Haber: TBMM Genel Kurulu’nda bir oturum yapıldı. 170’e karşı 191 oyla Meclis’in tatile girmesi kararı alındı. Böylece, daha önce alınmış olan “3 Kasım’da erken seçime gitme kararı” da dolaylı olarak “onaylanmış” oldu.
Bu haber Türkiye’deki bellibaşlı gazetelerde “onurlu son”, “son oyun”, “oyun bitti”, “muhteşem final”, “son bakış”, “kaçamadılar”, “cesur karar”, “kurtarılan namus”, “kurtulan sandık” gibi etik değerlendirme ve yorumlarla verildi.
Yani, bir oyunun bozulduğu, entrikaların iflas ettiği, kaçakların yakalandığı, kaçamakların bittiği, korkakların altedildiği, cesaret ve tutarlılık gibi erdemlerin bolca sergilendiği ve –elbette–demokrasinin felâketten “kılpayı” kurtulup rayına girdiği müjdeleniyordu. (Haberi, olması gerektiği gibi, yani olduğu gibi veren sadece iki gazete, Cumhuriyet ve Zaman çarptı tefrikacılarınızın gözüne.)
Farklı medya gruplarına ait olan ve birbiriyle sık sık korkunç kavgalara girişen gazetelerin birdenbire elele vermeleri, biraraya gelmeleri ve tüm erdemlere büyük bir titizlikle sahip çıkıp rejimin muhafızlığına soyunmaları, elbette gurur verici bir insanlık tablosu oluşturuyor.
Bu durumda, bazı sorular kalıyor geride: “Mevhum-u muhalif”ten hareket edersek, seçimin ertelenmesini savunarak “tarihî oturum”da bu yönde el kaldıran 170 milletvekilinin oyunbaz, entrikacı, korkak, kaçak, namus ve ahlâk kavramlarından yoksun birer demokrasi düşmanı olduğunu düşünüyoruz demektir. Böyle ise, durum vahim demektir. Çünkü, bakıyoruz, sayıyoruz: korkakoyunbazentrikacıdemokrasidüşmanları, cesurdürüsttutarlıdemokratlardan sadece 21 kişi az! Peki ya – Maazallah -- erken seçimlerde bu bıçak sırtı denge durumu değişir ve yeni Meclis’te kötülerin sayısı 22 kişi artıverirse, ne olur? Seçim yaparak rejim düşmanlarını kendi oylarımızla yüce Meclis’e taşımış olmaz mıyız o zaman?
Bir soru da şu: Bu kadar tarihî bir oturumda böylesine muhteşem bir final yaşanmışken, demokrasi son anda resmen “kurtulmuş” iken neden içimizi bu muhteşem zaferin sevinç ve coşkusu doldurmuyor? Neden genç-yaşlı-çoluk-çocuk sokaklara doluşup bu demokrasi bayramını kutlamıyoruz ki milletçe? Bu müthiş dönüşüm neden uluslararası medyanın ekranlarını, gazetelerin birinci sayfasını, ajansların birinci sırasını işgal etmiyor?
İçimizdeki bu “boşluk” neden – neden bu “kayıp” duygusu?
Bunu bulabilmek için gene medyaya başvurmalıyız:
“Muhteşem Final!” manşetinin altında, dünkü oylama ile Ecevit’in hepimize
a) "onur dersi"b) “tutarlılık dersi”,c) “devlet adamlığı dersi”,d) "demokrasi dersi"
verdiğini haber olarak bildiren bir gazetenin, Sabah’ın iç sayfalarından birinde bir yorumcu, Ömer Lütfü Mete, “son oyun”a, kendi gazetesinin zafer marşlarından hayli farklı bir gözle bakıyordu:
“İyi de, halkın kayıtsız kaldığı bir ‘sandık maçı’nın önemi nereden geliyor? Neden içimiz rahatlamıyor?... Böyle bir siyasi tablo karşısında, şu cephenin kazanmasını feâket, öbürünün kazanmasını cennet sayabilir miyiz?... Bir esenlik hissetmiyoruz. Galiba işin püf noktası burada: Kaybedenlerin ilkeli ve ahlâklı davrandıklarından emin olamadığımız gibi, kazananlarınkinden de emin değiliz... İki ‘hak etmeyen’ takımın maçından bir galibin çıkması berbat bir durum.
Bu maçın asıl mağlubu demokrasidir.”
Tefrikacılarınız, futbol metaforunu sürdürerek son sloganlarını patlatıyorlar işte:
“Bu maçı unuttuk, şimdi önümüzdeki maça bakıyoruz.”