big-picture.tv'nin izniyle yayınlanmaktadır.
Danny Schechter, medyadaki tekelleşmenin habercilik ve haber analizlerinin çeşitliliği ve derinliği üzerine olan etkilerini anlatıyor.
5 Mayıs 2004
New York City, ABD
Rupert Murdoch'un İngiliz basınına yönelik saldırısı uzun vadeli bir projedir. Çok eskiye dayanıyor. Fleet Street'teki (çn: Londra'da basın kuruluşlarının merkezlerinin yer aldığı cadde) sendikaların parçalanmasına, bunların Wapping'e taşınıp kalenin dışında kalmalarına, sendikaların yok edilmesine enformasyon alanında bir çarpışma ortamının yaratılmasına madden dahil olmuştur. Murdoch basını uzun bir süre muhafazakârları destekledi. Ancak daha sonra bunun hitap ettikleri kitlenin çoğunluğu için popüler olmadığını fark ettiler; böylece konumlarını değiştirip erkenden Tony Blair'le anlaşma yaptılar. Blair, ilk kez başbakan seçilmeden önce Avustralya'ya News Corporation'la özel bir toplantı yapmaya gitti. Esas olarak gerçek krala, Kral Rupert'a olan bağlılığını sundu. Bundan sonra Murdoch basını Blair'i destekledi ve Blair seçimi kazandı. Bazı konularda fikir birliği sağlanmıştı. Ancak bu, her konuda anlaştıkları ve tamamen aynı tarafta yer aldıkları anlamına gelmez. Sonunda Murdoch'un kendi çıkarlarını ilerletmek için ideolojik olarak pragmatik olduğu ortaya çıktı. Ayrıca İşçi Partisi'nin veya namı diğer "Yeni İşçi Partisi"nin Murdoch gibi bir Basın Baronuna eşlik edecek veya ortak olarak tarihi ilkeleri bağlamında ilkesizleşeceğini de göstermiştir. Tabii eğer isterseniz böyle melun ittifaklarınız olur.
İngiltere'de basın daha politiktir, çünkü gazeteler Amerikan gazetelerine göre daha politiktir. Amerika'da "haber sektörü" (new biz) ile "şov sektörü" (show biz)" arasında bir tür birleşme gerçekleşiyor. Haberlerin sunum şekline ve haberlerle ilgili bilgilere gittikçe daha çok eğlence unsuru sızıyor. Sonuç olarak apolitikleşme yaşıyoruz. Amerika'da siyaset kişilerden ibaret hale gelirken, İngiltere'de siyaset partilerden ibarettir. Amerika'da siyaset bir at yarışı - bir yarışmadır. Amerika'da televizyon reklamlarına çok fazla siyasi bütçe harcanır. İngiltere'de buna izin verilmez. Seçim kampanyası Amerika'ya göre daha kısadır. Burada Mayıs ayındayız ve ABD Başkanlık yarışı için yapılan yoğun propaganda ve harcanan yüksek paralar nedeniyle çoktan Ekim'deymiş gibi hissediyoruz. Bu sene siyasete harcanacak para bir milyar doları bulacak!
Bu nedenle medyadan söz etmeden siyasetten söz edemezsiniz ve siyasetten söz etmeden medya hakkında konuşamazsınız. Bazı hikâyelerin nasıl haber olduğunu ve neden o şekilde ele alınması gerektiğini, başkalarının da neden haber olmadığını anlamalısınız. Örneğin İngiltere'de Kitle İmha Silahları konusu var. Clare Short istifa ettiğinde "onurlu aldatma" dan söz etti, aldatmanın devam ettiğini de kabul etti. Bu, Alistair Campbell sayesinde gösterildiği gibi sistematik bir olaydı. Daha sonra Hutton Raporu ve BBC'yle ilgili tüm o tartışmalar oldu. Bunların hepsi medyanın nasıl fazla politik hale nasıl geldiğini gösteriyor. İngiltere'de gazetecilerin çoğunluğu hükümetin doğruyu söylemediği varsayımında bulunuyor. Bu çok rahatsız edici bir durum, özellikle de "biz gerçeği söylüyoruz ancak insanlar hâlâ soru soruyor" diyen bir hükümet için. Amerika'da durum tam tersi, hükümetin doğruyu söylediği varsayılıyor gibi görünüyor. Yani İngiltere'dekine kıyasla daha az muhalif bir basın var. İngiltere'deki muhalif basının büyük çoğunluğu sıklıkla bulvar gazetesi formatında olup sansasyoneldir ve skandalleri, kişisel eksiklikleri ve kamu liderlerinin hatalarını araştırır. Bu tür konuları büyük haber yaparlar - örneğin Buckingham Sarayı'na gazeteci olarak giren ve Kraliçe hakkında casusluk yaparken yakalanan kişi. Bu, büyük puntolarla ve geniş detayla yapılan haberciliktir. Bazen çok önemsizdir, ara sıra daha derin konulara girerler.
Demokrasinin (güya) bulunduğu Birleşik Devletler'de medyaya anayasal bir koruma verilmiştir. İlk madde medyayı kontrol etmek amacıyla hiçbir kanunun geçirilemeyeceğini garanti eder. Bunun asıl nedeni bu ülkeyi kuran insanların iktidarı izleyen bir güce ihtiyaç duyulduğuna inanmasıydı. Bir kontrol ve denge sistemi sunan dördüncü bir güce ihtiyaç vardı. Canlı bir demokrasiyi - münazara ve tartışma demokrasisini teşvik etme ve günün haberlerini verme sorumluluğu bulunan bir medyaya ihtiyacımız vardı. Ve burada en başından itibaren çok canlı - ve ayrıca çok da dik başlı da bir medyamız oldu.
Medya gittikçe çok fazla kendi mülkiyetine konsantre oluyor. Daha az sayıda insan medyaya sahip ve onu kontrol ediyor. Bir çok kanalımız ve sesimiz olsa da çok az gerçek seçeneğimiz var çünkü ortak bir perspektif var. Cardiff Üniversitesi, BBC'nin ana haber kuşaklarında yapılan haber yayınları hakkında bir araştırma yaptı. BBC'nin Blair hükümetinin savaş hakkındaki tavrına, kamuoyunun BBC savaşa karşı çıkıyor algılamasına kıyasla, çok daha sadık olduğunu buldular. Yayında bunu yapan bazı sesler var ama günlük olarak yönetime karşı çok fazla mücadele yok. Birleşik Devletler'de durum daha da kötü. Savaş sırasında, 800 uzman canlı yayına çıktı ve sadece 6 tanesi savaşa karşı çıktı. Televizyonda 1763 canlı yayında, %71 savaş taraftarı ve %3'ü savaş karşıtıydı (geri kalanlar kararsızdı).
Böylece her ne kadar kendilerini böyle tanımlamasalar da, temel olarak işleri yürüten bir propaganda sistemimiz var. Tabii bu kadar kaba bir şekilde değil. Eski Rus Sovyet bürokrasisi üyelerinin televizyona çıkıp "Yoldaşlarım, bu Parti'nin istediğidir" dediği gibi de değil. Karşılıklı münazara ve tartışma şeklinde oluyormuş gibi gözüküyor. Böylece, sağcı bir Cumhuriyetçiyle sağcı bir Demokratı canlı yayında görürsünüz ve şöyle derler "görüyorsunuz bizim iki farklı görüş açımız var". Ancak çok yakından baktığınızda aralarındaki fikir birliğinin fikir ayrılığından çok daha fazla olduğunu görürsünüz.
Burada, Birleşik Devletler'de objektif bakış açısı iddiamız var, sanki medyamız politikanın üzerinde - özel çıkarların ve kendi özel ajandalarının ötesindeymiş gibi. Ve tabii ki insanlar bunun doğru olmadığını fark ediyorlar. Kendi çıkarlarını düşünen ve kendilerini siyasete bir şekilde bağlamış az sayıda şirketin mülkiyeti ve kontrolünde olan medyanın bize iyi hizmet vermediği ve özünde kendi çıkarlarını koruduğu duygusuna yol açıyor.
Sağ kanatta bu "liberal medya" olarak algılanıyor. Bir şekilde medyanın birçok Amerikalının çıkarına karşı hareket ettiği ve çok liberal bir ajandasının bulunduğu fikrine sahipler. Sol kanattan ise, bunun kapitalist bir ajanda olduğunu, yani politik küremize hükmeden elitlerin çıkarlarını yansıtan, yukarıdan aşağıya kendini düşünen bir ajandasının olduğunu görüyoruz. Bunlardan başka bir de benimde katıldığım bir başka görüş daha var, biz bir "Medyokrasi" içerisinde yaşıyoruz. Medyamız seçimle başa gelenlerden daha güçlü. Medya gerçekte politik gündemi belirliyor ve seçilenlerin çoğu zamanlarının çoğunu canlı yayında yer alabilmek için gelirlerini artırmak amacıyla harcadıkları için, medyayı eleştirirken ve medyayı sorgularken çok gerginler .
Birçok insan medyadan mutsuz olsa da (en azından anketlere göre) hâlâ onu izliyorlar. Böylece bu çelişki ortaya çıkıyor. İnsanlar şikâyet ediyor ancak ona bağımlılar. Ve bazen dünyayı görüşümüzü nasıl etkilediğini fark etmiyorlar. Haber programları, halkla ilişkiler programları, güncel haber programları ve talk show programları dikkatimizi sınırlı sayıda olaya odaklıyor. Bu konular daha sonra -tekrarlandıkları ve yinelendikleri için- genellikle (ama her zaman değil) toplumumuzdaki tartışmaları belirliyor.
"Bir dakika durun, medya gerçekte çok olumsuz bir rol oynuyor. Demokrasimizi desteklemek ve onu daha canlı kılmak yerine demokrasimizi baltalıyor. Değişimin önünde statükonun bir temsilcisi veya aracı olarak duruyor." diyen insanlar var. Bununla ilgili çeşitli komplo teorileri var ancak bu argüman için bir çok kanıt da var. Genellikle medyadan sorumlu insanların Amerikan halkının çıkarlarını iyi temsil etmediğine dair bir duygu var. Örneğin, seçim yılında Amerikan halkına gider ve "en çok neye önem verirsin" diye sorarsınız, sağlık, iş, adalet veya başka bir sürü konudan birini söyleyebilirler. Ve sonra haberlerimizde gerçekte neyin haber yapıldığını görürsünüz; o konular - insanların en çok önem verdiklerini söyledikleri konular, çoğunlukla en az haber yapılan konulardır. Yani haberlerimizin piyasa odaklı olduğu fikri - ve "biz halka istediğini veriyoruz" ifadesi - doğru değildir. Medya ürünlerinin gerçek içeriğine bakarsanız birçok insanın istediğini belirttiği şeyden çok farklıdır. Peki ne görüyorlarsa onu mu seyredecekler? Tabii ki evet. Oldukça ayartıcı ve çok etkileyici olan çok iyi paketlenmiş sunum şekillerimiz var. Bizim medyamız ticaret odaklı bir medyadır, ticari çıkarlar onu yönlendirmektedir.
Özetle, medya sadece bir şikâyet sebebi olmaktan çıkıp başlı başına bir sorun haline gelmiştir. Dünyanın her yerinde insanları rahatsız etmektedir. İngiltere'de Hutton Raporu'na bakın; orada çok büyük bir öfke var ve BBC hakkında büyük tartışmalara yol açtı. Şimdiye kadar hiçbir zaman konu olmayan bir şey gündeme geldi. Amerika'da Federal İletişim Komisyonu (FCC) kurallarının değişmesi söz konusu olduğunda üç milyondan fazla insan Kongre'de tüm yılın en büyük olayı olan bu konuya katıldı. Bu medyanın ve medya meselesinin önemli olduğunu kanıtlıyor.
Çeviren: Evren Dağlıoğlu
Danny Schechter, Media Channel'ın kurucusu ve baş editörü, Globalvision, Inc.'ın kurucusu ve baş yapımcısıdır. "Media Wars", "The More You Watch, The Less You Know", and "News Dissector: Passions, Pieces, and Polemics."kitaplarının yazarı ve ödüllü bir gazetecidir.
Açık Radyo'da 3 Kasım 2005 Perşembe günü Açık Radyo'da Büyük Resim adlı programda, big-picture.tv'nin izniyle yayınlanmıştır.