Beyrut… Kırık dökük bir hayat. Başlangıç en azından böyle. Arap sesinin, Arap şiirinin, Arap müziğinin büyüklüğünü kim yadsıyabilir? Üzerindeki her türlü yıkıma rağmen bugün de süt gibi besleyici bir kültür, bir Arap için. Eski zamanlarda şehirlerin dış kapısına asılan levhalar, Hz. Muhammed'in lanetlediği şiirler, bugün de ölümsüzdür.
Çöl insanı, elini kulağına atınca, çölün öbür yakasında yankılanacak bir ses düşlemiştir. Yalnızca duyurmak değildir derdi, hissettirmelidir de duygusunu. Herkesin hayali gibi. İşte bu seslerdir gırtlağı ulusal gırtlak, duyguyu yerel duygu, sesi güncel bir enstrüman, geçişli ve kullanışlı bir araç haline getiren.
Feyruz, Ümmü Gülsüm, Arap müziğinin tanrıçasına öykünerek şarkı söylermiş çocukluğunda. Komşunun radyosundan duyduğu türküleri evde söylüyordu. Ailesinin, radyo satın alma gücü yoktu. Radyo, yoksullar için o zamanlar sihirli bir düştü. Feyruz, komşularının radyosundan yayılan şarkıları dinlemek için zamanının çoğunu pencere kenarında geçirirdi. O zamanların meşhur Mısırlı şarkıcıları olan Ümmü Gülsüm, Leyla Murad ve Asmahan'ın şarkılarını söylemekten zevk alırdı.
Babasının, çocuklarının eğitimi için bir kenarda biriktirdiği para sayesinde okula gidebildi. 1947'de, bir okul partisinde onu dinleyen ve Lübnan Konservatuarı'nda öğretmenlik yapan Muhammed Fleifel yeni bir ses keşfettiğini hissetti. O sırada Lübnan radyo istasyonunda ulusal ilahiler söyleyebilecek yeni yetenekler araştırıyordu Fleifel. Feyruz'un gırtlağında gizli olan altuni yankılanmaları duyduktan sonra konservatuara gitmesi için ısrarcı olur. Aynı zamanda Feyruz'a 'tajwid' olarak bilinen klasik Arapça tonunda Kuran'dan ayetler okumayı öğretir.
Sesinin parlaklığı, yumuşaklığı, renk tonları o kadar geniş bir içerik taşıyor ki... Yoksul, kara kuru kız, okul partilerinde şarkı söyledi, sevimli, canlı, hep güleç ve hep sıcak.
Fleifel, yakın çevresine Feyruz tarafından seslendirilen bazı parçaları takdim ederken, Lübnan Radyo İstasyonu Müzik Dairesi Başkanı Halim al-Rumi kayıt odasında tesadüfen Feyruz'un sesini duyar. O sırada al-Rumi çalmakta olduğu ud’unu bırakarak, bu hemen sesin sahibini görmek istediğini söyler. Programdan sonra al- Rumi'nin odasına utangaç, zayıf bir kız gelir. Al Rumi, kendisine radyoda şarkı söylemeyi isteyip istemediğini sorar önce. Ve ardından ilahiler dışında bir şeyler söylemesini rica eder. Bunun üzerine Feyruz dönemin ünlü seslerinden Farid al-Atrash'tan Ya Zahratan Fi Khayali ile Asmahan'dan Mavval'i söyler. Tipik doğulu ama aynı zamanda batı tarzını da çok iyi sunabilen esneklikteki sesi al-Rumi'yi derinden etkiler. |
"Radyoda söylemeyi arzu ediyordum" diyor Feyruz; "bana ayda 100 pound alacağımı söylediler. Bu benim için büyük bir miktardı. Fakat ay sonu geldiğinde, vergi kesintileri yüzünden cebimi 100 pound ile doldurabilecek kadar şanslı değildim."
Radyo istasyonuna gitmeyi yasaklayan babasını ikna etmek için epey uğraşır Feyruz. Ama sonunda başarır. Ancak, babası radyo istasyonuna giderken annesi, erkek kardeşi Joseph'in de Feyruz'a eşlik etmesini şart koşar.
Halim al-Rumi tarafından bestelenen ve sözlerini Michael Awadh'in yazdığı ilk şarkısı söyle başlıyordu Feyruz'un: ...seni takip etmek için yüreğimi terkettim / fakat alevler içinde ulaştığı yer / senin sevginin uzağı oldu... İkinci şarkısı ise 'Bir sihir ve güzellik atmosferinde' Mısır lehçesiyle yazılmıştı. Keşfettiği yeteneğin oldukça heyecanlandırdığı al-Rumi Feyruz'u, asıl mesleği polislik olan ve gözü yukarılarda olan bestekar 'Assi Rahbani ile tanıştırdı. Bestekar Assi Rahbani, Feyruz'daki yeteneğin biraz daha açığa çıkması sağlar.
Beyrut, giderek büyümekte olan, tangolar ve rumba çalmak üzere denizaşırı ülkelerden gelen müzik grupları için de bir çekim merkeziydi artık. Beyrut'ta Arjantin'den gelen Eduardo Bianco grubu ile birlikte sahneyi paylaşır Feyruz.... O zamana kadar doğu müziğinde hiç denenmemiş bir şeydi bu. Bu aynı zamanda 'Arap müziğinde dans-şarkı' tarzının başlangıç tarihi olarak kabul edilir.
Feyruz'u kariyer sahibi yapan bu dönüm noktası niteliğindeki şarkı melankolik bir parçaydı: "Beni suçlamaya devam ediyorsun / ve yeterince kabahatim var / bedenim ağır yükün altında kurudu / ve sen / gitmek istediğini söylüyorsun / lütfen git / yüreğim acı çekmeye alıştı... Bu parçayla birlikte Feyruz, bir anda Arap dünyasında adından söz ettirmeye başlar. Şarkının bu kadar başarılı olmasının bir nedeni de parçanın 12 Kasım 1952'de kayıt yapıldığı yer olan Şam radyo istasyonun donanımın mükemmelliğiydi.
Hayranları genç sanatçıyı Yola veya Fatat al-Jabal (Dağ kızı) olarak tanıyorlardı. Al-Rumi sahne ismi olarak Şehrazad ya da "Feyruz"u önerince, ilkin bunun bir şaka olduğunu düşündüyse de daha sonra Feyruz ismini kabul etti. Asıl adı olan Nouhat'ı belki ailesi bile unuttu sonradan.
İkinci Dünya Savaşı bitmiş, dünya bir nefeslik olsun ara vermiş savaşmaya. Saldırgan, azgın faşizm inine tıkılmış bir süre.
Ümmü Gülsüm, Arap müziğinin doruğuyken, kara kız şarkı söylüyor. Şarkıları dönemin havasını yansıtıyor. Sesinde alışılana göre daha az acı var, görece bir neşe, hayata bağlılık... Ama işte ulusal kültürün mayasında var olan tutkulu aşk, karşılıksız aşk, Kudüs'e, Beyrut'a aşk, vazgeçilmezleri olmuş daima. Şarkıları bütün bir kültürün mayasını yeniden kabartıyor, Feyruz şarkı söylüyor. Büyüdükçe sesinin etkileyici güzelliği bütün Arap coğrafyasına yayılıyor.
Asıl Feyruz'un Feyruz oluşunu sağlayan adam, aşkı olan bestekar Assi Rahbani. Assi'nin küçük kardeşi şair Mansur Rahbani de Feyruz'un söz yazarı. İşte büyük müzik tasarımı. O da dönemi gereği hazcı, daha çok o ses var öncelikle. Ama geleneksel Arap ruhu, karşılıksız aşkı, terkedilmenin acısını, aşkın aşkınlığını biliyor, Feyruz, çok geçmeden hazzı da kırıyor.
Mezarı başında evladıyla konuşan bir annenin sesi. Genç yaşta yitirdiği evladına acılarını anlatan bir anne... Acı, bitmişlik duygusuyla değil, gündelik bir tad gibi yansıyor, ama acı sonuçta. Şarkı bir kent üzerine. Şarkıda hem geçmiş var, hem şimdi. Aslında, şarkıda değil seste, hem geçmiş var hem şimdi. Sesin yumuşaklığı tüm zamanları içine alacak kadar, sesin cömertliği, her şeyi anlayacak biçimde, sesin renkleri herkesi kuşatacak çeşitlilikte.
Tam da Beyrut gibi bir ses. Köy yoksulları, her yakadan kuşatmışlar Beyrut'u. Yalnızca köy yoksulları mı, dünyanın etnik huzursuzları, savaştan kaçıp gelmiş Beyrut'a. Mahalle mahalle dağılmışlar. Dünyanın en işlek limanlarından birinde, "ne iş olsa yapıyorlar". Halklar kenti Beyrut'ta kimse kışkırtmadıkça, barış içinde yaşayıp gidiyorlar. Birbirlerine seslerini, renklerini katarak. Evlerine döndüklerinde açtıkları radyodan, terk ettikleri sılalarının şarkılarıyla avunuyorlar: Yazın bittiği her yerde söylenir / söylenmeyen şeyler kalır geriye / ve sonra hiçbir şey olmamış gibi / ağır, usul bir hazırlık başla / uykuya benzer yeni bir mevsime...
Herkes birleşiyor Feyruz'da. Her kültürün kendini bulduğu ses Feyruz. Daha çok pastoral türkülerle tanınıyor. Benzeterek anlatmalı, Sabahat Akkiraz, "Sarı çiçek sarartıyor dağları" diye başlayınca... Arkası leyli leyli... Ben ölürüm ağlama... Ya habibi ağlama... Ya leyli leyli, derdi güzel ağlama... O yoksul göçmen, ruhunu, terkettiği sılasına göçürerek avunuyor. Ruhunu bulduğu duygulara gidiyor o seslerle. Müzik de din gibi bir bakıma, ruhun afyonu, şu kalpsiz dünyada acıyla inleyen ruhun ninnisi çoğu zaman. |
Göçebe için müzik, ekmek-su değerinde. Ev değerinde; çünkü ruhun da bir barınağa gereksinimi var. Feyruz, işte o sesi veriyor Lübnan'a, sonra tüm Araplara. Yoksul ana-babasının yanında iki yaşındayken geldiği Beyrut'ta, komşusunun radyosundan kulağına ulaşan şarkıları evde söyleyerek büyümüştü. Raslantı onu Assi ve Mansur Rahbani kardeşlerle buluşturana kadar, hiçbiriydi. Assi, önce sesine, sonra kendisine aşık oldu. Assi ile Temmuz 1954'te evlenip sesi bütün Lübnan'a, oradan tüm Arap dünyasına yayılınca, Araplar, tarihlerinin en sorunlu yıllarında duygularını bu sesin içinde canlanırken bulmuş olmalılar ki, onu hep sevdiler. Arap olmayanlar da sevdi, Lübnan'ı ortak vatan bilenler...
Arap sanat ve kültür dünyasına girişi asıl olarak, evlendikten bir yıl sonra, 1955 yazında eşi ile eserlerini Mısır radyosunda seslendirmek üzere Kahire'ye davet edilmesiyle olur... Dönemin Arap dünyasının tiyatro, sinema ve müziğinin merkezi olan Kahire'de beş ay kalır. Feyruz, Kahire'de dönemin tanınan yıldızlarıyla tanışır. Mısırlı bestekarlar Feyruz'dan kendileri için şarkı söylemesini ister. Film yapımcılarının tekliflerini ise kibarca geri çevirir.
Kahire'den döndükten sonra Beyrut'ta, Roma tapınağında hayatının en önemli konserini verir. İşte burada Feyruz sakin ve kadife sesiyle Lübnan Ya Akhdar Hilo parçasını söyler. Binlerce izleyici kendinden geçer ve Feyruz bu konserini 'sihirli bir an' olarak tanımlar.
Feyruz ilerleyen yıllarda, tanrının ses'e insanların içinde hayat bulmasını emrettiğini söyleyen "Al-Baalbakiyya" (Baalbeck Kadını)... İyi yürekli bir perinin düşman gruplar arasında barışı sağlamasını konu alan "Jisr al-Qamar" (Ayin Köprüsü).... Ülkesini yeniden kurmanın mücadelesini veren ve kurtuluşu için savaşan bir 17'nci yüzyıl prensinin öyküsünü anlatan "Ayyam Fakhreddin" (Fahreddin'in Günleri) gibi unutulmaz eserlere imza atar.
Arap dünyasının en yaratıcı şairleri artık O'nun sesinden yorumlanmak üzere şiirler bestelemek için yarışıyorlardı. 800'den fazla eseri seslendiren Feyruz'a şiir yazanlar arasında Omar Abu Risha, Qablan Mkarzil, Nizar Qabbani, Michel Trad, Sa'id 'Aql ve Joseph Harb gibi Arap coğrafyasının en ünlü şairleri bulunmaktadır.
1955'ten bu yana, tam 49 yıldır, durmadan söylüyor. Ortadoğu'da, Filistin'de hiç eksilmeyen bir gerilimin ortasında, genç ölümlerin yanıbaşında, bitmeyen zulümkâr bir savaşın ortasında barış için şarkı söyleyen Feyruz'un sesinde Filistin davasının her türlü titreşimleri de var. Geçen yıl Paris'te verdiği konser sırasında, 'yine de, bir gün Filistin halkının özgürlüğünü, çocukların doyasıya gülüşünü göreceğim' demişti... Uzun bir tarihin düşüydü belki de...
Geleneksel Arap müziği ile Batının sentezini amaçladığı bestelerinde, ödün vermediği yanı, Arap yanı oldu her zaman. Çünkü mazlum bir ulusun sesini taşımak, ruhunun boyun borcu olmalı ki, sanat çizgisi hep açık ve netti. Politik bir çizgi değildi bu, olması gerekmiyordu zaten, ama her dilin, her sesin, yetiştirdiği insanlara yüklediği bir boyun borcu vardı, bunu onurla taşıdı.
Lübnan'da iç savaş çıktığında ülkesini terk etmedi. Beyrut yakınlarındaki Antilias köyünde evine bir bomba düşmüş, evi büyük hasar görmüş, portakal bahçesi harap olmuştu. Terk edebilirdi Beyrut'u, artık yoksul değildi; göçmen Araplar'da şimdi moda deyimle, Arap diasporası güçlüydü, dünyanın neresine gitse, el üstünde tutulurdu, bir adım öteye gitmedi. Ama gitmeyişi, herhangi bir gruba bağlığından değildi, o her zaman kendi topraklarında şarkı söyleyen bir kadın, bir anneydi. Oğlunun Filistin hareketine katıldığı söylenir. Kocası, hocası, ilk aşkı Assi ile arasının Filistin davası yüzünden açıldığı da rivayettir, 80'lerin sonunda tümüyle ilişkilerinin koptuğu ise bilinir. Ama bunlar oğlu ile (Filistin ile) kocası arasında (ün, şan temsili belki) bir seçim midir, bilemiyoruz.
1990 başlarında birlikte çalıştığı Zeki Nazif ve Muhammed Muhsin'le yaptığı Arap cazı, Arap müziğinde sürdürdüğü Batı biçimlerini ustaca içselleştirdiği çalışmalar oldu. Algı seçicidir derler; Feyruz'un Batı formlarından seçtikleri ise dramatik yapıları en güçlü olanlar, belli bir melankoli taşıyanlar. Belki de Endülüs kapısından Batıya bizzat Arapların gönderdikleri seslerin değişime uğramış biçimlerini yeniden alıp seslendirmesidir bunlar. Saksafon, Arap gecesinde de merhametsiz dünyanın damlarının üstüne gözyaşı gibi düşürebiliyor notalarını. Tıpkı siyahların çaldığı gibi. Aynı sahnede NİNA SİMONE da söylemişti; 1998'de Bekaa'da verdiği konserle, ölümsüz sesini ve Bekaa'yı dünyaya bir kez daha hatırlattı. Şarkısını Filistin halkıyla birlikte söyledi: Kudüs'e dönerken çanlar çalacak / Caddelerden geçiyorum / Eski Kudüs caddelerinden / Filistin'de... / Ve caddelerde yürüdüm / Eski Kudüs caddelerinde / Kapıcı ile sırdaş olduk / Hüzünlü gözleri kenti içinde / Toprak vardı ve de eller / O eller... / Evler... |
Dindar bir ailede yetişen ve asıl isteği öğretmen olmak olan Feyruz'u tanıyanların çoğu, onun dünyevi işlerle pek alakadar olmadığını söylerler. Hatta kimi zaman kayıt stüdyosunda dahi yere diz çökerek dua okuduğu anlatılır. Ve hala yaşamakta olduğu Beyrut yakınlarındaki Antilias köyü kilisesinde her pazar günü köy halkıyla birlikte şarkılar söyler...
Sabahları O'nun sesi ile uyanan Arap dünyası, geceleri Om Kalsum ile gecenin derinliklerine dalar. Feyruz şarkı söylemeye başlar ve bütün Arap Yarımadası susar işte..
Buenos Aires'ten Kudüs'e kadar dünyanın hemen her yerinde unutulmaz konserler vermiş, ayakta alkışlanmıştı. Madalyalar almış, adına hatıra pulları basılmıştı. Ama binlerce kişilik bir halk korosu ile söylediği şarkıların tadı, onda başka bir anlam taşıyor olmalı ki, sesinin biçimlendiği topraklarda buldu tüm mutluluğu. Şu anda özgürlük yürüyüşünde olan bir halkın mutluluğu gibi olmalı onun şarkıları.
Feyruz da bütün şarkılarında aynı şarkıyı söyledi, tutkulu bütün müzisyenlerin söylediği şarkıyı: Er geç şarkılar kazanacak...