Samuel Huntington 1996 yılında dünyayı yedi medeniyet dairesine bölüp 21.yy'ın bu medeniyetlerin boğuşmasına sahne olacağını söylediğinden beri medeniyetler çatışması hayatımızın bir parçası olmuş durumda. Türkiye'nin tarih boyunca medeniyetler arasında bir kapı olmasının birikimiyle şimdiye kadar kendini kaptırmamayı başardığı bu sığ kısırdöngüde maalesef yeni bir safhaya ulaştık:Kurtlar Vadisi Irak "medeniyetler çatışması"na Türkiye'nin katkısı.
Kurtlar Vadisi Irak'ta Nazilerin doktorları Josef Mengele veya Heinrich Gross'u andıran doktoru, daha komiği o coğrafyada bu şartlarda bulunması imkânsız, ama doktorun Yahudi olduğu anlaşılmıyorsa mesaj boşa gitmesin dercesine seyircinin gözüne sokulan geleneksel kıyafetli Yahudi'yi görünce aklıma engizisyondan kaçan Yahudilere kucak açan Osmanlı ve Türkiye'ye 1933-1945 yılları arasında Nazi soykırımından kurtulmak için sığınan binin üzerindeki Yahudi asıllı Alman mülteci geldi. Aralarında bizzat Atatürk'ün daveti ile Türkiye'ye gelen ve pasaportlarında "haymatloz" (Alm. heimatlos = vatansız) yazan 800 bilim adamı, sanatçı, politikacı; genç Türkiye Cumhuriyeti'nin boy atmasında önemli katkılarda bulundular. Daha sonra Batı Berlin'in belediye başkanı olacak Ernst Reuter, Mülkiye'de ders verdi, Eduard Zuckermayer 1970'e kadar Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü'nün müdürlüğünü yaptı (ve 1972'de Ankara'da öldü), Curt Kosswig Türkiye'nin ilk millî parkının temelini attı, hukukçu Ernst Hirsch İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde ders verdi... Sadece bilim adamları, sanatçılar değil, toplumun her tabakasından Nazi zulmünden kaçanlar 'Atatürk Türkiyesi'nde yeni bir vatan buldular. Acaba bu insanlar Kurtlar Vadisi Irak'ı seyretseler ne düşünürlerdi? Yoksa bu soruyu sormak saflık mı? O insanlar da, o dönemler de bir daha gelmemek üzere geçmişte mi kaldı?
Kurtlar Vadisi Irak'ı savunmak çok kolay. Yıllarca televizyonlarımızda, sinemalarımızda gösterilen kof bir Amerikan milliyetçiliğinin temsilcisi filmlere istinâden, "Amerikalılar yaptı, biz neden yapmayalım?" sorusu sorulabilir. Filmin Amerika'nın son 10 yıllık dış politikasına bir tepki olduğu ileri sürülebilir. Bilhassa Almanya'da film hakkında kopan yaygaraya, Türkiye'ye sabah akşam demokrasi dersi vermeyi vazife bilenlerin rüzgâr tersine dönünce yüz seksen derece çark edip sansürcü kesilmelerine bakıp haklı olarak "Hani nerede düşünce özgürlüğü, ikiyüzlü, riyâkâr Batı!" denebilir... Argümanları bu eksende uzatmak mümkün.
Peki Kurtlar Vadisi Irak'ı savunmak medeniyetler çatışmasını savunmak demek değil mi? "Amerikalılar yaptı, biz niye yapmayalım?" demek aslında "Amerikalılardan ne farkımız var?" mânâsına gelmiyor mu? Tarihi boyunca medeniyetlerin barış içinde yaşayabileceğinin ispatı olmuş Türkiye'ye revâ olan neo-conlar yolunda bağnaz bir medeniyet harâmisi olmak mı? Kısaca "2 saatlik konsantre dolgu" olarak niteleyebileceğimiz bir film yaparak aslında yıllarca kimimizin kızdığı, kimimizin ciddiye bile almadığı Rambo ekolü filmler üreten Amerikan kültüründen farkımızın kalmadığını göstermiyor muyuz?
Dünyada farklı medeniyetler bulunduğu bir gerçek. Sorun bu farklı medeniyetlerin varlığı değil zaten, sorun bu medeniyetlerin çatışıp çatışmaması gerektiği. Kurtlar Vadisi Irak'ı kabul etmek aslında medeniyetler çatışmasını kabul etmek, Bushlar, Cheneyler, Fallaciler ile aynı sıraya dizilmek demek.
Elbette Türkiye gayrimüslim azınlıklar konusunda sütten çıkmış ak kaşık değil. Ancak yakın tarihimizdeki varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi lekeleri bir kenara bırakırsak genel kültür birikimi olarak ne Osmanlı, ne Türkiye Cumhuriyeti ırkçı veya antisemit oldu. Tam tersine Batı'da ırkçılıktan, antisemitizmden kaçanlara kapılarını açtı, farklı kültürleri, medeniyetleri bünyesinde barındırarak büyüdü, olgunlaştı. Bu mirasın varisi olarak bilhassa bugünkü "kötü zamanlarda" medeniyetler çatışmasını körükleyenlere bir alternatif oluşturmamız gerekmez mi?
Nazi soykırımından kaçıp 1933'te Türk hükümeti tarafından İstanbul Üniversitesi'ne atanan patolog Philip Schwartz Türkiye için "harikulâde, Batı'nın vebasının bulaşmadığı bir ülke buldum" demişti. Gerçekten de Osmanlı da, genç Türkiye Cumhuriyeti de tarihleri boyunca medeniyetlerin bir arada varolabileceği dersini verdiler Batı'ya. Maalesef görülen o ki, 21. asırda Batı'nın vebası giderek bize de bulaşmaya başlamış.