No.161 - Sabotaj

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

“Neredeyse kimse farketmeden İsrail Devleti siyasî amaçlarına erişmek için her türlü aracı kullanmakta hiçbir vicdanî sakınca görmeyen bir devlete dönüştü. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin korkusundan askerlerimizin yüzünü saklıyoruz – tıpkı, polis korkusundan yüzünü saklayan mücrimler gibi.”

İçinde bulunduğumuz dünya ve insanlık halini “okumak” için, şu kısa metinden daha iyisini düşünmek zor doğrusu: Retçi İsrail askerlerinin, kendi silâh arkadaşlarına gönderdikleri açık mektuptan alıntı yaptığımız birkaç şu birkaç satırdan herşeyi söylüyor. Gazze’de Hamas liderini yanı sıra çocukları ve kadınları öldürüp yüzden fazla sivili de yaralayan bir tonluk bombayı yollayan F-16 pilotlarına gönderdikleri bu mektuptaki belki en önemli mesaj, ilk üç kelimede gizli: “Neredeyse kimse farketmeden...”

Çaktırmadan. Sessiz sedasız bir değişim oluyor gerçekten: Gözlerimizin önünde dünyanın en korkunç çocuk cinayetleri işleniyor ve neredeyse hiçbirimiz farketmiyoruz. Hepimizin en büyük baş belâsı olan terörle mücadeleyi baş amacı ilân etmiş bir devlet gözlerimizin önünde terorist Mr. Hyde’a dönüşüyor ve neredeyse hiçbirimiz farketmiyoruz. Kendi gözlerimiz önünde kendi kendimiz sessiz sedasız Hyde’laşıyoruz.

Akıl almaz bir komplo olabilir ortada. Henüz başveren bir barış filizinin kökünden budanması.

Bir sabotaj. John F. Kennedy cinayeti ve onu izleyen cinayetler zinciri bir komploydu ve bunca yıldır kimse onu aydınlatamadı. Şimdi bir “Gazze komplosu” var karşımızda ve pek muhtemeldir ki hiçbir zaman aydınlatılamayacak.

Dünya basını “atladı” bu komployu; ama Guş Şalom barış hareketi mensupları ve İsrail’in en yüksek tirajlı gazetesi Yediot Aharonot’un yürekli muhabiri Alex Fishman “kül yutmadı”lar.

Gelin son iki aylık gelişmeler zincirine bir bakalım: Çağın en büyük yarası olan Ortadoğu sorununa barışçı bir çözüm bulabilmek için müdahalede esasen çok çok geciktiği söylenen Avrupa Birliği, nihayet harekete geçmiş, iki ay önce sessiz sedasız bir girişimi başlatmıştır. Yoğun ve sessiz bir diplomasi ağı ile Filistin Otoritesine bağlı Tanzim güvenlik grubu ile militan Hamas ve İslâmî Cihad grupları arasında iğne oyası ile örer gibi ilişkiler ve görüşmeler yürütülür. Sonunda, Avrupalıları bile şaşırtan bir gelişme olur: Filistinliler, kent ve kasabalarındaki İsrail işgalinin altı ay içinde, yani kendi seçim tarihlerine kadar kaldırılması ve “hedeflenmiş öldürme” operasyonlarını İsrail’in durdurması dışında ön şart ileri sürmeden tek taraflı ateşkes ilân etme kararı alırlar. Yani, sivilleri hedef alan tüm “intihar komandosu” vb. olaylarını derhal durdurmayı, bunların yenilenmemesi için tüm denetim eylemlerine derhal girişeceklerini kayıtsız şartsız taahhüt eden bir bildiriyi hazırlamaya başlarlar. Geçen hafta sonu, bu görüşler doğrultusunda kamuoyunu da hazırlamak için Tanzim, Hamas ve İslami Cihad liderleri demeçler verir. Ardından, Pazartesi gelir: Gazze’nin etkili güvenlik lideri Muhammed Dahlan, Hamas lideri Şeyh Ahmed Yasin’le görüşür ve ateşkes ilkeleri üzerinde anlaşır. Bir iki saat sonra, akşam 22:30’da Tanzim liderleri Cenîn’de toplanır, ateşkes metninin nihaî halini onaylar. (Bütün bu gelişmeler neredeyse an be an Avrupa Birliği dışında İsrail ve ABD’ye de bildirilmektedir.) Metin, ertesi sabah İsrail ve Filistin basınında ve ABD’nin Washington Post gazetesinde aynı anda yayımlanmak üzere gönderilir.

Ve, bu toplantıdan birbuçuk saat sonra, gece yarısı, Gazze’de bomba patlar. İsrail kabinesine dahi haber vermeyen Başbakan Şaron ile yeni Genel Kurmay başkanı Ayalon’un âni emri ile 1 tonluk bomba Gazze’deki apartman binalarında uyuyan insanların üzerine gönderilir. “Hatalı istihbarat” sonucunda, sadece Hamas’ın askeri kanat lideri Şeheda değil, 14 sivil kadın, erkek, çocuk ve bebek de ölür ve 150 kişi enkaz altında yaralanır.

Alex Fishman, “Meşru hedef, garip zamanlama” başlıklı yazısında: Gerek zamanlama gerekse bombalamanın beceriksizliği konusundaki sayısız tuhaflığı dile getirdikten sonra, “Acaba,” diye soruyor: “Acaba İsrail siyasî ve askerî mercilerinin en üst kademesinde biri, kasden ateşkes olasılığını sabote etmek istemiş olabilir mi?” Bunun taktik bir hata değil, stratejik bir karar sonucu yapılmış “bir hata” olduğunu söylüyor. “Şimdi,” diyor “Tanzim’in niyetlerinde ne kadar samimi olduğunu tartışacak yerde bambaşka bir tartışmanın içinde buluyoruz kendimizi: Yepyeni bir intihar bombaları dalgasına ve bunlara karşı bir dizi yeni feci acılı ve meşru karşılığa nasıl hazırlanacağımız tartışması.” Gazetedeki en ilginç soru da sonda geliyor: “Biz, daha önce Gazze’nin fethinden bahsetmiş miydik?”

Yeni binyılın ikinci büyük sabotajı geldi mi. Bu bir soru değil.

Gazze’deki apartman binalarını paralayan bir tonluk bomba, Guardian’ın başyazısında söylediği gibi Şaron’un mu suratında patladı, yoksa o bombanın Çarşamba pazarına çevirdiği surat hepimizinkiydi de bunu neredeyse hiçbirimiz farketmedik mi? Evet, bu bir soru işte.

* * *

Yeni Oluşum’dan Yeni Türkiye’ye evrilen yeni siyasi partinin Genel Başkanı İsmail Cem ile ilgili Hürriyet gazetesindeki haber son derece enteresandı. Efendim, Mesut Yılmaz koltuğunun altında AB paketiyle Sayın Cem’e gitmiş. İsmail Cem de, Hürriyet öyle diyor, idam ile ana dilde yayın ve eğitim meselelerini paketten çıkarın destekleyelim demiş. Bunun üzerine çok şaşıran Mesut Yılmaz, ne yapılmak istendiğini anlayamadım, demek zorunda kalmış.

Biz de anlamadık... DSP’den kopuşunun temel saiğinin AB reformlarının bir türlü hayata geçirilememesi olduğunu söyleyen Cem, nasıl olur da böyle bir koşul öne sürebilirdi?.. Sonra, NTVMSNBC sitesine yansıyan bir açıklamasında Cem, bütün haberlerin, “Tümüyle yanlış, düşünülmemiş ve söylenmemiş,” sözler olduğunu dile getiriyordu. “AB’ye ilişkin getirilen önerilerin tümünü idam, öğrenim, yayın konuları dahil destekliyoruz.” Yalnız, şöyle bir şerhi vardı Cem’in: “Bu üç konu bölücülük amacıyla istismara açıktır. Dolayısıyla istismarı sınırlayacak başka yasa önerileriyle, AB paketinin bütünlenmesi daha doğrudur.”

Demek ne olmuş? Cem, tam da Hürriyet’te yazılanı söylememiş. Peki Hürriyet’te ertesi gün Cem’in açıklaması var mı, diye baktık; göremedik. Onun yerine, ‘İdamı gizli oylayalım Afyon’a gidemem’ başlıklı bir haber çekti dikkatimizi. Efendim, Yılmaz ile Cem görüşürlerken içeri Grup Başkanvekili Gaffar Yakın girmiş ve “Afyon’da 174 şehidimiz var,” demiş (yani, birden girip bunu söylememiştir herhalde; biz gazeteden aktarıyoruz) ve devam etmiş: “İdamı açıktan kaldırırsak Afyon’a gidemem Beni hain ilan ederler. Onun için oylama gizli olmalı.”

Bunun, aslında, kayda değer bir çekince olduğunu tespit ettikten sonra Mesut Yılmaz’ın diğer söylediklerini de Radikal’den aktaralım: “İsmail Cem, kendisi Meclis’te en geniş uzlaşmanın sağlanabilmesi amacıyla MHP’nin desteklediği bazı maddelerin ayrı bir paket halinde sunulmasını, bunun temel yasa olarak yasalaşmasını, MHP’nin karşı çıktığı diğer düzenlemelerin de bizim tarafımızdan ayrıca Meclis’e getirilmesini önerdi. Bu düzenlemeler konusunda bizimle imza vermeyeceklerini, ancak katkılarını, birikimlerini, farklı düşüncelerini de ileteceklerini söyledi.”

Tam da bu noktada ekleyelim, Bahçeli’nin Yılmaz’a söylediklerini: “Paketi ikiye bölerseniz biz de katkı sağlarız.” Radikal’in haberi şöyle devam ediyor: “Yılmaz da, YTP lideri İsmail Cem’in de böyle bir öneride bulunduğunu, bunu yapabileceklerini söyledi.”

Uzun lafın sonunda, bütün bu hikâyeyi iki türlü okumanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz herhalde.

Yeni Türkiye Partisi, AB konusunda söylediklerinin hiçbirinde samimi değildi. Yılmaz ile görüşmesinde Cem’in söyledikleri de bunun kanıtıdır zaten. Yeni Türkiye Partisi, AB konusunda söylediklerinin hepsinde başta olduğu gibi samimiydi. Samimi olmak, hiçbir sorunuzun, çekincenizin olmayacağı anlamına gelmez. MHP’yi tamamen dışarda bırakmak yerine MHP’nin de katıldığı konularda MHP’nin de onayını almak istemek, Yeni TürkiyePartisi’nin, Yeni Oluşum olduğu günlerden beri ısrarla altını çizdiği ‘toplumsal mutabakat’ eğiliminin bir yansıması olarak görülemez mi? Ayrıca, idam ile anadilde yayın ve eğitim konularının, sırasıyla, ‘Abdullah Öcalan’ın asılmaması bir yana günün birinde affedilebileceği’ ve ‘sadece Kürtçe eğitim ile yayına yol açılacağı’ olarak anlaşıldığını, bu konuda ciddi bir kafa karışıklığı yaratıldığını ve bu karışıklığın Türkiye’nin AB önündeki en büyük engeli haline geldiği inkâr edilebilir mi? İsmail Cem’in çekincelerinin idam ya da anadil ile ilgili olmadığını; yukarda andığımız engelin şu kritik dönemde ciddi bir ayak bağına dönüşmesi olduğunu düşünerek tamamlayabiliriz bu ikinci okumayı.

* * *

Türkiye’den kısaca Amerika Birleşik Şirketleri’ne geçecek olursak Amerikan ve dünya borsalarının büyük çakılmalardan sonra bir tırmanış eğilimi içinde girdiklerini söyleyebiliriz. Peki, kalıcı bir yükseliş mi bu? Jonathan Freedland’ın ifadesiyle, Amerikan halkı Başkan Bush ile Yardımcısı Cheney’yi, çözümün değil de sorunun (Harken ve Halliburton meseleleri yani) birer parçası olarak görmekten vazgeçtiklerini ve bunun da borsaya yansıdığına inanabilir miyiz? Borsa toparlanırken müflis kablolu-yayın firması Adelphia Communications’ın beş eski yöneticisinin sahtekârlıktan tutuklandıklarını ve, bu arada, dünyanın en büyük medya şirketi, ‘mantık izdivaçlarının’ en müstesna mahsullerinden AOL Time Warner’ın SEC (ABD’nin SPK’sı bir anlamda) tarafından pertavsız altına alındığını öğrenince iyimserliğe kapılmak için biraz erken olduğunu düşünüyoruz sadece.

Bir de, elbette, bütün bu dertlerden uzakta, dert üstü, murad üstü yaşayan bir halk var ki onlar Perulular. Çünkü onların (yani, en azından bir bölümünün) nüfus artışı gibi bir sorunları yok. Haliyle, istihdam ya da işsizlik gibi bir sorunları da yok. Neden derseniz; efendim, 1993’ten 1996’ya ve 1996’dan 2000 yılına varan iki dönemde, bilhassa kırsal kesimde yaşayan Peru halkı, dönemin Başkanı Alberto Fujimori tarafından kısırlaştırılmış.

Bilanço şöyle:

1993 – 1996 dönemi: 2.795 vazektomi, 80.835 kısırlaştırma.

1996 – 2000 dönemi: 16.547 vazektomi, 215.227 kısırlaştırma.

İkinci dönemde faaliyetin iki katına çıktığı nazarı dikkatinizden kaçmamıştır; bu artışta, anestezi kullanımının olmamasının da müessir olduğu kanaatini taşıyoruz. Tabiatiyle, mezkûr tercih biraz ağrılı olsa da sürati arttırmıştır.

Kırsal kesimdeki Perulular’ın hepsinin bu uygulamadan memnun olduklarını söylemek elbette mümkün değil. Peki, o zaman neden susmuşlar, diye sual edecek olursanız; korkmuşlar, efendim. resmi yetkililer öyle tehditlerde bulunmuşlar ki canlarından olacaklarına döllerinden olmuşlar.

Devamı yarın...