28 Eylül 2011
Kelimeleri önce perişan ediyoruz, sonra medet umuyoruz onlardan! Onlara hayat veren şartları ve anlamları talan ediyoruz, ardından bizi kendi yarattığımız sefaletten kurtarmalarını bekliyoruz. Bugüne kadar pek çok kelimeye reva gördük bu muameleyi. Şimdilerde “müzakere” kelimesini aldık bu tezgâha. Eziyete en fazla maruz kalan kelimeler arasında, “müzakere” ilk sıraya yerleşti son zamanlarda.
“Müzakere”nin, içinde bulunduğumuz kanlı girdaptan çıkmamıza yardım edecek en ehil rehber olduğundan şüphem yok. Böyle düşünenlerin sayısı da hiç az değil görebildiğim kadarıyla. Lakin “müzakere”nin yolu yordamı ve icapları dersinden hep ikmale kalıyoruz. İkmalin bedelinin çok ağır olduğunu biliyoruz. Kaç kere tecrübe ettik bunu. Buna rağmen, telafi imtihanında hep aynı yanlışları yapıyoruz ve yine ikmale kalıyoruz. Girdap böyle bir şeydir işte. Her ikmalde, daha da kanlı hale geliyor bu girdap.
Daha önce de yazdım; müzakere, çatışmaların barışçıl çözümünde kullanılan muhtelif araçlardan oluşan “çok katmanlı, çok boyutlu bir süreç”tir. Bu araçlardan hangisinin hangi durumlarda nasıl bir sonuç vereceği, çatışmanın niteliğine ve ilgili toplumun şartlarına göre değişir. Genel açıklamaları ve başka örnekleri bir kenara bırakalım, Kürt sorunu bağlamında konuşalım.
PKK’nin silahlı mücadeleye başlamasından bu yana, Kürt sorunu şiddetle iç içe geçti. Bir yanda, Kürtlerin hak ve statü talebi; diğer yanda, bunu silah kullanarak gündeme getiren bir örgüt! PKK, sadece silahlı birimlerden ve silahlı mücadeleden oluşan bir örgüt değil; yaygın bir siyasal yapılanmaya ve güçlü bir toplumsal desteğe de sahip. Ancak PKK’nin bel kemiğinin silah olduğu da bir gerçek.
Devlet, PKK’nin bel kemiğini kırmak için, bugüne kadar pek çok yöntem denedi; ama bunu başaramadı. Pusula, bir bakıma mecburen “müzakere”ye kaydı. Daha önceleri de bu konuda çeşitli yoklamalar yapılmış olmakla birlikte, “müzakere” arayışının asıl AKP döneminde iyice yoğunlaştığı anlaşılıyor.
MİT ile PKK arasındaki görüşmelerin kamuoyuna yansıması ise, çoğu kimsenin bildiği sırrı herkesin öğrenmesini sağladı. Buradaki en önemli husus, “müzakere”nin dolaylı değil, artık doğrudan yapıldığının ortaya çıkmış olmasıdır bence. Gerçi Öcalan’la görüşmeler yapıldığını resmî çevreler de saklamıyordu. Fakat PKK’nin Kandil ve Avrupa temsilcileriyle devletin temsilcilerinin biraraya gelerek, Kürt sorununun hayati noktalarını tartışmaları, “müzakere”nin bambaşka boyutlara taşındığını göstermesi açısından çok önemlidir.
Bu müzakerelerin ana hedefi, PKK’nin silah bırakmasını sağlayacak şartların yaratılmasıdır. Bunun için Kürtlerin hak ve statü taleplerinin hangi ölçüde ve nasıl karşılanacağı da konuşulmuş. Yani Kürt sorunu ile PKK sorunu iç içe ele alınmış. Bu da, gerçekçi bir yaklaşım!
Öcalan’la yapılan görüşmelerde de epey mesafe kaydedildiği, hatta son noktaya yaklaşıldığı, bizzat Öcalan tarafında açıklandı. Şimdi herkesin cevabını bulmaya çalıştığı soru, korlaşmış bir çengel gibi zihinleri yakıyor: Bu süreç neden tepetaklak oldu?
Muhtelif tesbit, tahmin ve tahliller var bu konuda. Esas olarak, süreci kimin bozduğu, yani barışı kimin engellediği ve savaşı kimin alevlendirdiği ekseninde yürütülüyor bu tartışma. Bu husus bence de çok önemli. Lakin bu meseleyi, ancak müzakere sürecinin devamını sağlayacak şartların ne olduğu sorusuyla birlikte tartışırsak yol alabileceğimiz kanısındayım.
Bu açıdan bakınca, sürecin tıkanmasında özellikle bir faktörün büyük rol oynadığını söyleyebilirim.
Gizli müzakerelerde kullanılan dil ile kamuoyu önünde kullanılan dil arasında tam bir zıtlık var. Müzakere süreci, sadece gizli görüşmelerden ibaret değildir. Kamuoyu önünde yapılanlar ve söylenenler de, bu sürecin asli unsurudur. Buna “açık müzakere” diyebiliriz.
“Gizli müzakereler”de temsilciler anlama ve ikna etme üzerine kurulu barış ve çözüm dilini kullanırlarken; “açık müzakerler”de bir düşmanlık ve şeytanlaştırma dili hâkimdi. Seçim sürecinde, bu yıkıcı dilin en ağır örneklerine tanık olduk.
“Açık müzakere”de düz ve çapraz ilişkiler söz konusu olur. Her bir taraf, aynı zamanda hem kendi kitlesiyle ve hem de karşı tarafın kamuoyuyla bir müzakere yürütür. Çözüme ulaşmak istiyorsak, her bir tarafın kendi kitlesini buna hazırlaması ve karşı tarafın kitlesine güven vermesi gerekiyor. Bunun yapmak yerine, her bir taraf kendi kitlesini fanatikleştiren, karşı tarafı ise tahkir ve tahrik eden bir hareket tarzı benimserse, “gizli müzakereler”de bir anlaşmaya varılsa bile, bunu hayata geçirmek çok zor olur.
Gizli müzakerelerde epeyce bir tecrübe ve olgunluk sağlandığını artık biliyoruz. Ama açık müzakere konusunda hâlâ çok kötü durumdayız. Müzakerelerin tıkanmasının savaşı canlandırmaktan başka bir sonuç doğurmadığını kaç kere tecrübe ettik. Her seferinde savaş daha kirli ve daha korkunç hale geliyor; acılar ise, her türlü tarifi aşıyor...