Merhaba kâinat!..
Saddam Hüseyin’in, kimse pek inandırıcı bulmadığı için olsa gerek bir çağrıdan ziyade bir taktik olarak değerlendirilen teftiş davetinin ardından yazdığı yazıda Fisk, şimdi Bush’tan da eşit sevimsizlikte bir hamle beklememiz gerektiğini söylüyordu. Bu hamle çok da gecikmeden gelmiş bulunuyor ve başta naçiz tefrikacılarınız olmak üzere hemen herkesi hazırlıksız yakalayan, çünkü akla gelmesi pek de mümkün olmayan bir adım içeriyor: ABD, silah denetçilerinin Irak’a gitmelerini engelleyecekmiş. Bunun olmaması için bir tek şartı var Amerikan yönetiminin, o da BM Güvenlik Konseyi’nden bu konuda yeni bir karar çıkması. Dışişleri Bakanı Powell, Güvenlik Konseyi’nin, denetçilerle işbirliğinin aksaması halinde çok ciddi sonuçlar doğabileceği konusunda Güvenlik Konseyi’nden net bir uyarı çıkması gerektiğini söylemiş. Diplomatik dil ayıklanacak olursa ABD’nin BM’ye düpedüz bir ültimatom verdiğini de söylemek pekala mümkün. Üstelik tam da BM Baş Silah Denetçisi Hans Blix, en geç 15 Ekim’e kadar denetçilerin Irak’a gitmesinin mümkün olduğunu söylemişken...
Denetçileri nasıl engelleyecek acaba Amerikan yönetimi?... Onlar gitmeden önce saldırıya geçip bu misyonu tamamen anlamsız kılarak mı?.. Bilinmez. Bu arada, Irak Dışişleri Bakanı Naci Sabri bir defa daha demiş ki Irak yönetiminin elinde kimyasal, biyolojik ya da nükleer silah bulunmamaktadır. Doğal olarak, hayalkırıklığı yaratmış bu ifadeler Amerikan yönetiminde.
Doğrusu, yönetimin hayalkırıklıklarıyla uğraşacak fazlaca vakti varmış gibi görünmüyor. Bush yönetimi bir taraftan BM görevini yapamazsa kendilerinin tek başına yapıp bu arada BM’nin itibarını da kurtaracaklarını söylüyor, bir taraftan da her neden ihtiyaç duyuyorlarsa uluslararası toplumun onayı için kulis yapıyor.
Bu onay konusunda yönetimin pek güçlük çekmeyeceğini, gazeteci John Pilger’ın New Statesman dergisinde yayımlanan bir yazısından öğrendik, ama ona geçmeden önce uluslararası toplumdan çıkan ‘çatlak’ bir sese kulak verelim. Efendim, seçim sath-ı mailindeki Almanya’da (Irak’a savaş açılmasına karşı çıkması nedeniyle Alman seçmeninden büyük destek gören) Schröder hükumetinin Adalet Bakanı Herta Daeubler-Gmelin, Bush’u Hitler’e benzetmiş. Demiş ki: “Bush, kamuoyunun dikkatini ülke sorunlarından uzaklaştırmak istiyor. Klasik bir taktiktir bu. Hitler’in kullandığı taktik.” Lakin, bunun tatsız da olsa bir istisna olduğunu, uluslararası destek konusunda sorun çıkmayacağını söylemiştik. Pilger diyor ki bundan 12 sene önce de, Baba Bush ilk Irak savaşını açacağı zaman Mısır’dan Suudi Arabistan’a, Suriye’den İran’a, Sovyetler Birliği’nden Zaire’ye, Yemen’e ve Sudan’a kadar çeşitli muhalifler vardı. Ama hepsi kısa bir süre içinde ‘hizaya geldiler’ ve bu süreçte IMF ile Dünya Bankası pek faal bir rol üstlendiler. Yani, malum, bu sözü geçen ülkelerin mali durumları iyi sayılmaz ve IMF ile Dünya Bankası kredileri de onlar için (Türkiye’nin aksine!!) çok önemli. Anlattırmayın artık, yerimiz dar...
Onun yerine başka bir şey anlatalım. Almanya gibi Türkiye de seçime hazırlanıyor ya, birkaç gündün AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili adayı olmasına izin verilip verilmeyeceğini konuşuyoruz biz de. ‘Top’ en son Yüksek Seçim Kurulu’ndaydı ve kararın da Perşembe günü açıklanması bekleniyordu. Ancak Perşembe yerine Cuma’ya bırakıldı karar. Fehmi Koru, Yeni Şafak gazetesinde, sonucun piyasaları tedirgin etmesine mani olmak amacıyla yapıldığını söylüyor bunun. YSK’nın kararının ne olacağı pek de belirsiz değil aslında.* Sabah gazetesinde, Yavuz Donat’a bir demeç veren YSK Başkanı Tufan Algan, “Yargı siyasallaşamaz, yargı önüne gelen dosyaya bakar, hukuka bakar,” demiş –ki doğru, değil mi? Ve devam etmiş: “Memleketin menfaatine bakar. Çanakkale’ye bakar, 26 Ağustos’taki Büyük Taarruz’a bakar, 30 Ağustos Başkomutanlık Muharebesi’ne bakar. Atatürk’ün sözü kimsenin kulağından çıkmasın. Ordusuna, size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum, demedi mi? ... Her şey bireysel menfaatten ibaret değildir. Yargıç olarak ülkeyi zarara uğratıp uğratmadığını da düşüneceksin. Bir şeyi daha düşüneceksin. Üç yüz bin insanımız, Çanakkale’de ne uğruna şehit oldu?”
Sayın Algan’ın, YSK Başkanı olarak hukukla ilgili mütalaada bulunurken bir İnkılap Tarihi dersi tadı vermesi yadırgatıcı değil aslında. Yadırgatıcı olan biziz, hepimiziz; ecnebi gibiyiz Türkçe gazete haberleri arasında...
Hafta sonuna girerken ve ılık bir havanın bizi beklediğini öğrenmişken Arafat’ın hafta sonunu kuşatma altında geçireceğini de söyleyelim. Perşembe gecesi, İsrail tankları Ramallah’daki karargahı kuşatma altına aldılar. Çünkü, Perşembe günü, İsrail’in en kalabalık caddelerinden birinde, yaklaşık 6 haftalık bir aradan sonra yeni bir intihar saldırısı meydana geldi. Sabra ve Şatila kamplarındaki katliamlar yirminci yıldönümlerinde tekrar hatırlanırlarken... Saldırı Hamas tarafından üstlenildi, ama İsrail yönetimi öncelikli olarak Filistin yönetimini ve Filistin Kurtuluş Ordusu’nu sorumlu tuttu.
Arafat’ın karargahının etrafındaki binalar bombalanıyordu son gelen haberlerde...
*...tam noktayı koyuyorduk ki, bir “hamle” daha geldi dünyamıza – bu sefer memleketimizden: Masamıza konulan bir AA bülteninde şu yazılıydı: “YSK, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, kapatılan RP’nin Genel Başkanı Erbakan, eski HADEP Genel Başkanı Bozlak ve eski SDP Genel Başkanı Akın Birdal'ın milletvekili seçilme yeterliliğini haiz olmadıkları gerekçesiyle yaptıkları milletvekilliği adaylığı başvurusunu reddetti.” Hamle, bir zamanlama şaheseriydi. “Piyasaların tepki vermesi”ni engellemek üzere dikkatle planlanmış olduğu besbelli bir “an”da, yani Borsa’nın kapanmasının hemen ardından... Ve, tepkiler de yağmaya başladı tabii. Tefrikacılarınız, haftasonu tatillerini bu tepkileri sizin için “monitoring”e alacaklar. İçlerinden bir tanesini özellikle merak ediyorlar. Evet, bildiniz: Derviş’li CHP’ninkini. Ne diyecek acaba? Ya da, daha doğru bir soruyla belki, bir şey diyecek mi?
Şimdi hamle sırası kimde?
Devamı haftaya...