Derbi maçı sonrası, TRT kameralarına yansıyan görüntülerde, bir başkanın ajite hali, maç sonrasında basına verdiği demeçte ayyuka çıkıyor. Kendisine edilen küfürleri vesile ederek, başkan olarak tansiyonu düşürmek yerine iyice yükseltiyor. Ve tüm ara lig maçlarını atlayarak, hemen ikinci yarı oynanacak derbinin Kadıköy organizasyonunu yapıyor.
Ne kadar bize has bir ruh hali. Artık her Fenerbahçe-Galatasaray derbisi sonrasında, mağlup takımın yöneticisi, oyuncusu, taraftarı ''Bunun bir de Kadıköy'ü var, Sami Yen'i var'' yollu kastı aşan ifadelerle şiddetin teorik zeminini inşa ediyorlar.
Zaten, yeni zamanların tribünleri iyiden iyiye maç izlemekten çok, ''öteki''ne dünyanın kaç bucak olduğunu gösterme mekânlarına dönüştü. Sadece ''skor'' yönünden de değil, üstelik. Şeref tribünlerinden soyunma odalarına kadar yayılan satıhta, organize bir biçimde, mücadeleyi tüm stadyuma yayarak... Hoş, durum öyle bir raddeye gelmiştir ki; Fenerbahçe kendi "cumhuriyeti''ni ilan ederken, cumhuriyet önüne getirilen her rakamdan "kıllanan" ahalinin Fenerli olanları, konu Fenerbahçe olunca, keyiften başka bir şey hissetmiyor.
Ondan sonra, futbolcular ellerinde ''şiddete kırmız kart'' pankartlarıyla sahaya çıkıyor. Slogan, Avrupa'da bir ara çok yoğun şekilde yürütülen ''Show Racism the Red Card'' (Irkçılığa kırmızı kart) kampanyasından alınmış. Güzel! Peki acaba, pratiği muadili kadar sert bir şekilde uygulanabilecek mi? Göreceğiz. Ama, ''şiddet'' gibi kavramı ortaya atıp, kavramın sadece ''fiziksel'' olanının muhataplarını yüzeye çıkartan ve onların üstünde tepinen bir kampanyadan nasıl bir medet umulabilir ki! Ya, ''söylemsel şiddet, psikolojik şiddet''. Her derbi maçlarında ''şeref'' tribünlerinde yaşananlar? Ve o derbi maçları öncesinde, bazı yöneticilerin de dahil olduğu bilinen, ''öteki'' takımı ve taraftarı ''kurban'' ayinlerinin muhattabı kılanlar... Demek ki, kavrama kırmızı kart gösterildiği kadar, o işin taraflarına da kart göstermek gerekir.
Fenerbahçe Kulübü Başkanı, merdiven boşluklarını ve küfürü - haklı olarak- gerekçe göstererek, tribünlerde ''terör ve şiddet''in bitmeyeceğini, alınan kararların uygulanmadığını söylüyor. Lakin, hemen peşinden ikinci yarıdaki Kadıköy maçına gönderme yaparak kurduğu cümleler, ''futboldaki şiddet''in psikolojik arka planını göstermesi açısından son derece manidar. Başkan'a, o meşhur ''6-0''lık maçta Galatasaray Başkanı'nın her golü alkışlamasını (bayağı bir yorulmuştu herhalde) ve maçın sonundaki tebrik mesajlarını hatırlatmak gerekir. Saracoğlu tribünlerinin merdivenleri çok mu boştu, ''öteki'' taraftara ve sahadaki futbolcuya çok mu fazla muhabbet gösterilmişti, sanki?
Galatasaray yöneticisi Fatih Gökşen de çıkıp, "kimseye bedava bilet verilmemiştir" diyor. El insaf, manzara ortada. Ne yani, o zaman, merdivenlere de mi bilet kestiniz? Bir Allah'ın kulu da çıkıp, ''Yahu, bunca insanın, acil durum halinde, stattan tahliyesini sağlamak için, tribünde boşluk bırakmak şart'' yollu akil laf etmiyor. Merdivenleri boşaltmak için, şiddeti önlemek için ille de, kampanya mı beklemek gerekiyor?
Ya Federasyon'a, ya medyaya ya da UEFA'ya mı gerek var maçınızı izlemeye gelmiş binlerce insanın güvenliğini sağlamak için? Merdivenleri tamamen dolu tribünlerden, insanları çıkartmak için geliştirilecek metot hakikaten çok önemli, hatta literatüre bile geçer, o yüzden bu kadar merak ediyoruz. Sinema yangını da ortada. Bu kaçıncı ''kilitli acil çıkış kapısı'', ''kapalı yangın merdiveni'' hikâyesi. Hakikaten, galiba ''Burası Türkiye, buradan çıkış yok!''
17 Aralık 2004 tarihinde Birgün'de yayınlanmıştır.
(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)