Murat duydun mu, Hrant'ı vurdular...

-
Aa
+
a
a
a

21 Ocak 2007Erdal Güven

Yılını, ayını, gününü, saatini hatırlayacak halim yok. Bir gün telefonum çaldı. Arayan Hrant Dink'ti. 'Erdalcım, duydun mu' dedi, 'Murat'ı hapse attılar.' Ben daha bir şey diyemeden ekledi, 'Kaybettik.' Murat dediği Murat Bocalyan'dı. Ortak dostumuzdu Murat, Hrant'la. Ermenistan'a giden birçok Türkiyeli gazeteci gibi benim de gözüm kulağımdı ne vakit Erivan'a ayak bassam. Profesyonel olarak başlayan yakınlığımız, zamanla, ahbaplığa dönüşmüştü. Tarihçiydi Murat. Ermenistan'a Türkiye'den giden Ermenilerdendi. Hayatını kazanmak için gazetecilik, yazarlık, çevirmenlik, mihmandarlık yapıyordu. Radikal'in Dış Haberler editörlüğünü yaptığım dönemde, 'Madalyonun Öbür Yüzü' diye bir sayfa başlatmıştık. Bu sayfada, Türkiye'nin ilişkilerinin sorunlu sayıldığı komşu ülkelerden yazarlara köşe açmıştık. Ermenistan'dan ilk alkıma gelen Murat'tı. Bütün yazılarında, gerek Türkiye'nin gerekse Ermenistan'ın resmi politikalarını eleştiriyor, 'soykırım' meselesi dahil tüm sorunlara ancak diyalogla çözüm bulunabileceğini savunuyordu Murat. Aradan yıllar geçti. Murat'la tek tük görüşebiliyorduk. Bir gün Los Angeles'tan bir elektronik posta aldım. Mesajı yazan, Murat'ın ablasıydı. Kardeşinin, Türkiye adına casusluk yaptığı gerekçesiyle vatana ihanet suçlamasıyla yargılanacağını söylüyordu. Şoke olmuştum. Murat, avukatına benimle temasa geçmesini söylemiş, o da bana ulaşamayınca, durumu Murat'ın ablasına aktarmıştı. Benden istedikleri, Murat'ın Radikal'de çıkmış yazılarını bulup kendilerine göndermemdi. Çünkü, o yazılar, Murat hakkındaki iddianamede aleyhte delil (!) olarak gösterilmişti. Avukatı, yazıları Ermeniceye çevirtip mahkemeye savcılığın iddialarından birini sunarak çürütmek istiyordu. Üstüme düşeni yaptım. Sonra da hemen Hrant'ı aradım. Durumu anlattım. Ne yapabileceğimizi konuştuk. Sonrası bir nevi Amok koşusuydu. Aslında Hrant da ben de Murat hakkındaki hükmün çoktan verildiğini, ne yaparsak yapalım sonucu değiştiremeyeceğimizi biliyorduk ama birbirimize itiraf etmiyorduk. Az da olsa umudumuz vardı. İlgili insan hakları kuruluşlarını haberdar ettik. Gazetelerimizde yazılar yazdık. Bulabileceğimiz butün belgeleri bulup gönderdik... Bir yandan da davanın seyrini internet sitelerinden izlemeye çalışıyorduk... Derken... Hrant'ın o telefonu... Murat artık Ermenistan'daki karanlık rejimin, karanlık zindanlarından birindeydi. Evet, kaybetmiştik... Hrant herhalde o zamanlar günün birinde Murat'la ölümcül bir farkla da olsa aynı kaderi paylaşacağını aklından bile geçirmiyordu... Bir iktidar partisinin sözcüsü, Meclis kürsüsünden, Türkiye'nin en saygın üniversitelerinden birinin 'Ermeni konferansı' düzenleme girişimini, 'vatana ihanet'le bir tutmamıştı. Türkiye'nin yazarları, gazetecileri, aydınları bugünkü kadar nefret mesajlarına maruz kalmıyor, 'Türklüğe hakaret'ten mahkemelerde süründürülmüyor, 'misyoner çocukları' diye yaftalanıp teşhir edilerek hedef gösterilmiyordu... Ama hepsi ve daha neler neler bir bir oldu. Altı kaba milliyetçilik, üstü linç histerisi faşizan bir ortamın tohumları yavaş yavaş atıldı. Artık hepimizin bildiği gibi Hrant Dink'i, bir 'güvercin tedirginliğine' iten bir ortamdı bu... Şimdi yine o abuk sabuk sözler...Klişeler. En çok da şu: Katil, Türkiye'yi vurmuş...Hadi canım siz de. Katil, yalnızca Hrant'ı vurdu, farklı düşünen bir Ermeni yurttaşımızı vurdu. Farklı düşündügü için, Ermeni olduğu için vurdu. Katille Türkiye arasındaki tek ilişki şu: Katili Türkiye yarattı. Siyasetçisiyle, yargısıyla, medyasıyla, devletiyle, sözde sivil toplumuyla... 301'iyle, hoşgörüsüzlüğüyle, çeteleriyle, ilkelliğiyle, lümpenliğiyle... Türkiye. Şimdi konuşuyorlar. Timsah gözyaşları döküyorlar. 301'in değiştirilmesi için kılını kıpırdatmamış hiç kimsenin tek laf etmeye, ortalıkta görünmeye bile hakkı yok bugün. Katil yakalansa, en ağır cezaya çarptırılsa ne değişecek? Arkasında bir örgüt varmış, yokmuş ne değişecek? Dink'e aşağıdaki satırları yazdıran 'ortam' değişecek mi? "Bir gün gitmek zorunda kalırsak ama... Tıpkı 1915'teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ıstırabı... Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere. Her neresiyse..." Murat, duydun mu, Hrant'ı vurdular. O Hrant ki şöyle demişti bir gün: "Evet, gözümüz var toprağında bu vatanın. Gözümüz var ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için..." Toprağın bol olsun Hrant.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=210696