Merhaba kâinat!..
Tefrikacılarınızın bir süredir farkında oldukları bir husus şu ki, artık hafta sonları tatili diye birşey kalmadı gazeteci makulesi için. Eskiden ne güzeldi oysa: Cuma akşamından itibaren bir tür kepenk indirilir ve “magazin” vitrinleri açılırdı hafta sonunda. Şimdilerde bir hız bir telâş, haftanın her günü, Allah’ın her haftasonu haberler...
Bu “sinsi” gidişin belki en çarpıcı örneklerinden biri bu hafta sonu yaşandı: Muhalefet partisi lideri “başbakan” olamayan lidere iade-i ziyarette bulundu; Avrupa Birliği konusunda mutabakat bir kere daha gözler önüne serildi; o toplantının ardından Erdoğan ve kurmayları Arap ülkelerinin temsilcileriyle bir toplantıya korşturdu ve burada AB’ye bir başka mesajın ipuçlarını aramak – ve belki de bulmak -- mümkündü, ama onu aramaya vakit kalmadan, Ankara’daki bütün Avrupa ve Batı ülkelerinin temsilcilerini, onların pek de âşinâ olmadıkları bir “iftar yemeği”ne çağırmak suretiyle gene bir başka mesajın ipuçlarının aranmasına vakit bulunamadı; TÜSİAD’ın, AB konusunda pek istekli olmayan Alman Sosyal Demokrat liderlerin üzerine, Sosyal demokrat bağları kuvvetli olan muhalefet partisinin liderlerinin gitmesi çağrısının isabetliliği ve fakat muhalefet partisinin bu öneriye uyacağına dair bir işaret vermemesi üzerinde düşünmeye de pek vakit olmadığı anlaşıldı; ertesi gün mesajları topluca deşifre etmek üzere masanın başına oturulmuşken, Ankara’daki Hükûmet programının okunmasının izlenmesine geçildi; iftara yetişilsin diye dörtte biri kadarı “atlanarak” okunan programda öncelikle hukuk ve insan hakları reformunun vurgulanması dikkat çekiyordu. Açık Radyo konuklarından Ali Bilge’nin “Türk Toplumu Eskimiş Kontratlarını Yenileme Aşamasında” derken sözünü ettiği toplumsal sözleşme kavramının, bazı gazete manşetlerinde de “2. Cumhuriyet Gibi” (“program başarıyla hayata geçirilirse Türkiye sil baştan değişecek”/Sabah) şeklindeki değerlendirmelerin isabetliliği (yani, kontrat yenilemek iyi de, bu mümkün mü, değil mi, hayata geçirmek kolay mı, hayat nedir ki zaten tarzındaki hayati sorular) üzerinde uzun uzun kafa patlatmak isteyen tefrikacılarınız maalesef buna da vakit bulamadılar; çünkü, yeni Hükûmetin dışişleri Bakanı, dünyanın en berbat üç çözümsüz meselesinden (“3 K": Kudüs-Keşmir-Kıbrıs) biri olan Kıbrıs konusunda 40 yılda ilk kez bir çözüme kapıyı araladığı söylenen Annan planını görüşmeye dahi kapıyı aralamayı reddeden Denktaş’ı ikna etmek üzere birkaç saatliğine New York’a uçup dönerken, Erdoğan 40 yıllık “rüya”nın peşinde AB Birliği turunun yeni ayağını tamamlamak üzere uçağa atlıyordu bile...
Kıbrıs’tan “derin devlet” engeli tartışmaları, Keşmir’den taze terör haberleri, Kudüs’ten herzamanki ölümcül dehşet sarmalı derken... bu tempoda türban/başörtüsü/sıkmabaş fiyonklarının uçlarının çekiştirilmesiyle uğraşamayacak kadar yoğun olan tefrikacılarınız, Nijerya’daki “Dünya Güzeli” yarışmasında “gösteriye devam” kararı alınarak yarışmanın Londra’ya taşınmasını, güzellerin Gatwick havaalanına “peynir” dermişçesine yaygın gülümsemelerle indiğini, aynı anda da Nijerya’daki ölüm gösterisinin devam ettiğini, ceset sayısının 200’e, evleri yakılıp yıkılanlarınsa 12 bine ulaştığını görüp bu rakamları deşifre (ve en güzelin kim olacağını tahmin) etmeye çalıştılar; ne yazık ki, kahrolası zaman darlığı ellerini kollarını bağlamıştı... Ve zaten tam o sırada önlerine 3 K’dan bin beter zorlukta bir muamma çıkmıştı bile: NOBDH (Ne olacak bu dünyanın hali?) bulmacasına paldır küldür dalmak zorunda kaldılar. Hafta sonunun en acı(masız) mektubunu almışla rdı: Dünyanın en çok aranan adamı Bin Laden, “Amerikan halkına mektubu”nda (The Observer), “sizi her yerde vuracağız” diyor ve iki soruya iki cevap yöneltiyordu:
Soru 1: Sizinle niye savaşıyoruz, size niye karşı çıkıyoruz?
Cevap 1: Çok basit, çünkü siz bize saldırdınız (Filistin, Somali, vb) ve saldırmaya devam ediyorsunuz (Irak, vb);
Soru 2: Sizi neye çağırıyoruz, sizden ne istiyoruz?
Cevap 2: Sizi ilk önce İslam’a çağırıyoruz; sizden baskınızı, yalanlarınızı, ahlâksızlıklarınızı ve sefahatinizi ... durdurmanızı istiyoruz...
Britanya yetkililerinin tüylerini, tefrikacılarınızınkiyle birlikte diken diken eden 4000 kelimelik bu mufassal mektuptaki mesajın – basitliği dolayısıyla çok da büyük emek gerektirmeyen – deşifrasyon çabasına giriştiğimiz anda, dünyanın dört bir yanından 300 küsur kişilik parlemanterler grubunun (Britanya, AB ve diğer...) yeni bir mektubu çıktı başımıza: Irak’a karşı savaşa girilmesini engellemek isteyen ve “başta ABD olmak üzere, kitle imha silâhlarına sahip ülkelerin öncelikli olarak kendi KİS stoklarını denetlemelerini” isteyen bu mektubun muhatabı Başkan Bush’tu aslında, ama tefrikacılarınız her zamanki gibi üstlerine vazife olmayan bir işe kalkıp bu mektubun deşifrasyonuna giriş—mekteydiler ki, vakitlerinin olmadığını farkedip tefrikayı bitirmeyi tercih ettiler.
Devamı yarın...