No.180 - 'Rahmet' yağdı...

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Yağmur İstanbul’u teslim aldı, megaköy sulara gömüldü, şiddetli sağanak hayatı olumsuz etkiledi... Velhasıl, İstanbul suya battı. İstanbul’a tarihi boyunca şiddetli yağmurlar yağdığı görülmüşse de giriş cümlesindekine benzer klişeler necip Türk basınının buluşlarıdır. Sağanak yağmurun hayatı ‘olumlu’ etkilediği dönemler de olmuştur hem İstanbul’da, hem de Türkiye’de. Eskiden, fukara işi Yeşilçam prodüksiyonlarında hortumlama (kelimenin eski anlamıyla) yağdırılan yağmur cümle seyircide tebessüme sebep olur ve böyle bir yağmur yağabileceğine kimse inanmazdı. “Tutmuşlar hortumu havadan, döküyorlar suyu” diye, modern film eleştirisine gündelik katkılar getirildiği çok olmuştur. Ancak, bu yağmurun altında umumiyetle romantik sahneler cereyan ederdi ve şehre yağmur yağdığı zaman melankolisini, sevilen şiirlerin dizelerini de yanında getirirdi. Sonra, malum hem devir, hem de iklim değişti, küre ısındı, Orta Avrupa sellere battı ve yağmurlar da eski filmlerdeki yağmurlara benzemeye başladı. Tek farkla: Artık etkileri ‘olumsuz’!

Gaziosmanpaşa, Kâğıthane, Kadıköy, Maltepe ve Şişli başta olmak üzere yüzlerce ev ve işyerini su bastı, yollar çöktü, alt geçitler geçit vermedi... İstanbul’un yeni asfaltlanan yollarındaki tuhaf eğim yüzünden suyun akıp gidemediğini, yol kenarında göletler oluşturduğunu tefrikacılarınız kendi naçiz gözleriyle gördüler maalesef. Yani, Türkiye’de bir grup yol mühendisi 2002 yılında asfaltın düz olarak dökülmesini sağlayamıyor. Suterazisi diye bir alet bilinmiyor toplumun geniş bir kesimince... Suya batan hanelerden İSKİ’ye 2 bine yakın imdat telefonu gelmiş, ama Star gazetesinden öğrendiğimize göre 97 personel ve 30 araç ile duruma müdahale zaten bir tatlı hayal İSKİ için.

İstanbul şimdilik su baskınlarıyla uğraşırken Çin’de de Yangtze nehrinin kıyısında ellerini bağlamış, nehrin taşmaması için dua ediyor insanlar. 10 milyondan fazla insanın tehdit altında bulunduğunu öğreniyoruz haberlerden. Asya turumuzda Hindistan (binlerce kişi evleri su altında kaldığı için derme çatma sığınaklarda), Kamboçya (Mekong nehri taşma sınırında) ve Vietnam da (geçen hafta 31 kişi öldükten sonra başkent Hanoi’deki su geçitleri tehdit altında) bulunuyor.

Prag’daki seller sırasında hayvanat bahçesinden kaçan deniz aslanı Gaston’u bilir misiniz? Geçen gün yuvasına dönmeye çalışırken ölmüş. Bilançoya bir aslan, bir ayı ve bir de fili eklemek gerekiyor. Bir de goril var, ama henüz bulunamamış ölüsü; boğulduğuna kesin gözüyle bakılıyor.

Şimdi, iyi haber; dünyadaki bu müsrifçe gidişatın çaresinin Johannesburg’daki Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi’nde bulunacağını ümit ediyoruz. Zirveye yaklaşık bir hafta kala şehirde büyük bir hareketliliğin yaşanmaya başlaması ayrıca kıvanç veriyor tefrikacılarınıza. Delegasyonların kalacağı bölgede evlerin kiraları öyle artmış, öyle artmış ki değerlerinin dörtte birini iki hafta içinde çıkarmaları bekleniyormuş. Kiracı olmaya niyetlenenler arasında bolbol fahişe bulunuyormuş, zira bilhassa AIDS kongresi sırasında voliyi vurmuş mezkur zevat. Bir de, insanın hamiyetten gözlerinin yaşarmasına sebebiyet verecek bir tercihte bulunulmuş. Kentin ismi, sömürgecilik mağduru olduğu tarihini akla getirdiği için ‘Joburg’ denmesine karar verilmiş. Gene de şehrin siyahî sakinlerinin büyük bir kısmı ‘Jozi’ demeyi tercih ediyorlarmış; daha samimi, daha enformal...

Zirveye bu sene sivil toplum kuruluşlarından ziyade iş çevrelerinin damgalarını vuracağını daha önce de söyleme fırsatını bulmuştuk. Beylik bir laf olacak, ama parayla dönüyor dünya. Bunu, başka bir ifadeyle, Le Monde Diplomatique’in Genel Yayın Yönetmeni Ignacio Ramonet de söylemiş: “Gerçek şer ekseni Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası’ndan oluşuyor.” (Cumhuriyet)

Bu konuşmanın üzerine, şer ekseni ya da mihveri konusunda ABD’nin hemen fikir değiştirmesini bekliyor insan doğaldır ki, ama öyle olmamış maalesef. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, bilakis, dozu iyice arttırmış. Amerika’nın, demiş, öyle kanıt manıt bekleyecek vakti yok arkadaşlar. Kanıt arayanların politikası, Nazi Almanya’sının yatıştırma politikasından farksızdır.

Böyle, biraz paldır küldür bir üslupla yazdık, kusura bakmayınız, ama Rumsfeld’in de üslübu ziyadesiyle ‘casual’ olduğu için cesaret bulduk.

Gerek ABD’de, gerek ABD dışında savaşa ilişkin şüphelerin giderek daha yüksek sesle dile getirilmeye başlaması üzerine büyük şahin Rumsfeld’in Saddam aleyhtarı retoriğin gazına bastığı da ifade ediliyor, Guardian gazetesinde. Nitekim, Kosova Savaşı sırasında NATO birliklerinin komutanı olan General Wesley Clark da, “Aman, dikkat,” demiş: “Uluslararası hukuku ve uluslararası camianın bütün diplomatik ağırlığını kullanabilirseniz tahripkâr askeri araçlara gerek olmaksızın da stratejik anlamda kesin sonuçlar alabilirsiniz.”

Askerler, siyasilere nazaran savaştan daima daha çok çekinirler. Clark gibi, Schwarzkopf gibi, Powell gibi, Timothy Garden gibi...

Devamı yarın...