Misyoner yargıyla nereye kadar

-
Aa
+
a
a
a

13 Haziran 2012Taraf Gazetesi

Yargı, uzun yıllar Kemalist vesayet sisteminin önemli bir dayanağı olarak iş gördü. Bürokratik iktidar elitleri, tehlikeli saydıkları kişi ve grupları kontrol altında tutmak ve gerektiğinde tasfiye etmek için yargının imkânlarını sıkça ve bolca kullandılar.

Cumhuriyet tarihi, kesintisiz bir “olağanüstü hâl hikâyesi” olarak da okunabilir. Olağanüstü hâli kesintisiz kılan en önemli şey, siyasal hayatın “düşman” kavramı üzerine kurulmuş olmasıdır.

İktidar elitleri, sürekli devletin/ ülkenin/ milletin tehdit altında olduğunu telkin ettiler. Dönemin şartlarına uyacak şekilde iç ve dış düşmanlar yarattılar. Hep en tehlikeli düşmanların içeride olduğunu vurguladılar.

Bu kurgunun doğal sonucu, devleti iç düşmanlarla mücadele edecek şekilde örgütlemek oldu. Hukuk düzeni bu mücadelenin ihtiyaçlarına göre inşa edildi.

Aslında “mücadele” kelimesi burada hafif kalıyor. Muhaliflerini “düşman” olarak niteleyen bir sistem, onlarla mücadele değil, “savaş” yapar. Savaş dediğimiz şey ise, sadece “yasal düzelmede” yürütülmez.

Bu mantığın gereği olarak, devletin içinde veya devletle bağlantılı yasadışı “özel harp” birimleri oluşturuldu.  Kontrgerilla, JİTEM, Ergenekon gibi isimlerle anılan bu birimler sayısız “yasadışı operasyon”a imza attılar.

İç düşmanlarla “yasal zeminde” mücadele etme, daha doğrusu savaşma konusunda polis ve yargı aygıtlarına özel misyon biçildi. Bu misyon, her iki aygıtın da ruhuna ve bünyesine tam anlamıyla sindi.

Polis bu misyonu hem kendi araçlarıyla, hem de yargıya araçlar sunarak ve yargıyı araçsallaştırarak yerine getirdi. Bu yazıda polisi bir kenara bırakıp, yargıya daha yakından bakmak istiyorum.

Yargının iç düşmanlarla mücadele ve böylece devleti koruma misyonunun kökleri Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde yatıyor. Haluk İnanıcı, kendisinin derlediği, geçen yıl İletişim Yayınları’ndan çıkan Parçalanmış Adalet – Türkiye’de Özel Ceza Yargısı adlı kitaptaki makalesinde bu olguyu gayet güzel özetlemiş. İzninizle bu noktada sözü ona vereyim: Cumhuriyeti kuran kadronun yaptığı ilk işlerden biri yepyeni bir yargı sistemi kurma hamlesiydi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Türk ordusu şekillendirdi. Türk ordusu da Türk yargısını. Bunun için sadece Atatürk’ün Ankara Hukuk Mektebi’ni açış nutkuna bakmak yeterlidir.”

Meseleyi daha berrak görmek istenler, ya bu makalenin ya da o nutkun tamamını okusunlar.

Devleti koruma ve kollama misyonu, yargının geneline hâkim bir algı haline geldi. Ancak Cumhuriyet bununla yetinmedi, bu misyonu özel olarak icra edecek mahkemeler kurdu. İstiklal Mahkemeleri, Yassıada Divanı, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri bunların en bilinen örnekleridir.

Bu mahkemelerin amacı, adil yargılama yaparak hakikate ulaşmak değil; iç düşmanları tedip ve tasfiye etmektir. Her biri bu işlevi, dönemin şartlarına ve kendi meşreplerine göre yerine getirdiler. Bütün bu mahkemelerin belirleyici ortak özelliği, amaçlarına ulaşmak için her yolu mubah görmeleridir.

Yargıyla ilgili aktüel tartışmaların odağını oluşturan Özel Yetkili Ağır CezaMahkemeleri ya da kamuoyunda bilinen adıyla Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) de bu geleneğin içinde yer alıyorlar.

Bu mahkemeler de diğerleri gibi, geniş yetkilere sahiptirler. Bu mahkemeler de diğerleri gibi, kendilerine “düşman” belletilen kişi ve kesimlere karşı keyfî ve acımasızca davranabiliyorlar. Meşruluklarını kendilerine biçilen misyonun kutsallığına duydukları inançtan türetiyorlar. Amaçlarını ve misyonlarını haklı buldukları için, tuttukları yolun ve başvurdukları araçların meşru olup olmamasını önemsemiyorlar.

Yetkilerinin ve görev alanlarının genişliği, siyasal nüfuz ve iktidar mücadelesinde yer alan güçlerin iştahını kabartıyorlar. Zira ÖYM’lerin bu özellikleri, onları kontrol edecek güçlere siyasal alanı ve dengeleri etkileme, hatta sarsma ve değiştirme imkânı veriyor.

Açık demokratik rekabete girmeden ve siyasal sorumluluk taşımadan iktidara ortak olmak isteyen Gülen Cemaati gibi yapıların ÖYM’leri üs olarak seçmesi bu nedene tesadüf değildir.

Hükümetin ÖYM’lere cephe açması da tam bu nedenle şaşırtıcı değildir. Başbakan Erdoğan, bu mahkemeleri kendi iktidarına karşı bir tehdit olarak gördüğünü lafı hiç dolandırmadan söyledi.

Şimdi ÖYM’lerin yeniden düzenlenmesi ve hatta kaldırılması gündemde. Bana sorarsanız bu tür mahkemelerin varlığı, demokratikleşmenin ve normalleşmenin önünde önemli bir engeldir; bu nedenle tamamen kaldırılmaları gerekir.

Bu mahkemeler var oldukça, siyasal alanın düşman algısı üzerinden işlemesi kaçınılmazdır. Bu da kutuplaşmaların keskinleşmesi, intikam duygularının bilenmesi ve olağanüstü hâl atmosferinin kalıcılaşması anlamına gelir.

Öte yandan, demokratik usullerin yerleşmesi ve siyasal alanın güçlenmesi için, her türlü düşmanlaştırıcı söylemin ve olağanüstü hâl mantığının acilen terk edilmesi şarttır. Bunu da en başta hükümet yapmalıdır. Bunu yapmadan sadece ÖYM’leri yeniden düzenleyerek kendi kontrolü altına almaya çalışırsa; demokratikleşme, normalleşme ve toplumsal barış belirsiz bir hayal olarak kalır; doksan yıldır süregelen kısır döngünün içinde daha uzun süre debelenip dururuz...