28 Eylül 2010Radikal
Anadilde eğitim tartışması daha epeyce su kaldırır. Radikal gazetesi de bu gerçeği görerek bu konuyu dosya haline getirdi.
Bu konunun daha net bir zemin üzerinde, bir prensip anlaşmasıyla yürümesinde yarar olduğunu daha önce de dikat çekmiştim. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Türkçe dışında anadilleri olan yurttaşlarının anadillerini korumalarından ve geliştirmelerinden yana olup olmadığı konusunda daha net bir tavır ortaya koyması, bu ülkeye zaman kazandıracaktır.
***
Eğer devlet, çocukların anadillerini koruyup geliştirmesi konusunda üzerine düşen görevi üstlenmek istediğini net bir şekilde ortaya koyarsa, daha kapsamlı ve detaylı bir tartışma başlayabilir. Seçmeli ders, iki dilli eğitim modelinin nasıl yürütülebileceği,Kürdoloji bölümleri vb. tartışma konularına geçilebilir.
Devlet, uluslararası evrensel insan hakları, azınlık hakları, anadilin korunması gibi temel haklar çerçevesinde ana dil konusunda olanaklar sağlamakla yükümlü. Çerkezler, Araplar, Lazlar, Gürcüler vb. çeşitli etnik grupların talepte bulunmalarıı durumunda,aynı ilkeler çerçevesinde onların
talepleri de incelenecek ve çeşitli projeler geliştirilmesi normal bir gerekliliktir.
Resmi dil konusuna gelince:Bir ülkenin eğitim sisteminin içinde birden fazla dil kullanılması ile o ülkede birden fazla resmi dil olması zaten eşanlamlı şeyler değil.Şu an talep edilen şey de, birden fazla resmi dil değil.
Ama resmi dil meselesi de gösterildiği kadar basit değil. Dünyadaki değişik modelleri gözden geçirdiğimizde, bir ülkedeki farklı resmi dillerin her zaman eşit statüde olmadığını kolaylıkla görebiliyoruz. Örneğin “yöresel resmi dil” diye bir kavram var.
***
Belçika, İsviçre, Lüksemburg, İspanya, Kanada gibi “klasik örnekler”in dışında da birden fazla resmi dili olan birçok ülkenin olduğunu bu bağlamda hatırlamakta büyük yarar var.
Örneğin İsrail’de üç resmi dil (İbranice, Arapça ve İngilizce) var.Birden fazla resmi dili olan ülkeler arasında Norveç, Finlandiya, Beyaz Rusya gibi birçok örnek sayılabilir. Norveç’te üç farklı dil konuşulmasına rağmen bu dillerden sadece ikisi bütün ülke çapında resmi dil statüsünde. Güney Afrika’nın 11 resmi dili var.
Alman anayasasında resmi dile ilişkin bir madde yok, ama anayasa Almanca olduğu için resmi dilin Almanca olduğu kabul ediliyor. Hindistan’da ise ülkenin tamamında geçerli olan iki resmi dilin yanısıra,çeşitli bölgelerde geçerli olan yöresel resmi diller var. Yeni Zelanda’da ise üç resmi dil var ve bu dillerden birini bir işaret dili olan “New Zealand Sign Language ” oluşturuyor.
Ukrayna’da şu an tek resmi dil Ukraynaca ama okullarda ülkede yaşayan diğer etnik grupların dillerinde de eğitim yapılabiliyor.Ukrayna anayasasında,ülkede yaşayan bütün etnik grupların dillerinin korunacağına ilişkin bir madde var. Ama Ukrayna’ca dışındaki dillerde eğitim görenlerin Ukrayna’ca dersi almaları da zorunlu. Ayrıca,ülkedeki resmi tabelalarda, Ukrayna’canın kullanılması zorunluluğu var,ama Rusça’nın kullanılması da legal sayılıyor. Ukrayna’da ikinci resmi dil olarak Rusçanın kabul edilip edilmeyeceği konusunda ise bir tartışma yaşanıyor. Balkan ülkelerinde de çok değişik uygulamalar olduğu biliniyor.
Sonuç olarak, birden fazla dil konuşulan her ülkenin kendine göre bir model oluşturduğunu ve bu modellerin zaman içinde değişim geçirebildiğini görüyoruz. Ne resmi dil konusunda, ne de eğitim dili konusunda, evrensel geçerliliği olan tek bir formül yok.Türkiye, bu günlerde,kendi özgün modelini aramanın sancısını yaşıyor.
***
“Birden fazla resmi dili olan ülke bölünür”, “birden fazla eğitim dili olan ülke yıkılır”, “bütün dünya bizi bölmek için pusuda bekliyor” gibi klişeleri ne zaman aşacağımızı gerçekten de merak ediyorum. Başbakana ve hükümete bu konularda yanlış telkinlerde bulunanların bu ülkenin birlik ve bütünlüğüne hayırlı bir yaklaşım içinde olmadıkları ortada.
Farklı diller konuşan halklara karşı yürütülen bastırma, yok sayma gibi uygulamaların birçok durumda bölünmenin asıl tahrik edici unsurunu oluşturduğunu,çok dilli ve çokkültürlü ülkelerin ayrımcı siyasetler yüzünden parçalanmış, büyük acılar çekmiş olduğunu biliyoruz.
Kürtçe konusuna gelince: Kürtçe bitişiğimizdeki Kuzey Irak’ta yani Kürdistan’da resmi dil.
Üstelik o Kürtler, Türkiye Kürtleriyle akrabalar. Türkiye Kürtlerinin çocuklarının bir kısmı Kürdistan’daki üniversitelerde Kürtçe eğitim görüyor. Bu açıdan net bir statü söz konusu.
Türkiye Cumhuriyeti’ne egemen olan anlayış, onlara yıllarca dillerini unutturmak için aşırı baskılar uyguladı. Bunlar devlet politikası olarak belgelere geçti. “Zoraki asimilasyon” olarak tanımladığımız insan haklarına aykırı siyaset hiç ara vermeksizin sürdürüldü. Buna rağmen Kürtçe yok olmadı. Son 25 yıllık “düşük yoğunluklu savaş” süreci içinde Kürtler, kültürel kimliklerini korumak için çok büyük acılara katlandılar.
***
Önce “yok” dediğimiz,adını bile kesinlikle duymak istemediğimiz,adını anana ceza verebildiğimiz bir halk vardı. 30 bin insanın yaşamını yitirmesinin ardından bu halkın varlığı kabul edildi. Sonra bu halkın dilinin olmadığı iddia edildi. Şimdi bu da aşıldı. Şu andaki direniş, “onların bir tane dilleri yok ki” noktasından, “devletin onlara dillerini öğrenmeleri için imkan sağlaması,bölünmenin başlangıcı anlamına gelir” gibi klişeler etrafında gerçekleşiyor.
Kürtler, anadillerini öğrenmekten vazgeçmeyecekler. Bu konuda eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti aktif ve öncü bir rol üstlenirse, bu halkın devletle olan bağları daha sağlıklı, daha uyumlu hale gelir.