Merhaba kâinat!..
Başbakan Türkiye’nin belirsiz bir döneme girdiğini belirterek, “daha önce böyle bir seçime girmedim,” demiş. Zaten, daha önce de yarım yüzyıllık siyasî hayatında böyle bir siyaset ortamına tanık olmadığını belirtmişti. Başbakan’la her konuda hemfikir olduğumuzu söyleyemeyiz, ama bu konuda haklı olduğunu teslim etmeliyiz belki de... Kargaşa ve belirsizlik konusunda söyledikleri haklı da, eksik gibi. Dünya hali’nin Türkiye’dekini pek aratmayacak ölçüde “absürd tiyatro”yu hatırlatacak ölçüde kaotik olması bir yana bırakılırsa, ülkemizdeki durumu kavramak hayli zor:
Şimdi şöyle: 3 Kasım Pazar sabahı giyinip kuşanıp sandık başına gitmeyi planlıyoruz ya hani, belki de gitmeyeceğiz. Küçük bir olasılıkla da olsa bu seçim iptal edilebilir çünkü. Anayasa Mahkemesi, AK Parti’nin kapatılması istemiyle açılan davada ön incelemenin 1 Kasım’da yapılacağını açıklamış. Yani, seçime iki, hatta ne ikisi, bir gün kala, seçimlerden en yüksek oyu alması galip ihtimal olarak bütün kamuoyu yoklamalarında gözüken bir partinin kapatılması tartışılacak. Bu durumda, kapatılabilecek bir partinin kazanabileceği bir seçimin yapılması bir yana, kapatılacak bir partiye neden oy vermeye gidileceğinin sorulması iyi olabilir.
Aslında, Anayasa Mahkemesi bu ön incelemenin 1 Kasım’da yapılacağını açıklamış mı, açıklamamış mı, o da tam belli değil. Çünkü yüksek mahkeme başkanı gündeme alınacak derken, yardımcısı ‘gündemimiz dolu’ diye bu toplantının seçim sonrasına yapılacağı mesajını vermiş (Akşam). Aslında gündeme alınıp alınmayacağı böylece belirsizleşen toplantının 1 Kasım’da mı 2 Kasım’da mı yapılacağı da tam belli değil. Çünkü, yüksek mahkemenin başkanı, konunun “bugün ya da yarın gündeme alınabileceğini” de belirtmiş. Aslında, başka konular da tam belli değil. Çünkü, bu toplantı olur da bu toplantıda AK Parti Başkanı’nın genel başkanlık yetkisi kaldırılırsa, seçim sonucunun iptali olasılığı da doğuyor. Burada, Anayasa Mahkemesi’nin iradesinden başka bir kurumun, Yüksek Seçim Kurulu’nun iradesi de gündeme geliyor. Çünkü, yargı çevreleri (?) “İtiraz YSK’ya yapılır, o da kendi yaptığı seçimi iptal etmez!” görüşündelermiş. Ama, seçim sonucunun iptalinden önce, seçimin kendisinin iptali ihtimali üzerinde de durmamız gerektiği anlaşılıyor. Çünkü, genel Başkanlık yetkisinin iptali, dolayısıyla seçim sonucunun iptali gündeme gelen AK Parti genel başkanının adının seçim pusulalarında yazılı olmasının oylama sürecini daha baştan kadük hale getirip getirmeyeceği de aynı hukuk çevrelerinde tartışma konusuymuş. Bu tartışma ve belirsizliklerin atlatılması ve dolayısıyla seçimin usulünce yapılması durumunda, olacakların gene belirsiz olması ihtimali de az değil. Cumhurbaşkanı, “Başbakanı ben seçerim” mealinde bir açıklama yapmıştı resepsiyonda, hatırlayacaksınız. Yani, en yüksek oyu almış olan ve dolayısıyla güvenoyu alması en yüksek matematiksel ihtimal olan partinin gösterdiği bir başbakan adayı yerine, güvenoyu alması ihtimali olmayan bir partinin başbakan adayını Cumhurbaşkanı’nın “seçmesi” gibi bir ihtimal daha beliriyor böylece ki, milletin, daha doğrusu hiçbir milletin daha önce aklına gelmemiş olan bu ihtimalin belirmesiyle Başbakan’ın (yani seçimden önceki, halihazırdaki Başbakanın) başta, yani tefrikamızın başında sözünü ettiğimiz tespiti, yani “belirsizliğin” belirginliği tespiti, büsbütün geçerlik kazanıyor. Parlemanter demokratik sistemimizin üstünde durduğu temel direklerin siyasi partiler kadar, belki onlardan daha da fazla olarak yüksek mahkemeler (A.M.), yüksek kurullar (YSK), Cumhurbaşkanlığı gibi kurum ve kurullar üzerinde yükselmekte olduğu görülüyor ki, bu fenomeni açıklayacak matematik formülleri de ancak “bulanık mantık” (fuzzy logic) düzleminde bulabiliriz.
Ya da –öyle düşününce-- bulamayabiliriz.
Devamı yarın...