'Kürt sorununa barışçı çözüm!'

-
Aa
+
a
a
a

4 Mart 2008Radikal Gazetesi

'Kürt sorununa barışçı çözüm' ibaresi geçmiş yıllara kıyasla çok daha sık tekrarlanır oldu. Bazılarının dediği gibi bunun nesnel bir 'moment'i yakalandı ve onun için mi böyle; yoksa herkes bu olaydan çok bıktı da, 'nesnel moment' olsun olmasın, kendi öznel dileğini mi söylüyor? Bunların hangisinin geçerli olduğuna karar vermek zor, ama ikincisinin söz konusu olması bile bir şey, bir 'gelişme'. Dediğim bu sesler, 'medya'da çıkıyor. Öte yandan, aynı medyada, ağzı köpürerek 'harekât' anlatan, 'ceset sayısı' veren, 'Niye çekiliyoruz?' diye hiddetlenen, haberini silah, bomba efektlerinden oluşan bir 'fon müziği' eşliğinde veren bir dolu insan var. Şimdi, nerede, hangi noktadayız? 'Barışçı çözüm' atmosferi mi bu? Kimileri de, neredeyse meydan okur gibi soruyor: "Neymiş bu 'barışçı' çözüm? Anlatın bakalım!" gibi bir eda. Oysa 'barışçı çözüm' için bir dizi öneri ortaya atılacaksa, bunun 'barışçı çözümden yana' bir ortamda yapılması gerekir. Şu anda onun, bunun, berikinin kafasında bir 'çözüm paketi' var da, fırsat bulup açıklayamamıştı; şimdi birileri sordu diye 'paket'i çıkarıp masaya koyacak... Böyle bir şey yok. Daha doğrusu, 'barışçı çözüm' denince ilk akla gelecek genel ilkeler elbette biliniyor, biliniyor ve dile getiriliyor: 'Dil hakları' deniyor, 'yerelleşme' talepleri var, son zamanlarda bir de 'kurucu ulus' kavramı ortaya çıktı. Ama bunlar hepsi çok genel. 'Çözüm' demek, 'İşleyen bir sistem kurmak' demek; bu, dünya kadar ayrıntı gerektiren bir şey. Oysa biz bunların yanına yaklaşmış falan değiliz şu anda. Yaklaşmamanın sorumluluğu da falan ya da filan bireyde değil, ortamda. 'Barışçı çözüm'ün sadece sabah akşam sövgü bombardımanına tutulan bir kesimin ağzından çıktığı bir ortamda, hangi ayrıntıya girilir? 'Çözüm'ün gerçekçi, olabilir (feasible) matrisleri tartışma içinde çıkar, biçimlenir. Şimdiye kadar bir 'tartışma' görmedik, çünkü 'tartışmanın tarafı'nı görmedik. Ve görüp görmeyeceğimizi şimdi de bilmiyoruz. Hükümetler, dünyada, böyle işlerde 'taraf' sayılır, ama bizde durum epey farklı olduğu için, masada oturacak bir hükümetin biraz 'dekoratif' mahiyet taşıyacağını tahmin edebiliriz. Geçenlerde Başbakan resmi olmayan bir toplantıda, onun 'kamuya açık' kısmında, Kürt dilinin çalışılmasına dair bir öneriye cevap verdi. Ne dedi? Doğdum doğalı işittiğim, "Sonra Gürcüler de, Lazlar da [bunların tam kimler olacağı önemli değildir ve konuşanın aklına gelme sırasına göre değişir, ama böyle bir liste hemen ve mutlaka yapılır] isterse ne olacak?" dedi. Bu başlangıçla, 'barışçı çözüm' üstüne bir görüşme, bir tartışma, gündeme gelebilir mi? Ama bu ülkede her şeyin bir yüzü, bir de içyüzü var. Başbakan bu sözü orada oturan Kürtlere mi söyledi, yoksa böyle odalarda hiç görünmeyen birilerine, yani sorunun, masanın bu tarafında oturan asıl 'taraf'ına mı söyledi? Kısacası, insanların oturup ciddiyetle 'barışçı çözüm' üzerine konuşması için, böyle bir 'konuşma'nın meşru olduğuna ve istendiğine dair bazı işaretler görülmesi gerek. Buradaki masanın iki tarafındaki sandalyelere kimin oturacağını bilmiyoruz daha. Oturmayan birilerinin 'Oturanlar ne derse desin, bizim dediğimiz olur' diye plan kurduğu bir ortamda, 'Haydi, cebinizden çıkarın şu 'barışçı çözümü' de, neymiş görelim' edasıyla konuşmanın bir anlamı yok- daha doğrusu, var!