmeden onaylanması... Anayasa, sivillik, özgürlük, işkenceye hayır, azınlık hakları, temel haklar, AB ile bütünleşme...

Eh, bir çeşit “yurtta sulh, cihanda sulh” programının yeniden teyidi bile diyebiliriz buna. Kavgasız gürültüsüz.

Kavgasız ve gürültüsüzlük, ulusal davranış kalıplarından çıkartılmaya başladı mı, ilk ağızda, ağızdan çatırtılarla çekilmiş azı ya da akıl dişinin bıraktığı o tuhaf boşluğu anımsatmıyor değil hani. Hani, dişetlerinde sulanan, arada inceden sızlayan, sızan kanla karıştığından pembe-beyaz bir renkli ağız suyunun doluştuğu o kaygan ve derin boşluğu.

Muhalefet Partisi Genel Başkanı Baykal, kavga-gürültüsüzlük yokluğunun getirdiği boşluğu en yakından hissedenlerden biri görünümü veriyor: Anayasa değişikliği hiç yoktu, nerden çıktı, ezici çoğunluk zoruyla değiştirip rejimi germenize izin vermeyeceğiz; programda MV dokunulmazlıklarını anmadınız, yolsuzları koruyup rejimi gerecekseniz izin vermeyiz, dış politikada yeni açılımlarla eski köye yeni âdet getirip ulusal çıkarları zedeleyerek, milli politikalara şahinlik diyerek rejimi germenize izin vermeyiz, Kasımpaşalılıkla olmaz, iktidar güvenoyu almadan çürüyor gibilerden – hani agresif demeye dilimiz varmıyor, ama en azından "naralanan" – bir söylemi dile getirirken sanki, biraz mahalle kahvesinde sırtına yan atılmış ceketle dolanarak horozlanan ve kavga arayan bir “Kasımpaşalı” edasını taşımıyor değil...

Değil de, Kasımpaşa’da racon değişmiş, diş hekimliğinde çekim teknikleri ilerlemiş, horoz döğüşlerinin de en azından bu mahallede modası geçmiş gibi görünüyor.

Bu görüntünün en çarpıcı fotoğraflarından birini de Başbakan Gül vermekte: Güvenoylaması öncesi muhalefetin eleştirilerini de kapsayan Meclis konuşmasında “siyasette yeni bir dönem başladığını, eski siyaset anlayışının bir kenara bırakılması gerektiğini” belirtirken, belki tam da bunu vurgulamış olabilir: Kostaklana kostaklana horozlanmanın çağının geçmiş olduğunu. Çünkü, bakınız, Anayasa değişikliği konusunda "giçbir gizli kapaklı niyetimiz, arayışımız yoktur,” diyor ve değişikliği büyük bir uzlaşma ve konsensüs ile yapmak gerektiğini belirtiyor: Meclis içinde muhalefetle, dışındaki partilerle, sivil kuruluşlarla, bu konuda yazan-çizen-düşünen tek tek kişilere kadar her kesimle birlikte. Tartışarak, görüşerek, konuşarak, uzlaşarak. Uzlaşma komisyonunda her partinin eşit temsili ile. “Çoğunluk diktası” ya da “kavga gürültü” yok yani.

Dokunulmazlık meselesini de şöyle dile getirmiş Başbakan: "Geçen dönem geçirilmeyen maddelerde dokunulmazlıkla ilgili madde de vardır. Arzu edilirse, geçirilmeyen bu maddelerle başlanabilir. Bunu da hep birlikte yapacağız.” Gene kavgasız gürültüsüzlük olayına giriliyor yani burada. Ama, bir uzantısı da var: “Türkiye’de dokunulmayan o kadar çok kişi ve kesimler var ki, hep birlikte ele alınmaları gerekiyor. Herşey açık ve şeffaf olmalı. Yeri geldiğinde herkes hesap verebilmeli,” diyor Gül. İşte bu uzantıda, işler çatallaşıyor. Burada, kavga-gürültü çıkabilir; çünkü işin “derin devlete”, derin yolsuzlukların hesabının sorulmasına kadar yolu var. Ama, bu kavga-gürültü, muhalefet liderinin istediği kavga gürültü mü, orası bilinmez.

Dış politikaya gelince, “sloganlara ve retoriğe yer yoktur; statüko ile bir yere varılamaz, dinamik olmalısınız,” demiş Başbakan. “Yoksa, dünya bir yerlere varır; sizse dışında kalırsınız.”

Sonuçta, tefrikalarımızda bir süredir dile getirdiğimiz bir tuhaflığın yeni bir görüntüsü var yani ortada: Eski köyde âdet şuydu: sol değişmeyi, muhafazakârlık (adı üstünde tutuculuk) değişmemeyi isterdi. Şimdi yeni âdet geliyor: eski âdetlere takılıp kalma belirtileri gösteren “kavgacı” “sosyal demokrasi” muhalefeti ile yeni âdet getirmeyi isteyen “muhafazakâr” uzlaşmacı merkez.

Soğanla sarmısakların mutfaktaki yerlerini bir kez daha gözden geçirmek mi gerekiyor ne?

Devamı yarın...