Merhaba kâinat!..
“Yüksek arkalıklı koltukta ne kadar da küçük görünüyordu”, diye başlamış yazısına Robert Fisk.
Okurken aynı izlenime kapıldığınızı düşünmeden edemiyorsunuz. Birleşmiş Milletler Genel Meclis’inin salonundaki görkemli yeşil mermer duvar önünde, heyecanla beklenen ve dün de üzerinde durduğumuz konuşmasını yaptı ABD Başkanı George Walker Bush.
İnsanı küçücük kılan, figürün temsil edebileceği bütün büyüklükleri birdenbire minüskül bir hale getiren, kendinizi cüceler ülkesindeki Gulliver gibi hissetmenize neden olan bir orantı hınzırlığı aslında. Bir bakıyorsunuz, en fazla serçe parmağınız kadar cesameti varmış gibi görünen bir ademoğlu, pıt pıt pıt yürüyor kürsüye ve diyor ki, “Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak halkıyla bir sorunu yoktur.” Dürbünün tersinden bakmaktan dürbünün düzünden bakmaya şıp diye geçiveriyoruz.
Mercek tersyüz oluyor.
Ancak, tedrici bir geçiş bu. Cümleler birbirini izledikçe, muhtelif esler, entonasyon oyunları ve beden diliyle beslenen bir retorik binası çıkıyor karşımıza. Ama ne bina... Amerikan üst düzey yetkililerinin hemen bütün konuşmalarına, genel hitap tarzlarına sinmiş bir oyunsu hal bu. Deyim yerindeyse çoktan eskimiş, hatta biraz da antipatik hale gelmiş, ‘histrionic’ bir eda. Bu arada, Bush’un bu hususta, aktör selefi Reagan’dan daha mahir olduğunu kabul etmek zorundayız elbette, ama dedik ya bu tarz oyunculuk fazlasıyla eskidi. Çok Hollywood yani... Hele hele, George Powell ile Condoleeza Rice’ın yan yana, konuşa konuşa, BM binasına doğru bir gelmeleri vardı ki görmelere sezavar. Tüy gibi bedenleri taşıyan çevik bacakların üzerinde, havadaki hareket grafikleri neredeyse görülebilen el hareketleriyle ve etraftaki basın ordusunun hiç farkında değillermişçesine, kah gülerek, kah birbirlerine yaklaşıp bir iki söz ederek yürümelerini görmeliydiniz. Sanki bir süre sonra bir savaş açmayacaklarmış gibi, sanki sıradan bir toplantıya katılacaklarmış gibi; dertler üstü bir hal. Öyle ki ‘neylerlerse güzel eylerler’ hissiyatı zirveye vuruyor seyredende. Öte yandan, kendi acısıyla sessiz sedasız meşgul bulunan New Yorklular’ın televizyon ekranlarına yansıyan hal ve etvarından, beden dillerinden çok uzakta bir dil bu. Paul Auster’ın emsalsiz yazısını; New York ile Washington’ın ruhları arasındaki farklılığı hatırlamamak mümkün değil.
Halbuki, durum tam da öyle değil ve sinirlenmemek de elde değil. Fisk, “Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak halkıyla bir sorunu yoktur” cümlesinin, hatta kendi ifadesiyle ‘mantra’sının, işin ciddiye bindiğinin en veciz ifadesi olduğunu söylüyor. Neden mi? Başkan Reagan, 1985 yılında Libya’yı bombalamadan önce Amerika’nın Libya halkıyla bir sorunu olmadığını söylemiş. Irak 1991 yılında bombalanmadan önce Baba Bush, Amerika’nın Irak halkıyla bir sorunu olmadığını söylemiş. Geçen sene de, malum, Afganistan vurulmadan önce Amerika’nın Afgan halkıyla bir sorunu olmadığını söylemişti Bush. Velhasıl, bu cümle (mantra) telaffuz edildiğinde ABD mutlaka vuruyor arkasından.
Fisk, üşenmemiş, Bush’un konuşmasında kimi ‘mana-sakınımları’ (‘başka bir şey söyleyerek esas söylemek istediğini söyleme gayreti’ anlamında, tefrikacılarınız tarafından, ayaküstü bulunmuş bir kelime) bulunduğunu da tespit etmiş. Şöyle yazıyor (tek tırnak içindeki sözler, Bush’un konuşmasından alıntıdır): “Irak bir nükleer silah ‘yapımı için gerekli altyapıyı elinde tutmaktadır’ –ki bu gerçekten yapıyor demek değildir. ‘Eğer Irak atomik parçalanmaya uygun malzeme elde ederse’ ifadesi, elde ettiği anlamına gelmez.”
Bush diplomatik kelime haznesi hususunda hiç de ‘fena olmayan’ bir sınav verirken Körfez’de yığınak devam ediyormuş muhterem kariin. ‘Operation Plan 1003’ ve ‘Internal Look’ isimli iki ayrı operasyon kapsamında, çeşitli vadelerde istila seçenekleri için adaptasyon özelliğine sahip planlar üzerinde çalışıyormuş ABD.
Bu arada, ABD’nin coşkusundan etkilendiği gayet aşikar olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Gürcistan’daki Çeçen isyancılara karşı bir müdahale planladığını bilmeyen yok. Hatta, açıp telefonu BM’ye haber de vermiş. Ama son gelişmeyi duyunca kulaklarınıza inanmakta zorluk çekeceksiniz: ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen bir uyarıda, Rus müdahalesinin kabul edilemeyeceği, Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne büyük önem verildiği belirtilmiş.
Böyle neşeli bir bitirişin yerinde olacağını düşünüyoruz. Yani gülebilirseniz elbette... Şimdi Türkiye’den bahsedip ağzınızın tadını kaçırmamız da yakışık almaz. Malum, Türkiye’de -evlerden ırak- bir küskünlük hali var. Kaşlar çatık. Milletvekili listelerine giremeyenler, her seçim arifesinde olduğu gibi küstüler gene. Hatta, gayrete gelip seçimi erteletme girişimleri bile var. Diğer yandan MHP, ortağı bulunduğu koalisyonun kararıyla gerçekleştirilen AB reform yasalarının bir kısmının iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Mesut Yılmaz ise AB çalışmalarının aksamaması için seçimin bir buçuk ay kadar ertelenmesini öneriyor.
Derken Cumhurbaşkanı Sezer, milletvekillerinin, Meclis’in saygınlığını kendi saygınlıkları gibi görüp koruyacaklarına inandığını söylemek zorunda kaldı.
Neyse... Neşeliyken bitirelim.
Devamı haftaya...