No.196 - Anlambilim dersleri

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Güneşin altında yeni birşey yok: Irak’ın “gelin denetleyeyin, bizde silâh yok,” şeklindeki mektubu Amerika Birleşik Devletleri yönetimini kızdırdı. Özellikle Savunma Bakanı Rumsfeld’in iyice sinirlendiği anlaşılıyor. Mektubu gönderen Saddam’ın “[Amerikan] halkının güvenliği ve dünyanın istikrarı için âcil bir tehdit oluşturduğu”nu söylemiş.

Denetimcileri, ABD hesabına casusluk yaptıkları için haklı olarak kovduğu, en kıdemli BM denetçilerinden Amerikalı deniz piyadesi Scott Ritter (Al Ahram gazetesi) tarafından doğrulanan Irak, buna rağmen açtı kapıları ve işte kıyamet koptu. “Denetimcileri almıyacağım işte!” deseydi Saddam, bu kadar gazap uyandırmazdı, burası kesin. Şimdi, BM’yi filân beklemeye tahammülü olmayan Bush yönetimi, anavatana yönelmiş durumda. Kongre’den “savaş kararı” çıkartmak için bastırıyor. “Bastırma” deyince, o sofistike “lobicilik” faaliyeti kastedildiğini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Bush’un Amerikan Meclisi’nde savaş kararını “buldozer”le geçireceğini yazıyor Independent gazetesi. Kongre’de bir buldozer! Muhteşem bir metafor.

Zaten, anlambilim sanatında da doruklarda dolaşılıyor yeni binyılda. Ritter, haydi semantik oyunu oynayalım diyor: “Denetçiler dönmeli, yoksa savaş olacak deniyor, ama şimdi de bazı hükûmetler çıkıyor, Irak denetçileri kabul ederse bu denetçilerin yetkilerini aşmamasını denetlemeliyiz diyorlar... Bush yönetimi, kitle imha silâhları (KİS) yüzünden Irak’ı vurmanın şart olduğunu belirtiyor ve aynı cümlenin ikinci yarısında denetçiler meselesinin artık önemli olmadığını söylüyor. Yani KİS meselemiz değil... Peki mesele ne o zaman? Niye savaşı savunuyorlar?”

Tefrikacılarınız, meselenin ne olduğunu bulmak için sıkı bir araştırmaya giriştiler, semantik derslerini ineklediler ve soruyu cevapladılar:

Efendim, mesele: Kalıtım meselesi. Atalardan kalan mirası yani. Yani, silâh filan değil, “rejim değiştirme”. ABD, pek sık söylediği gibi “rejimi değiştirmek” için yerle bir edecek Irak’ı. Başka ülkelerde rejimi değiştirmek için o ülkeleri işgal ve istilâ etmek ise, ABD’nin eski bir geleneği: Küba tarihi üzerine bir kitap yazmakta olan Richard Gott, Guardian’da şöyle diyor: “Bu gelenek 104 yıl önce, ABD Küba’yı istilâ etmeye, Portoriko’yu, Filipinler’i ve Guam’ı da aynı anda ele geçirmeye karar verdiği zaman başlar. Zaten Amerikan gazeteleri, bu adalara neredeyse 400 yıldır hükmetmiş olan İspanya’ya “kötülükler imparatorluğu” diye veryansın etmeye çoktan başlamışlardı...”

Şimdi George W. Bush’un 12 Eylül 2002’deki tarihî BM konuşmasını anmanın tam zamanı işte. Ne demişti Başkan: “Vahim ve giderek artan tehlike Irak... BM kararlarına derhal uymazsa Amerika’nın askerî kudreti ile karşılaşır... Tehlike artarken kolları kavuşturarak beklenemez... Kalıtım ve seçim hakkına dayanarak ABD bu tavrı alacaktır...” O zaman tefrikacılarınız Başkan’ın “kalıtım hakkı”na dayanarak vurmakla neyi kasdettiğini anlayamamışlardı. Ama, şimdi semantik çalıştılar ve anladılar: 104 yıllık bir miras gereği vuracak yani Amerika...

Semantik çalışmalarına kısaca devam edersek: İnşaat ve yol yapımlarında kullanılan buldozer adlı âletin savaşa girmek amacıyla temsilciler meclisinin üstünden geçmek için kullanıldığını yeni öğrendik, ama Ortadoğu’da Israil ordusunun bu “iş aracı”nı zaten işgal altındaki Filistin topraklarında evleri yıkmak için kullandığını öteden beri biliyorduk. İnşaat araçları böylece yıkım silâhlarına dönüştürülürken, hayat barındıran bedenler de ölüm saçan bombalara dönüştü bir süredir. 6 haftalık bir aradan sonra gene bomba-insanlar patladı: Kuzey İsrail’de bir otobüs durağında, ardından da Tel Aviv’de bir otobüsün içinde patlayan ve altı masum insanın parçalanarak ölmesine sebep olan bu bedenler, ölümcül semantik egzersizlerimizi sürdürmemize yol açıyor. Bunlara terör saldırıları ve cinayet diyoruz elbette ve haklı olarak. Ama, John Pilger’ın Mirror’da ( İsrail’in Rutin Terorizmi” başlıklı yazısında yazdığı gibi, İsrail ordusunun ya da İsrailli “yerleşimci”lerinin ölümle sonuçlanan eylemlerine terör ve cinayet demiyoruz nedense: “Filistin topraklarının yasadışı işgalini zorla sürdüren İsrailli askerler bebeklerin ve başka masum insanların ölümüne yol açarlar ya da onları alenen öldürürlerken, cinayet ya da terörizm kelimeleri neredeyse hiçbir zaman kullanılmıyor... İsrailliler tarafından öldürülen Filistinli’lerin onda dokuzu sivil; bunların yüzde 45’i 20 yaş altındaki gençler ve çocuklardan oluşuyor...” (Filistin Sözcüsü Saeb Erekat’ın verdiği bilgiye göre, intihar saldırılarının olmadığı 6 haftalık “sükûnet” döneminde İsrail ordusu 71 Filistinli sivili öldürmüş; bunlardan biri de intihar saldırısının olduğu saatlerde öldürülen bir bebek.)

Kalıtım meselesine bir an dönersek: “Gelecek Nesillere...” manşeti ile kuşaklar boyu yaşayacak bir mucizeyi müjdeliyor gazeteler (meselâ Dünya): Bakû-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı projesinde tüm engellerin aşıldığı, Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye cumhurbaşkanları tarafından “start verildiği” belirtiliyor: “Gelecek Nesillere Başvuru” adlı belgeyi imzalayan devlet başkanları daha sonra özel baretleri ve özel gözlükleri takıp BTC hattının ilk borusunu toprağa indirmişler. Aliyev: Hayalden gerçeğe, Sezer: “efsaneden gerçeğe”, Şevardnadze: “mucizeler yaratacağız” mesajları vermişler. Bush da “yanınızdayız” mesajını göndermiş. Gelecek nesillerin varoluşunu temelden tehdit eden bir numaralı sorunun, yani küresel iklim değişikliğinin petrolden kaynaklandığını tespit eden bilim insanları (bkz.: “İmdat!”/Eduardo Galleano) bu gerçekliği/efsaneyi/mucizeyi nasıl karşılayacaklar acaba? Petrolün hayır getirdiği “gelişme yolunda ülke” modern endüstri medeniyetinde pek görülmemişti şimdiye kadar... “Rüyanın sonunda, gerçekliğin başındayız” diyen Azerbaycan başkanının sözlerinde hangisi gerçek rüya, hangisi gerçek gerçek acaba? Bu rüyayı ancak kuvvetli bir anlambilimci “tabir edebilir”. Biz, haddini bilen nâçiz tefrikacılarınızsa, hayır dualarımızı yollayabiliriz ancak: İnşallah bu üç ülke, üç gün mü desek üç nesil mi, petrolün bu menfi “kalıtım”ını kırarlar da o zaman gerçek bir efsane ya da mucize ortaya çıkar... İnşallah.

Devamı yarın...