Mağduriyet, masumiyet, meşruiyet

-
Aa
+
a
a
a

23 Şubat 2011Taraf Gazetesi

Şair Eric Ormsby, “Kelimelerin bizden bağımsız, kendilerine ait hususi bir varoluş sürdürdüklerine inanıyorum” der. Doğru, kelimelerin bir tarihi, yani onlara varlık ve anlam veren bir hikâyeleri vardır. Ancak kelimelerle ilişkimiz tek yanlı da değildir. O hikâyeye beslenen sevgi ve saygı, her konuda aynı değildir. Böyle baktığımızda, şairin sözü, edebiyat dünyasında geçerli olabilir. Lakin siyaset, hukuk gibi alanlar bakımından aynı şeyi söylemek çok zor, belki de imkânsız.

Mesela siyasette, hamaset ve belagat geçer akçe sayılır. Her iki halde de, kelimelerin içini boşaltmak esastır. Hukukta da, özellikle yargılama süreçlerinde, kelimeleri eğip bükmek maharet sayılır. Amerikan filmlerindeki duruşma sahneleri, abartılı bir şekilde de olsa, bu vakıanın temsiline dayanır.

Hukuk ile siyaset arasında her zaman bir bağ vardır. Bu bağlantı, genellikle yargılamalar vesilesiyle kamuoyunun ilgisi ve bilgisi dâhiline girer. Ceza davalarının bu açıdan özel bir konumu vardır. Her ceza davasında değil, ama bazılarında bu bağlantı fazlaca görünür hale gelir. Mesela Ergenekon, Balyoz gibi davalar bu türdendir.

Hukuk ile siyasetin böylesine iç içe geçtiği durumlarda, kelimelerin (kavramlar da diyebiliriz tabii) işi hiç kolay değildir. Tartışmalar bazen öyle bir seyir alır ki, kelimeler neye uğradıklarını şaşırırlar.Son zamanlarda eziyete en fazla maruz kalan kelimelerden biri “masumiyet”tir. Buna yol açan da, Balyoz Davası kapsamında aralarında muvazzaf generallerin de bulunduğu çok sayıda subayın tutuklanması, Odatv baskını ve Soner Yalçın hakkında tutuklama kararı çıkması oldu. Bu tartışmalarda, masumiyet kelimesi iki açıdan ciddi çarpıtmayla karşı karşıya kaldı. Bir kere, masumiyet ile mağduriyet arasında zorunlu ve otomatik bir bağlantı kuruldu. Kullanılan mantık hiç de yeni değil: Mağdur olan masumdur! Ancak bu önermenin işe yaraması için, tutuklananların mağdur oldukları algısını yerleştirmek gerekir. Bu algıyı yaratmak amacıyla, çeşitli yollar deneniyor. Yargılama usulüyle ilgili argümanlara başvurmak, bu yollar arasında en revaçta olanı. Mesela bu olaylarda tutuklamanın gereksiz olduğunu belirtiyor kimileri. Yargı pratiğimizde, tutuklamanın yerli yersiz ve çoğu zaman yanlış kullanıldığı bir gerçektir. Balyoz ve Odatv vakalarında da, tutuklama kararlarının yersiz veya yanlış olması ihtimali elbette vardır. Yersiz veya yanlış tutuklamanın, bir haksızlık, dolayısıyla bir mağduriyet yarattığı da doğrudur. Lakin bu mağduriyet, masumiyete delil olamaz.

Tutuklananların mağdur, dolayısıyla masum olduklarını kanıtlamak için kullanılan gerekçelerden biri de, onların mesleği. Buradaki mantık ise gerçekten çok tuhaf! Söylenmek istenen şey aslında basit: Üst düzey subaylar suç işlemezler, suç işleseler bile yargılanamazlar, yargılansalar bile tutuklanamazlar! Askerliği, bir tür imtiyaz ve dokunulmazlık sebebi olarak gören şu kadim zihniyetle karşı karşıyayız yine. İnceliğe hiç elverişli olmayan bir zihniyet ve mantıktır sözkonusu olan. O nedenle, kaba hamasete mecbur kalıyorlar bu argümanı tedavüle sokanlar. “Vatan için canını feda etmeye hazır askerlerimize reva mıdır” gibi sitemlerden, “bu davalarla terörle mücadelede zaaf yaratıldığı, dolayısıyla vatana ihanet edildiği” gibi ucuz suçlamalardan medet umuyorlar. Lakin artık o kadar inandırıcı ve etkileyici olamıyorlar. Askerlerin ve vatanın mağdur edildiğini bu yolla kabul ettirmeleri artık o kadar kolay değil. Meslek argümanı, Soner Yalçın’ın mağdur ve masum olduğunu kanıtlama operasyonunda da kullanılıyor.Odatv’ye baskın ve Yalçın’ın tutuklanması, basın özgürlüğüne ağır bir darbe olarak sunuluyor. Oysa Yalçın, Ergenekon örgütüne üye olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Baskın ve tutuklamanın basın özgürlüğüne yönelik bir saldırı olduğunu söyleyebilmek için, bütün delilleri incelemiş ve bu iddianın hiçbir temeli olmadığını kesin bir şekilde görmüş olmak gerekiyor. Yalçın’ı suçlu ilân etmek elbette doğru değil. Ama operasyonu da peşinen suçlu ilân etmek de aynı şekilde doğru değil.

Tam bu noktada, bu tartışmalarda kelimelere yapılan ağır bir saldırıyı daha ifşa etmek gerekiyor. “Masumiyet karinesi”, bir hukuk kavramıdır; suçluluğu mahkeme kararıyla sabit oluncaya kadar herkesin masum olduğunu öngörür. Buradaki masumiyet, hukuk açısındandır; hayatın başka alanlarına öyle keyfice teşmil edilemez.Sanıkların mağdur, sırf bu nedenle de masum oldukları algısını yaratmaya çalışanların asıl hedefi, bence “meşruiyet”e ulaşmaktır. Yani tutuklanan subayların, Soner Yalçın’ın ve diğer Ergenekon sanıklarının masum oldukları konusunda yaygın bir algı yaratma manevralarının temelinde; bunların itham edildikleri faaliyetleri ve temsil ettikleri zihniyeti meşrulaştırma hesabı yatıyor. Darbeci/vesayetçi zihniyetin ve bu zihniyeti savunmak için başvurulan her türlü aracın meşru olduğu inancını bu yolla yeniden canlandırma hesabıdır burada sözkonusu olan.

Lakin bu hesabı tutturmak için yanlış malzeme kullanıyorlar. Hak, adalet, özgürlük gibi kelimelerin çok uzun, çok köklü ve soylu hikâyelerini hafife alıyorlar. Ama yanılıyorlar; bir kez daha ve fena halde!