Merhaba kâinat!
İsrail askerlerinin gazetecileri ve ambulansları dışarda bırakarak girdiği Cenin’den kıyamet manzaraları tarif ediliyordu gazetelerde. Gazeteler, o haberleri, Cenin mülteci kampında bulunanların cep telefonları sayesinde öğrenebiliyorlardı. ‘İçerisi’ ile ilgili bir haber de indymedia.org sitesinde yayımlandı:
CENİN – BU KELİMEYİ UNUTMA
Cenin. Her ne zaman insanlığa inancını kaybedersen bu kelimeyi hatırla, bütün yapman gereken onu aklına getirmek. Bezgin ve zayıf olduğun zamanlarda içinden tekrar et. Sana güç verecek ve içini açacak. O bir cesaret simgesi; şu umutsuzluk ve alçalma günlerinin ötesinde bir cesaretin, efsanevi, neredeyse mitolojik bir cesaretin. Bir kilometrekareden daha küçük bir mülteci kampının günler boyu yüzlerce tank, Apaçi helikopteri ve adına asker dedikleri eğitimli katilin karşısına dikilmesini başka nasıl açıklayabiliriz ki?
1953 yılında, binlerce Filistinli mülteciyi barındırmak için kurulan bu uyduruk çadırkent, bu küçük kamp, sebat ile meydan okumanın büyüdüğü yer oldu. Son derece aşağılayıcı bir hayatı sürdürmek üzere Filistin’deki köylerinden kopartılan bu Filistinliler’in çoğu, sadece batıya şöyle bir göz gezdirerek bir zamanlar kendilerine ait olan toprağı hâlâ görebiliyorlar.
Yaklaşık elli senedir batıya baktılar. Bugün, yaşlılar dünyadan göçüp gittikten sonra aynı sefil, ama mağrur kampta büyüyen çocuklar da batıya bakmayı öğrenmiş durumdalar. Batı, Filistin’dir. Yuvalarıdır. Ninelerinden, hayatın bir zamanlar ne kadar güzel olduğuna dair masallar dinledikleri yuvaları. Onlara, büyük sıkıntılar içinde ve işgal altında yaşadıklarını hatırlatan bir yer.Batı Şeria’da, Cenin kenti yakınlarında bulunan Cenin mülteci kampında 13 bin kişi yaşadı. Düşleri, iyi döşenmiş yollar, çalışır durumda kanalizasyon sistemleri ya da iyi okulların ötesindeydi. Düşleri, yuvalarına dönmekti. Çoğu, Filistin’deki topraklarının tapularını saklıyor, hatta bazıları yıkılmış evlerinin anahtarlarını atamıyor ve büyük bir bölümü de 194 sayılı Birleşmiş Milletler Kararı’nın anlamını biliyordu: Evlerine dönmek, haklarıydı.
Ama onyıllar boyu bu mülteciler evsiz yaşadılar, hakları olmaksızın yaşadılar ve onyıllar boyu bitmez tükenmez bir zulme maruz bırakıldılar. 1967 yılında İsrail, Batı Şeria ile Gazze’yi işgal ederek yaraya tuz bastı, artık askeri bir işgal altındaydı mülteciler.
Son yıllarda, kamplardaki genç nüfusun bütün mültecilere oranı yüzde 44’e ulaştı. Gene de, kısıtlı imkânlarla da olsa, pek çoğu Bir Zeit, Beytüllahim ve Najah gibi, yakınlar bulunan üniversitelerde düzgün bir eğitim aldılar. Genç, eğitimli ve meydan okuyan bir kuşak yetişti küçük kampta; batıya, Filistin’in bulunduğu yere bakmayı hiç unutmayan, dünyadan ayrılan kuşağın meşalesini taşımaktan korkmayan bir kuşak. Dünyadan ayrılan o kuşak, onlara çok kıymetli bir nasihat vermişti; toprağımızı, haklarımızı, onurumuzu ve haysiyetimizi asla unutmayın. Onlar da unutmadılar.
Filistin sokakları canhıraş özgürlük çığlıkları içinde büyük bir öfkeyle patlar ve intifada başlarken Cenin mülteci kampı orada, kalabalığın başında, en yüksek sesle adalet, insan hakları ve yuvaya dönüş türkülerine ses veriyordu.
İsrail, askeri emelleri söz konusu olduğunda Cenin’in ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Filistin halkını baskı altında tutma, sindirme teşebbüslerine daima çomak sokmuştu o kamp. Geçen Mart ayında, İsrail, Cenin ve Balata mülteci kamplarına ‘Renkli Gezi’ isimli bir operasyon düzenledi. Operasyon ismiyle müsemma oldu, ama kan rengindeydi. Yaklaşık 20 Filistinli öldü kampta, yüzlercesi de yaralandı. Pek çok ev yerlebir edildi, ama kimse sinmedi. İsrailli yetkililer, Cenin’deki görevlerinin, “teröristleri cımbızla toplamak” olduğunu söylüyorlardı. Ancak, dünyanın en güçlü dördüncü ordusunun ve en büyük nükleer gücünün cımbızları bile Cenin’deki iradenin belini bükemedi. Askerler çekilirken Filistinliler kucaklarında ölüleriyle evlerinden çıkıyor ve özgürlük türküleri söylüyorlardı.
Ama General Şaron bitmemiş muharebelerini asla unutmaz. Onun oyunu intikamdır; antika tüfekler ve mutfak bıçaklarıyla savaşan mültecilerden alınacak olsa bile. En son, kuvvetlerini Batı Şeria’yı istila etmek üzere konuşlandırırken Cenin mülteci kampı için yaklaşık 300 tank, binlerce asker ve pek çok Apaçi helikopteri ayırdı Şaron.
Bu makalenin yazıldığı güne kadar, ağır bombardıman, korkunç cinayetler ve tarifi imkansız katliamların ardından kamp düşmüş değil henüz. Yüzlerce ev tahrip edildi, toplu mezarlar açıldı, sayısız ölü alelacele gömüldü, insanlar evlerinin enkazı altında boğuldular, ama henüz düşmüş değil kamp.
Fakir kampın ufak tefekliği karşısında hayal kırıklığına uğrayan İsrail tankları, kendilerine bir yol açmak ve meydan okuyan mültecilere karşı yeni bir cephe açmak için karşılarına çıkan her şeyin, evlerin, camilerin üzerine yürüdüler, ama henüz düşmüş değil kamp.
Başarısızlığa sinirlenen İsrail Genelkurmay Başkanı Şaul Mofaz, dünya oturmuş mültecilerin tanklar ve Apaçiler’le savaşmasını seyrederken katliamı sürdürmek üzere ‘operasyon’u bizzat yürütmeye başladı.
Bir saat içinde elliden fazla füze atıldı kampa, yüzlerce insanın enkaz altında kaldığı söylendi, cesetler sokaklara dağıldı, İsrail askerleri bütün kampı düzenli bombardımana tabi tuttular, yaralılar kanaya kanaya öldüler, hiçbir tıbbi yardım olmaksızın ve yüreği yaralı anaların beyhude çığlıkları arasında. Küçük kamp, son derece kısıtlı imkânlarla, sadece direnmekle kalmayıp bir zamanlar ‘yenilmez’ olduğu söylenen orduya ağır kayıplar da verdirdi.
Kampın içinden Filistinli bir savaşçı, pili bitmek üzere olan bir cep telefonuyla, El-Cezire televizyonuna ulaştı: “Dünyanın onurlu insanlarına endişelenmeyin, diye seslenmek istedim. Direniyoruz ve kanımızın son damlasına kadar savaşacağız.” Arkada, onurlu bir halk durmuş ve hoparlöre kulak vermişti. Dünyanın da sahiden dinlediğini ve dikkate aldığını umuyorlardı belki de. Telefonun pili, belki de bir daha hiç dolmamak üzere bitene kadar hep bir ağızdan özgürlük ve Filistin türküleri söylediler.
Bu makale yayımlanana kadar belki Cenin mülteci kampı buldozerler altında kalmış, yüzlerce kişi daha öldürülmüş, belki de savaş hâlâ sürüyor olacak, ama kalan mülteciler hiçbir şekilde özgürlük savaşını, yuvalarına dönme andını terk etmeye razı edilemeyecekler.
Halbuki İsrail şuna ikna edilmelidir ki Cenin mülteci kampının halkı, en karmaşık Amerikan malı silahların karşısında bile onurlu savaşlarına asla son vermeyecek, topraklarının ve onurlarının bulunduğu, Filistin ülkesinin eve dönme çağrısı yaptığı batıya doğru bakmaktan asla vazgeçmeyecekler.
Remzi Barud
Ateş altında böyle satırlar yazılırken başka gelişmeler de oluyordu:
“İsrail’in El Halil kentinde Uluslararası Geçici Mevcudiyet Gücü’nde (TIPH) görev yaparken öldürülen Türk Binbaşı Cengiz Toytunç’un otopsi raporu tamamlandı. Saldırıda İsrail marka M-16 A-2 Carabim tipi otomatik silahın kullanıldığı belirtildi. 5.56 mm’lik mermilerle öldürülen Türk binbaşının cesedinde mermi çekirdeğine rastlanmamıştı.” (Yeni Şafak)
Büyük ekonomik krizi müteakıben kamuda tasarruf vaadinde bulunan devlet, vaadini yerine getirememiş meğer. 20 bin kamu aracı satılacakken sadece 2 bin adet ve kullanılamaz duirumda araç iade edilmiş. 80 bin lojmanın satılması da planlar arasındaydı, ancak satmak lojman sayısında azalma yerine, 7 bin sayılık bir artış olmuş. (Milliyet)
1994 yılından beri Türkiye’de dolar milyoneri sayısı artmış. Metin Münir, NTVMSNBC haber sitesindeki yazısında, Türkiye’de 150 ile 175 bin dolar milyoneri olduğunu belirtiyor. Yani, her birinin en az 1 milyon doları olduğunu düşünürsek Türkiye’nin (yaklaşık 165 milyar dolarlık) dış borcunun karşılığının yurt sınırları içinde mevcut bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Milli eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında, “Okul Öncesi Eğitim ve Ortaokul Yönetmeliği’nde yaptığı keyfi değişiklikler ve partizan uygulamalar” gerekçe gösterilerek verilen soruşturma önergesi, genel kurulda kabul edildi. Oylama sırasında, iktidar ortağı MHP’den bazı milletvekillerinin muhalefetle beraber hareket ettiği gözlenmiş.
Devamı yarın...