10 Mayıs 2008Taraf Gazetesi
Anayasa Mahkemesi'nin Parlamento'nun iki Anayasa maddesinde yapmış olduğu değişikliği reddetmesi biraz hukuk nosyonuna sahip olduğunu sanan, az da olsa demokratik bakıştan nasibini almış gözüken herkes tarafından kınandı. Hukuk alanında derinliğine bilgi sahibi olması beklenenler ise bu kararı neredeyse yerin dibine batırdılar. Ana argüman Anayasa Mahkemesi'nin ancak şekil yönünden inceleme yapabileceği ve Anayasa'ya ilişkin değişiklik tekliflerinin içeriğine giremeyeceği. Nitekim bizzat Mahkeme'nin 19 Şubat 2008 tarihli kararının bunu açıkça ifade ettiği belirtilerek, yargının hukuk bir yana kendisiyle bile çeliştiği öne sürülüyor. Açıkça söylemek gerekirse bu epeyce naif bir bakış... Çünkü Cumhuriyet'in bir hukuk devleti olduğu gibi gerçeklikle uyuşmayan bir varsayımdan hareket ediyor. Oysa hukuk devleti olmadığımızı kabul ettiğiniz andan itibaren Mahkeme'nin davranışının son derece tutarlı olduğu da ortaya çıkmakta. Önce Mahkeme'nin neyi 'reddettiğine' bakalım... Meclis'in Anayasa maddelerinde yapmış olduğu iki eklemenin birincisi, basit olarak "herkes kanun önünde eşittir" demekte. İkinci ekleme ise, söz konusu eşitliğin yüksek öğrenim hakkı açısından da geçerli olduğunu söylemekte. Eleştiriler Mahkeme'nin bu maddeleri reddederek, cumhuriyet vatandaşlarının eşit olmadığını söylemiş olduğunu ve bunun esasa ilişkin vahim bir hata teşkil ettiğini vurgulamakta. Ne var ki Türkiye'nin bir hukuk devleti olmadığını kabul ettiğiniz andan itibaren, herkesin kanun önünde eşit olamayacağını da zaten kavrarsınız. Hukukun üstünlüğünün geçerli olmadığı bir durumda doğal olarak başka bir üstünlük kıstası olacaktır ve bizim ülkemizde bunun kaba güçten ziyade ideolojik ve bürokratik vesayet olması hepimizin yüreğini ferahlatmalıdır. Kemalizmin geçerli yorumu altında zaten eşit vatandaşlar olmadığımızı, kanun karşısında eşit muamele beklemememiz gerektiğini şimdiye kadar çoktan öğrenmiş olmamız gerekir. Diğer taraftan Mahkeme bu olayda kendi sınırları içinde kalarak esasa değil şekle bakmış ve hangi vatandaşların 'daha az eşit' olduğunu şekillerinden çıkarıvermiştir. Yüksek öğrenimde eşitliğin şu anda eşit olmayanlara imkân tanıyacağı açık olduğuna göre, 'kimmiş bakalım şu anda yüksek öğrenimden yararlanamayanlar' diye sorulmuştur. Yanıt ise herkesin bildiği gibi 'şeklen' kemalist ideolojiye uymayan bazı kadınlara işaret etmektedir. Bu tespit kadınların 'şeklen' sakıncalı olduklarını ortaya koymaktadır ve Mahkeme de zaten tamamen işin şekline bakmıştır. Daha da önemli olarak Mahkeme'nin söz konusu iki yasanın yeni hallerini 'değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek' maddelerle ilişkilendirmesinin, esasa dair bir inceleme olduğu söylenmiş ve böylece yargı makamı yıpratılmaya çalışılmıştır. Oysa Mahkeme 'değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen' maddeleri bir şekil şartı olarak kabul etmektedir. Diğer bir deyişle bu maddelerde söylenen "Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" lafı tamamen şeklîdir ve esasa ait hiçbir şey söylemez. Hepimiz Türkiye'nin ne demokratik, ne laik, ne sosyal ne de hukuk devleti olmadığını gayet iyi bilmekteyiz. Bunlar Anayasa içine sırf şekil şartı yerine gelsin diye konmuş tanımlamalardır. Öyle ki Anayasa Mahkemesi'nin her incelemesinin bu 'değiştirilemez' maddelere referans verme zorunluluğu vardır, çünkü aksi halde Mahkeme şeklen inceleme yapmış sayılamaz. Kısacası yapılan iş şekil denetimidir ama bazen şekil üzerinden esas bakılmış gibi gözükmektedir. Bunun da nedeni halkımızın bilgisizliği, hâlâ şekille esası birbirinden ayırmakta zorluk çekmesidir. Ama bu öğretici olaydan sonra artık herhalde herkesin malumudur ki, esas olan ideolojik ve bürokratik bir vesayet rejiminde yaşıyor olmamızdır. Onun dışındaki hemen her şey, yani hukuk, demokrasi, laiklik vs. aslen şeklî nitelikte unsurlardır ve halkımızın yargı önünde eşitsiz bir konumda kalmasını garanti eden ilkesel yaklaşımlar niteliğindedir. Umarız bu açıklama ile Mahkeme'yi eleştirenlere yeterli yanıt verilmiş olup, gereksiz ve haksız yıpratmaların önü kesilecektir...