16 Ağustos 2006Ali Bektaş
Mahmud Abu Şaki arabasının tepesine dokuzuncu şilteyi yükledikten sonra sıkıca bağlıyor. Evlerine dönme vakti sonunda geldi. Saida'daki mülteci merkezinden yemek dolu bir torbayı aldıktan sonra yola koyuluyorlar. Mahmud ile Nejat ve üç oğulları Şakir (20), Hüseyin (18) ve Zekeriya (14). Nabatiye yakınındaki Habbuş köyüne döndüklerinde evleri sağ salim bulup bulamayacaklarını bilmiyorlar. Biz de sonsuz sevinç ile anlık yıkımın arasındaki bu bilinmeyene doğru onlarla Habbuş'a doğru yola çıkıyoruz.Savaştan kaçsan da Şakir, Hüseyin ve Zekeriya; üçü de savaş çocukları. Aynı coğrafyanın ama farklı ülkelerin savaşı. Baba Mahmud 20 sene boyunca Bağdat'ta yaşamış ve geçimini orada kamyon şoförlüğü yaparak kazanmış. Bana İstanbul'dan da üç defa geçtiğini söylüyor. Çocukları savaş sırasında doğmuş ama savaş içerisinde büyümelerini istemediğinden Bağdat'tan memleketleri Lübnan'a dönmüşler.Evlerine ya da evlerinin bulunduğu kalıntılara doğru ilerlerken ¨Savaştan kaçtık ama savaş burada da buldu bizi¨diyerek iç geçiriyor.Geri dönüş marşları Yollar buruk bir şenlik havası içerisinde. Binden fazla ölüme rağmen insanlar Hizbullah'ın galibiyetinden gurur duyuyor. İsrail'i bir kere daha mağlup etmenin memnuniyeti ile güneye doğru evlerinin yollarını tutuyorlar. Yolda marşlar çalıyor, geçenlere şeker ikram ediliyor. Üç gün önce geçtiğimizde ıssız olan yollar bugün kaynıyor. Bombaların açtığı çukurlar trafiği kilitlese de Hizbullah bayraklı, Nasrallah posterli, tepelerinde şilteler bağlanmış arabalar ustaca manevra yaparak yollarına devam ediyor.Güneye ilerlerken "savaşın manzarası" giderek daha yoğunlaşıyor.Bombalar hedef esirgememiş. Yollar, köprüler, benzin istasyonları, depolar, sebzelerin yetiştiği tarlalar, her yerde 20-30 metre derinlikte çukurlar.Mahmud gaza biraz daha basıyor. Nabatiye sınırlarına yaklaştığımızda doğal olarak sabrımız da tükenmek üzere.Apartman yerinde Evlerinin bulunduğu sokağa geldiğimizde sevinç çığlıkları hem arabanın içinden hem de dışarıdan etrafımızı sarıyor. Ailelerinin, dostlarının geri döndüğünü görenler arabanın arkasından koşuşturuyorlar. Apartmanlarının yerinde olduğunu gören Şaki ailesi kendilerini arabadan dışarı atıyor. Öpücükler ve kucaklaşmalar haftalar boyu süren merak ve telaşın acısını çıkarıyor. Apartmanın avlusu beton ve cam parçaları, kopmuş borular ve yıkılan bir ağacın dalları ile bombaların izini taşıyor. Avlunun bu feci haline rağmen sevinçle kendisinden geçen Mahmud derin bir ¨Ohh!¨ çekip iki iskemle buluyor ve beni karşısına oturtuyor. ¨İşte burada otururken, bombalar... Çok güzel estiğinden her gün burada oturur kahve içerdim. Şu karşıdaki tepelere bakardım. Sonra bir gün yine otururken o tepelere bombalar yağmaya başladı. Her şeyimizi toplayıp Saida'ya kaçtık.¨ Savaş ertesi bir kahve içmek için yukarı çıkıyoruz. Evleri fazla hasar görmemiş, iyice rahatlıyorlar. Köyü gezmek için yola koyulduğumuzda ise diğerlerinin onlar kadar şanslı olmadığını hemen anlıyoruz.Evler yıkılmamış olsa bile bir çok ev bombaların etkisi ile büyük hasar görmüş. Panjurlar parçalanmış odalar tersine dönmüş. Hep beraber bu hasarı yaratan füzenin indiği yere ilerliyoruz, az biraz İngilizcesi olan Şakir de yanımızda, gözlerine inanamıyor. Ateşkesten 15 dakika önce ölüm geldi 30 metrelik bu çukurun hemen dibindeki evde yaşayan 89 yaşındaki Naim Dede önceki gece, ateşkesin devreye girmesinden 15 dakika önce düşen bombayı korku dolu ifadelerle anlatıyor. 40 yaşındaki İsa Trabulsi'nin bulunduğu iki katlı ev, iki katlı bir ev derinliğinde bir çukura dönüşmüş. Ateşkesin eşiğinde rahatlamak yerine İsa'nın ölü bedeninin parçalarını toplamışlar. Kafasını ağzında bir parmak ile yolda bulmuşlar. "Allaha şükür sen iyisin" diye teselli etmeye çalışıyoruz. "Ben iyiyim ama zeytin ağaçlarım paramparça"¨derken gözleri sulanıyor.İşaret ettiği tarafta, çukurun yanı başında, köklerinden kopmuş, toza toprağa bürünmüş ve ancak 35 sene sonra meyve veren zeytin ağaçları Naim Dede'nin son zeytinlerini dallarında barındırıyor. (AB/BA)