Mareşal Rommel, Bernanke ve AKP Hükümeti

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

 

 

Ömer Madra: BugünMareşal Rommel'in stratejilerini konuşacağız değil mi?

 

Hasan Ersel: Evet. Rommel 2. Dünya Savaşı sırasında Kuzey Afrika'da çok büyük şöhret sahibi olmuştu, çok büyük başarı kazanmıştı. Karşısındaki kuvvetler kendisinden çok daha güçlüydü, lojistik imkanları da daha fazlaydı. Dolayısıyla Rommel tam anlamıyla kıt kaynaklarla bir sonuç almaya çalışıyordu. "Demek ki her hedefe yönelemem, imkânım yok" diye düşünüyor, "öbür taraftan da etkili bir şey yapmam lazım, aksi halde de karşı taraf yürüyecek". Zaten Rommel'in görevi müttefik yürüyüşünün hızını düşürmek ve geciktirmek. Zayıf bir darbe vurursa müttefik yürüyüşü devam edecek Tunus'a doğru, buna mukabil çok güçlü bir darbe vurması, tüm cephelerde birden müttefik yürüyüşünü durdurması da mümkün değil, elinde yeterli güç yok. O zaman, önce nerelerin hedef olabileceğini araştırtıyor, istihbarat yapıyor, ondan sonra değerlendiriyor kurmaylarıyla birlikte. Bunların arasında, karşıdan gelenleri durdurma açısından en etkili olanı seçiyor, ondan sonra da orayı ne zaman vuracağına karar veriyor, sonra kuvvetlerini kaydırıyor. Kuvvetlerini kaydırırken de cephenin kendi tarafında, bazı yerlerde zayıflıklar yaratıyor, ama onu da fazla abartmaması lazım, çünkü bütün kuvvetlerini bir noktaya koyarsa düşman da öbür taraftan geçer gider. Bu zor bir problem. Rommel uğraşmış, tabiatıyla her büyük karar alıcının tarihte yargılandığı gibi o da yargılanmış. Kimi, "çok iyi şeyler yapmış" diyor, kimisi "şöyle yapsaydı daha iyi olurdu" diyor, gayet doğal, ama zihinlerde yer ediyor önemli biri olarak. Rommel'le hiç ilgisi olmayan -çünkü böyle bir paralellik kurarsam herhalde çok kızar- Bernanke'den bahsedeceğim. Hiç alakası yok, ne dünya görüşü uyuyor, ne yaptığı iş uyuyor, hiçbir şey uymuyor, fakat benzer bir problemle karşılaşınca benzer bir şey önerdi, hatta bana sorarsanız aynı şeyi önerdi. Problem ne? Çok büyük bir kriz geldiğini algıladı. Nasıl algıladı? Çok güçlü akademik bilgisi vardı, ve önceden kestirdi. Durumun Rommel'le bir başka benzerliği de şu; ne Federal Reserve'in ne Amerikan devletinin bütçesi böyle bir krizi "verelim parayı halledelim" diyecek durumda değil. Bernanke'de aynı Rommel gibi, "o halde nerelere yönelirsek bu olayı en etkin bir şekilde durdururuz" diye sordu. Sonra sadece Federal Reserve'ı değil hazine bakanlığını da katarak bir stratejiye karar verdi. Önce "kaynak verelim, kredi hareketinin düşmesini engelleyelim, bankaların likiditesini sağlayalım, bankaların sermayesini güçlendirelim ki sermaye akımları devam etsin" dendi, sonra biraz ortalık sakinleşince "başka ne yapabiliriz" diye bakıldı. Tabii ki farklı görüşler çıkıyor. Şu anda başarılı oldu mu olmadı mı o belli değil. Büyük bir çöküş olmadı tamam, ama bu böyle devam edecek mi, bozulacak mı, bilmiyoruz, tarih henüz Bernanke'yi yargılayacak durumda değil. Bu konuyu açmak isteyişimin sebebi aslında ne Rommel'i anlatmak ne de Bernanke'yi, aslında Türkiye'ye dönmek istiyorum.

 

ÖM: Eyvah!

 

HE: Bizde gördüğüm kadarıyla bir istihbarat hatası var, Rommel u hatayı yapmadı, Bernanke de. Bernanke dünyadaki en güçlü araştırma bölümlerinden birine sahip, çok değerli elemanlar gece gündüz çalışmalar yapıyorlar, önüne getiriyorlar. Rommel'in de çok güçlü bir istihbarat teşkilatı vardı, anlamaya çalışıyordu, karşısındaki kuvvet nedir, ne yapıyor diye. Burada öyle gözükmüyor, hatta eğer yanlış anlamadıysam, "krizin doruk noktası geçti" gibi birşeyler söyleniyor.

 

ÖM: Evet onu evvelki gün Açık Gazete'de de yorumlamaya çalıştık.

 

HE: Ben hiçbir iktisatçının bu yönde bir araştırmasını görmedim şimdiye kadar, ne Türkiye'de ne başka bir yerde. "Alınan önlemler bundan sonra daha olumlu etki yaratabilir" yorumunda bulunanlar var, ama bu konuda bir yorum görmedim. Bugün gazetelerden öğrendiğim kadarıyla eski İngiltere başbakanının bir açıklaması var, ama Amerikan yöneticilerinde böyle bir his yok, "işin sonuna geldik, doruk noktasını geçtik" falan diye.

 

ÖM: Evet, "tepe noktasını aştık, krizde inişe geçildi" diye bir açıklaması vardı, ama herhangi bir bilimsel kaynak gösterdiğini ben de hatırlamıyorum. Mesela Başbakan her ailenin 3 çocuk sahibi olması gerektiğini geçenlerde bir kez daha söyledi, orada da "bilimsel verilere dayanarak söylüyorum bunu" dedi, ama hangi kaynaklara dayandığını söylemedi. Ben hiç görmedim dünyada böyle bir bilimsel araştırma, nüfus meselesine filan da bakmaya çalışıyorum, iklimle de karışık olarak, hiç görmedim çocuk yapmanın iyi olduğuna dair bir bilimsel araştırma.

 

HE: Aynı görüşteyim. Tabii neyse ki orada bir şansımız var, aileler kendi sağduyularını kullanıp en uygun çocuk sayısını bulabilirler, ama ekonomik kriz dinlemez. "İnşallah geçmiştir" deyince geçmiyor, devam ediyor. Burada bir hata gözüküyor bence. Rommel kuvvetlerinin az olduğunu biliyordu, Bernanke de devletin olanaklarının sonuna kadar tüketilemeyeceğini, gelecek nesillerin de olduğunu herhalde herkesten daha iyi biliyordu. Zaten bunu bilmeyen "iktisada giriş" dersinden de geçemez onu da söyleyeyim. İktisada giriş dersinde önce kaynakların kıtlığından bahsedilir, sizden sonra gelecek nesillerin olacağını, devletin görevinin de toplumun gelecek nesillerinin de refahını kollamak olduğunu anlatır. Amerika'ya oranla Türkiye'nin kaynakları çok daha kıt. Yani Amerikan ekonomisinin büyüklüğü gözönüne alındığında, Amerikan devletinin elinde olan kaynaklarla Türk ekonomisinin büyüklüğü karşılaştırıldığında, ona göre düzeltme yaptıktan sonra bile kaynaklarımızın daha kıt olduğu açıkça görülüyor. Kaynağımız yok değil, var, fakat bu kaynağı nerede kullanacağız? Zamanlama da çok önemli, çeşitli öneriler olabiliyor, ama önerilerin etkisinin ne zaman ortaya çıkacağını da değerlendirmemiz lazım. Mesela etkisi 2010 sonunda çıkacak bir önlem şu andaki krizi çözmek için uygun bir öneri değildir. Memleketin geleceği için iyi olabilir, o ayrı bir konu, o başka bir şey, ama bugünden 2010 sonuna gidemiyorsak, memleketin geleceği problemi biraz tartışmalıdır. Bu noktada bence çok yoğun düşünmemiz lazım; elimizde kaynak kıt, ayırabileceğimiz kaynak ne kadar olabilir? Tahmin etmek lazım, onu da yanlış tahmin ederseniz olmaz, 10 bin askerin varken "Aaa pardon iki bin'miş" derseniz felaket olur. Onu ortaya koyduktan sonra da bu kaynağı hangi noktaya yöneltirsek en uygun etkiyi, en uygun zamanda alırız. İkisinin birarada olması lazım.

 

ÖM: Amerika'da çalışma bakanlığı açıklamaları iş kayıplarından bahsediyor, New York Times'ın haberine göre analistler işsizlik oranının önümüzde dönemde %8'e çıkabileceğini, iş kayıplarının devam edeceğini, inşaat, satış ve finans, üretim alanlarındaki işsizliğin daha da büyüyeceğini söylüyorlar. İngiltere'den merkez bankası başkanı Mervyn King Britanya'da ekonomik daralmanın beklenenden daha uzun ve daha derin olacağını belirtiyor. Türkiye'de de TÜİK'in (Türkiye İstatistik Kurumu'nun) açıkladığı verilere göre sınai üretim Ekim'de %5.5 düşmüş geçen yıl aynı döneme göre. Bu da çok ciddi bir şey, "işten çıkarmalar da yoğunlaşıyor" diye haberler de vardı. Bu durumda, hangi verilere dayanarak krizin en kötü tarafını geçtiğimizi söyleyebiliyoruz bilmiyorum.

 

HE: Burada akla bir başka şey geliyor, onu da eleştireyim. Durum hakkında bir iyileşme umudunu topluma telkin etmekte yarar görülebilir, bu da anlaşılır birşeydir çünkü toplumun tercihlerinin etkilenmesi iktisat politikasının başarısı için fevkalade önemlidir. Yalnız burada bir başka sorun var, hangi malumat toplumu daha mutlu kılar, tercihlerini değiştirir. "Olayı saptadık, şu tedbirleri alıyoruz, bunları alamıyoruz, şu nedenle alamıyoruz, ama  bunları alıyoruz" demek mi doğrudur, yoksa "merak etmeyin durum düzeliyor" demek mi? Burada ben ilkinin daha doğru ve önemli olduğunu düşünüyor. İlkinde alınan önlemler benim hoşuma gitmeyebilir, benim işime gelmeyebilir, ama bekleyişlerim açısından "tamam hükümet teşhis koymuş, buna göre hareket etmiş, benim istediğimi de yapmamışlar, hay allah" demek başka, "galiba hükümet durumu anlamadı benim başıma daha büyük bela gelecek" diye düşünmek başka. Bence bu ikincisi çok tehlikeli. Bundan sonra benim moralimi düzeltmek çok vakit alır.

 

ÖM: Ben bir tebessümle karşıladım bu söylediğini, ama aslında çok da gülünecek bir durum yok, hakikaten ciddi bir tehlike söz konusu.

 

HE: Mikdat Bey'e (Mikdat Kadıoğlu) sorun bu konuyu, ciddi olarak söylüyorum. Meteorolojik olaylar bir noktaya gelince, örneğin  bir kasırga hızlanacak mı, yavaşlayacak mı kestirmek çok güçtür. Bu tür olaylarda çok büyük güçlüklere karşılaşılıyor. Mesela ABD'de son olarak gördüğümüz gibi, çok büyük sayıda insan tamamen boşaltıldı o bölgeden, sonuçta bir şey de olmadı, yani sadece kuvvetli bir fırtına oldu, yağmur oldu, ama bir facia boyutuna gelmedi.

 

ÖM: Büyük maddi kayıp oldu ama can kaybı olmadı.

 

HE: Bunun topluma bir maliyeti var, ama hiçkimse rahatlıkla "bu yavaşlar, insanları boşaltmaya gerek yok" diyemedi. Bunun altını şu nedenle çiziyorum; iki tane büyük iktisatçı Kenneth Arrow ve geçen sene Nobel İktisat Ödülü'nü aldıktan 6 ay sonra vefat eden Leonid Hurwitz, her ikisi de İkinci Dünya Savaşı sırasında meteorolojide çalışmışlardı, Hurwitz meteoroloji dersleri de vermiş. Daha sonra da ikisi de fiyat mekanizmasının istikrarını ilk defa inceleyen kişilerdir. Başka insanlar da bunu düşünüyor, ama bu ikisi inceleyebilip bundan sonuç çıkarabilmiş iktisatçılar. Bu son derece önemli ve kolay bir iş değil. Nitekim Arrow yazılarında diyor ki; "biz rekabetçi mekanizmanın hangi koşullarda istikrarlı olacağını gösterdik, bunun pratikteki anlamı istikrarlı olmayacağıdır, çünkü o koşullar pek sağlanmaz". İstikrarlı olmayan bir şey ne demek? "Bir karışıklık yaratabilir, insanları rahatsız edebilir, hatta çok kötü duruma düşürebilir" demek. Bunun farkında olan iktisat politikası yapımcıları, önceden ve çok ihtiyatlı hareket ediyor, sistemin dinamiğini belirleyebilecek olan unsurların hepsiyle ilgili ne yapılabileceğine bakıyor ve bunlardan en önemlisini seçiyor. Bunlardan bir tanesi kamuoyunun bilinçlendirilmesi, ama kamuoyunun "işletilmesi" değil. Bu çok önemli ve devamlı açıklama yapılıyor. Dün Paulson'ın yaptığı açıklama aslında çok rahatsız edici bir açıklamaydı ve nitekim piyasalarda menfi etki yaptı; "biz böyle yapmayı düşünüyorduk, ama baktık ki bu yürümüyormuş buraya geçtik" türünden bir açıklama. Aslında bu hoş bir şey değil, bir iktisat politikası yapıyorsunuz, "batık kredileri satın alacaklardı, bunun çalışmayacağını anladık, biz tüketimi destekleyecek şekilde kredi vermenin daha uygun olacağı sonucuna vardık" diyorsunuz. Bunu söylemekle kişisel risk alıyor, en azından "aklın neredeydi?" eleştirisini göze alıyor, ama aslında bunu söylemekle "biz olayları yakından takip ediyoruz, konjonktür değişti, şartlar tamamen farklı hal aldı, öbür aletlerle sonuç almamız çok zor, hatta imkânsız, bu yüzden bu yeni alete geçtik" diyor. Kamuoyu bunları ana çizgileriyle anlar, çok teknik detayını herhalde artık daha sonra doktora programlarında okuturlar, ona zaten ihtiyaç yok, ama bunun yerine, "hiç merak etmeyin, durum devam ediyor, herşey yolunda" deseydi ve hergün de bunun tersi işaretler gelseydi, o zaman bir kuşku doğardı. Ünlü İngiliz iktisatçısı Joan Robinson bir yazısında "1920'lerde Cambridge'de doktora yapıyordum, içeride fiyat sisteminde işsizlik olmazı diye ispat ediyorlardı, kapının önüne çıkıyorduk yüzlerle, binlerle işsiz insan aş yardımı almak için kuyrukta oluyordu. İçeride okuduğum şeylere tüm itimadım gitmişti" diyor. Bu çok önemli bir sorun ve ben biraz tedirginim, inşallah geç de olsa şu anda bir çalışma başlamıştır. Türkiye açısından çok önemli başka bir şey var, eğer G20 toplantısına "ya bize de para verecekler" kafasıyla gidiyorsak hava alırız. Buna mukabil ciddi önerilerle gidersek, ya da ciddi önerilere katılma şeklinde bir tavır sergilersek itibarımız yükseleceği için sonuçta kaynak temin ederiz. Yani doğrudan para vermezler ama "bak Türkiye işleri ciddiye alıyor" düşüncesinin oluşması çok daha önemli.

 

ÖM: Yani 'ümük' edebiyatıyla gitmezler inşallah G20'ye de değil mi? Evet çok önemli,  kritik noktalar.

 

(13 Kasım 2008 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)