Kaynak: Yeşil Gazete
12 Aralık 2014
Lima İklim Zirvesi’nde sondan bir önceki günün en önemli olayı ABD Dışişleri Bakanı John Kerry‘nin konuşmasıydı. Ta ki COP Başkanı Peru Çevre Bakanı Manuel Pulgar-Vidal‘in zirvede gelinen son noktayı anlatmak üzere topladığı gayrıresmi değerlendirme toplantısında müzakerelerin tıkandığı açıklanana kadar! Yoksa yeni bir Kopenhag’a doğru mu gidiyoruz?
Başkan’ın değerlendirme oturumunda yapılan açıklamaya göre, Paris anlaşması, yani ADP müzakereleri bugün yapılan oturumlarda gelişme sağlanamaması üzerine sonuç alınmadan kapandı. Bu açıklamayı yaparken elindeki 50 sayfalık taslak metne bakan ADP eşbaşkanı Kishan Kumarsingh‘in canı çok sıkkın görünüyordu. Kumarsingh’in ardından tekrar söz alan COP Başkanı Pulgar-Vidal, uzun ve duygusal bir konuşma yaparak delegelere kısaca “Lima’dan eli boş dönemeyiz, sorunu çözmek sizin elinizde” dedi.
Sonuçta zirvenin son günü olan Cuma sabahı taraflar tekrar toplanacak, ancak Lima’dan Paris anlaşmasının taslak metninin çıkması ihtimali artık biraz daha zorlaşmış bulunuyor. Gerçi büyük ihtimalle müzakereler yine Cumartesi gününe sarkar ve beklenenden daha az ve ‘taslağın taslağı’ gibi bir isim verilen bir metin üzerinde zar zor da olsa anlaşılır. Ancak bugünkü gelişme bunun bile olamaması ihtimalinin doğduğunu ve Lima’nın hiçbir gelişme sağlanamadan kapanmasının tamamen imkansız olmadığını gösterdi, ki bu durumda Paris’e kadar geçecek önümüzdeki bir yıl beklenenden daha zorlu olacak demektir. Üstelik bütün bunlar John Kerry’nin oldukça net ve iddialı konuşmasından hemen sonra oldu.
John Kerry’nin konuşmasını Cumhurbaşkanı Erdoğan da dinlemeli
ABD Dışişleri Bakanı’nın COP 20’ye katılması başlıbaşına önem taşıyordu. Lima’ya Al Gore‘la birlikte gelen John Kerry basın karşısında uzun bir konuşma yaptı. Kerry’nin geliş nedeninin tıkanmak üzere olan müzakerelerin devam etmesini sağlamak için gelişmekte olan ülkeler üzerinde baskı oluşturmak olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Kerry’nin neler dediğine geçmeden önce yorumumu yazayım: Kerry’nin söyledikleri iklim değişikliğiyle mücadele açısından oldukça güçlüydü. Hatta bugüne dek iklim değişikliğine ilişkin önde gelen bilim insanları, uzmanlar, çevreciler, sivil toplum örgütleri ve hatta aktivistler ne dediyse, onların çoğunu, kuvvetli bir üslup kullanarak tekrarladığını söyleyebiliriz. Kendisinin de senatör olarak 1992’den bu yana defalarca iklim zirvelerine katıldığını ve neler olup bittiğini çok iyi bildiğini söyleyen (ve konuşmasıyla bunu gösteren) Kerry’yi dinledikten sonra, artık iki konuda emin olabiliriz:
1- Kyoto’nun ve Kopenhag’ın tersine, Paris’ten, öyle ya da böyle, yeni bir iklim anlaşması çıkması için ABD elinden geleni yapacak ve bu anlaşmaya bütün ülkelerin kendi ölçülerinde bir hedef alarak taraf olmaları için her türlü diplomasi kullanılacak. 2- ABD yönetimi bunu öncelikle ekonomik bir gereklilik (herhalde bir de siyasi prestij meselesi) olarak görüyor ve bundan geri adım atmayacak.
Kerry’nin konuşması kapitalizmin tarihinde ve uluslarası sistemde açılmakta olan yeni bir dönemin habercisi olarak da görülebilir. Sadece enerji, ekonomi ve kalkınma politikaları anlamında değil; çevre ve iklim anlaşmalarının dış politikadaki önemi, hatta uluslararası ilişkilerde yeni gruplaşmalar ve bloklaşmalar açısından da… Kerry’nin konuşması elbette bu durumu tek başına yaratamazdı, ama çoktandır işaretleri belirginleşmeye başlayan bir eğilimin, ABD Dışişleri Bakanı tarafından dile getirilerek daha güçlü bir gerçeklik haline gelmesi önemliydi. Dolayısıyla bu konuşmayı sadece delegelerin değil, bütün ülke liderlerinin de dikkatle dinlemesi gerekiyor. Buna Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu da dahil. Türkiye Lima’da, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce‘nin konuşmasından da anlaşılabileceği gibi, yine ve maalesef yine, ‘mümkün olsa da Paris’ten bir anlaşma çıkmasa, illa çıkacaksa mümkün olsa da biz dahil olmasak’ tavrında ısrar edecekmiş gibi görünüyor. Oysa dünya, evet, sadece 1992’den veya 1997’den değil, 2009’dan bu yana da değişti. Artık iklim politikalarında yeni bir devir açılıyor. Kerry bunu “Her ülke, üzerine basarak söylüyorum, her bir ülke sorumluluğunu yerine getirmeli” diye iki üç kez vurguladı.
Sanki sivil toplum lideri konuşuyordu
Gelelim konuşmanın ayrıntılarına… Kerry’nin konuşması uzman ve aktivistler açısından eksiği çok, ama pek fazla yanlışı olmayan bir konuşmaydı. Daha doğrusu, konuşmayı kimin yaptığını bilmeden dinleseydiniz, iklim değişikliği konusunda ısrarlı bir sivil toplum lideri konuşuyor sanabilirdiniz. Bir başka deyişle Kerry’nin konuşması bayağı AlGoresk bir konuşmaydı. Kerry, konuşmasında uzun uzun iklim değişikliğini inkar eden çevrelere (yani isim vermeden Cumhuriyetçilere) çattı; James Hansen‘ın da adını anarak, hatta Hansen’ın iklim değişikliğini kendisi senatörken, daha 1988’de Senato’da anlattığından da bahsederek, bilimsel kanıtları saydı. (Bush yönetiminde hakkında soruşturma açılan
James Hansen’dan bahsediyoruz burada… Bu anlamda nereden, nereye!) Kerry bütün bu kanıtlara rağmen iklim değişikliğinin varlığını ve önemini kabul etmemenin mümkün olmadığını söyledi, hatta, inkarcıların endüstri tarafından finanse edildiğini bile ekledi. (Söylemediklerinin birincisi işte burada gizliydi, çünkü o endüstrinin fosil yakıt endüstrisi olduğunu söylemeyi ‘unutuverdi’). Kerry, isim isim sayarak Haiyan tayfunundan ve Filipinler’de geçen hafta sonu yaşanan yeni tayfundan, California’da yaşanan kuraklığa ve şu aralar yaşanan sellere kadar bütün iklim felaketlerini “iklim olayları” diye adlandırdı ve bilim insanlarının bu olayları doğrudan iklim değişikliğine bağlayabildiklerini anlattı. (Daha ne desin?)
John Kerry’nin bu konuşmasından en çok alıntılanacak sözler muhtemelen “iklim değişikliği terörizmden, aşırılıkçılıktan, salgınlardan, yoksulluktan, nükleer silahlanmadan daha önemlidir” demesi olacak. Hatta Kerry, “iklim değişikliğine karşı önlem alamamak çağımızın büyük kolektif ahlaki başarısızlığıdır” bile dedi. Bu da yıllardır iklim değişikliğinin aciliyeti konusunda söylenenlerle ve James Lovelock, Bill McKibben gibi isimlerin İkinci Dünya Savaşı sırasında başarılan seferberliği örnek göstermesiyle benzeşiyor.
Ancak bütün bunların ötesinde konuşmanın en önemli yanı, aslında bu konuşmanın neden burada ve şimdi yapıldığını gösteren, “her ülke sorumluluk almalı” kısmıydı. Kerry, yarım saatlik konuşmasının neredeyse yarısını bütün ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadelede üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğine ayırdı. Hatırlayalım: Aslında şu anda süren tartışma tam da gelişmekte olan ülkelerin anlaşmanın “hakkaniyetli ve adil” olmadığını düşünmelerinden doğuyor. Kerry tam da bu tartışmaya gönderme yaparak her ülkenin, özellikle de büyük ekonomilerin (major economies) mutlaka azaltım hedefi alması gerektiğini söyledi. Kerry konuşmasında özetle, “biliyorum, her ülkenin sorumluluğu aynı değil, bunu anlıyor ve kabul ediyoruz, iklim değişikliğinde en büyük sorumlu biziz ve diğer endüstrileşmiş ülkeler, bu nedenle de çözüme biz öncülük etmeliyiz ve ediyoruz da; ama biz bugün emisyonlarımızı sıfırlasak da bu iklim değişikliğini durdurmaya yetmez ve bunu retorik olarak değil kelimenin tam manasıyla söylüyorum, çünkü bugün toplam emisyonların yarısından fazlasından gelişmekte olan ülkeler sorumlu” dedi. Ve Kerry bütün ülkeler, ama aslında major economies derken, emisyonların %90’ından sorumlu G20 ülkelerini kastediyordu. (Sürpriiz! Yoksa yeni OECD listesi G20 mi olacak? 2015’de başkanlığını Türkiye’nin yapacağı G20?) Dolayısıyla Kerry;
1-Paris’ten bir anlaşma çıkması konusunda çok net ve güçlü tavır koydu (ve bu tavrı Başkan Obama’nın görevlendirmesiyle koyduğunu vurguladı;
2- Bütün büyük ekonomiler bu anlaşmanın parçası olmalı dedi.
Kerry’nin konuşmasında yaptığı bir diğer önemli vurgu, ekonomik kazanç meselesiydi. Kerry iklim değişikliğinin şu anda dünyanın en büyük ekonomik fırsatı olduğunu söyledi ve yapılması gerekecek enerji yatırımlarının ekonomileri ne kadar canlandıracağından heyecanla bahsetti. Kerry’nin vurgusu Paris’ten çıkacak anlaşmanın büyük endüstrileri yeni bir yönelime (yenilenebilir enerjiler, verimlilik teknolojileri gibi) sokacağıydı. Yani geçişin tedrici olacağını vurgulamış oldu. Bu da ABD’nin Obama’nın 2013 Haziran ayında yaptığı meşhur konuşmasıyla başlattığı yönelim değişikliğinin güçlü bir devamını oluşturuyor. Yani ABD yönetimi Al Gore Doktrini’ni resmen kabul etmiş bulunuyor. (Yeşil kelimesinin böyle kullanılmasından hiç hoşlanmamakla birlikte, bu konuşmanın Yeşil Kapitalizm dedikleri şeyin yeniden ilanı olduğunu söylemek mecburiyetindeyim.) Bu da konuyu yakından izleyenler için sürpriz değil. ABD zaten 2004’de bir ara yöneldiği iklim güvenliği anlayışından, 2008 krizi sonrasında iklim değişikliğine çözüm sayesinde ekonomiyi büyütme anlayışına geçiş yapmıştı. Böylece bu stratejinin başarılı bulunduğu ve Paris anlaşmasıyla mühürlenmek istendiği ilan edilmiş oluyor. Dolayısıyla konuşmanın bu kısmı ABD’nin Paris anlaşmasını gezegenin hayrına istemediğini göstermesi açısından da, konuşmanın gerçeklik dozunu artırıyordu.
Konuşma son olarak iklimi korumanın (burada sıkça kullanılan deyimle) ekstra faydalarına da vurgu yapıyordu. Yani Kerry sadece ekonomik faydalar ve yaratılacak istihdamdan değil, emisyonların azaltılması ve yenilenebilir enerjiye geçilmesi sayesinde azalacak hava ve çevre kirliliğinin halk sağlığına yapacağı katkıdan da bahsetti. Halen ABD’de milyonlarca çocuğun astım hastası olduğunu söyleyip bunu çevre kirliliğine bağlaması ve iklim politikalarının savunucuları tarafından sıklıkla kullanılan “iklim bilimciler haksız bile olsa, yapılacak şeylerin faydaları bize yeter” argümanını tekrarlaması önemliydi.
John Kerry neleri söylemedi?
Gelelim ABD Dışişleri Bakanı’nın bu tarihi konuşmasında söylemediklerine; çünkü söylemedikleri, söylediklerinden daha önemli olabilir:
John Kerry, ABD’nin onca reklamını yaptıkları azaltım hedefinin hâlâ devede kulak olduğunu ve bu düşük hedefle yarattıkları emisyon açığının en az 3 derece ısınmayı garanti ettiğini söylemedi.
Kerry, konuşmasında gelişmekte olan ülkelere sağlanacak iklim finansmanı konusunun f’sini ağzına almadı (Bir tek Yeşil İklim Fonu’nda gereken 10 milyar doların toplandığını, bunun da 3 milyar dolarını kendilerinin sağlamalarından gurur duyduğunu söyledi, ama hiçbir gelişmekte olan ülkenin daha 2010’da yılda 100 milyar toplanmasına karar verilen bu fonda zar zor 10 milyar birikmesini takmadığını, gelişmekte olan ülkelerin kendilerine güvenmediğini ve finansmanla adaptasyon garanti edilmezse bu topa girmek istemediklerinden zinhar bahsetmedi.)
Kerry, otomobillerde ve termik santrallarda verimlilik kuralları koyduklarını söyledi, ama asıl emisyon azaltımını fosil yakıtları terk ederek değil, yeraltı sularının canına okuyan, doğayı tahrip eden, yerel topluluklara rızaları olmadan dayatılan kirletici kaya gazı ve kaya petrolü, yani fracking teknolojisi sayesinde o fosil yakıttan bu fosil yakıta geçiş yoluyla sağladıklarını ağzına almadı. Bunun çevreci ve sürdürülebilir bir strateji olup olmadığını da soran olmadı. (Zira soru almadı.)
Kerry, Kanada’dan ABD yoluyla bütün dünyaya yeryüzünün en kirletici petrol çeşidi olan katran kumu, yani zift petrolünü taşıyacak Keystone XL boru hattını hala neden iptal etmediklerini ve askıda tuttuklarını da söylemedi (Kerry konuşurken ABD’li ve Kanadalı gençlik örgütleri bahçede bu konuda basın açıklaması yapıyorlardı).
Ve son olarak Kerry, elbette, emisyon azaltımı diye saldırgan bir şekilde uygulanmaya başlamasını önerdikleri yeşile boyalı kuralsız şirket kapitalizminin de, aslında doğayı tahrip etmeye devam ettiğinden, yerel halkların, yerlilerin, yoksulların yaşam alanlarını ellerinden aldığından, sularını ve topraklarını zehirlediğinden, tam da böyle halka sormadan istedikleri gibi at oynatan şirketlerin hiçbir çevresel, ekolojik ve sosyal etki analizi yapılmadan başlattıkları yatırımların hız kazanacağından, hatta en kirletici şirketlerin yeni iklim mekanizmalarını kullanarak yeni tatlı kârlar peşinde koştuğundan ve burada asıl bunu garantiye almaya çalıştıklarından da söz etmedi.
Eh, bunlardan söz etmek de bizim işimiz!
Yine de Lima’da müzakereler geleneksel bir şekilde son gün yine tıkanırken, John Kerry bu kez Kopenhag benzeri bir durumun söz konusu olmaması için buradaydı. Bugün bu tıkanma aşılır mı bilmem, ama şurası kesin ki, Lima-Paris hattı zorlu geçecek.