7 Aralık 2009Hürriyet Gazetesi
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi bugün Kopenhag'da başlıyor. Türkiye'nin belirlediği politikayı merak ediyordum.
Bunun için 12 Kasım'da “Kopenhag'a giden yolda iklim değişikliği, küresel tehditler ve düşük karbon refahı” adlı konferansa katılmıştım. Bakın neler öğrendim.Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonu Başkanı Halük Özdalga'nın nazik daveti üzerine gittiğim uluslararası katılımlı konferanstan çok yararlandım. Bir kaç yıl öncesine kadar bu konuda Türk uzman parmakla sayılacak kadar azken şimdi koca bir salona sığamadığımızı gördüm. Daha da önemlisi karar verici bürokratlar, kanun koyucu milletvekilleri, akademisyenler ve gazetecilerin bir araya gelebilmiş olması da bizim için alışık olmadığımız bir durum. Ayrıca Avrupalı parlamenterler ve uzmanların da bu konferansta olması kendi çalıp kendi oynar durumundan çıkmakta olduğumuzu gösteriyor.SORUNLA YÜZLEŞELİMAdnan Menderes Üniversitesi'nden Doç.Dr. Etem Karakaya'yı dinlemek için fırsatım olmadı. Ama “Kopenhag'a giden yol: Kyoto sonrası müzakereleri ve Türkiye için adil bir anlaşma yaklaşımı” şeklindeki konuşmasının başlığı herşeyi özetliyordu. Evet, bütün problem “adil bir anlaşma” şeklinde özetlenebilir. Dünya ve Türkiye için adil bir anlaşma nedir ve nasıl yapılmalıdır? Aslında küresel iklim değişikliği reddedilemez bir etik sorundur ve bununla yüzleşmek zorundayız. Bu da, sorumluluk, mesuliyet ve politik, ekonomik veya tümüyle bireysel hareketler (kimisine göre doğru olup başkasına göre yanlış olan) arasındaki farklarla ilgili zor sorular sormak demektir. Küresel iklim değişimi probleminin bir etik sorun olarak aşağıdaki nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır:Kişi başına düşen sera gazı emisyonları dünyada ulustan ulasa çok büyük farklılıklar göstermektedir.Artan sera gazlarının gelecekteki maliyeti ve faydaları dünya genelinde çok farklı bir şekilde dağılacak.Sera gazlarını kararlı bir halde sabit tutmak istiyorsak, küresel sera gazı emisyonlarının toplamında yüzde 60 oranında azaltmamız gerekir.Dünya nüfusunun bu yüzyılda yüzde 50'den fazla artması bekleniyor.Atmosferin sera etkisini sabitlemek ve emisyonları eşit bir şekilde dağıtmak istersek gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen emisyon miktarı önemli miktarda azaltılmalı.GÜLEREK DİNLEDİLERBu durumda Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sedat Kadıoğlu'nun konuşmasında vurguladığı gibi “Türkiye'de kişi başına düşen sera gazları emisyonları gelişmiş ülkelere oranla düşük ama OECD ülkesiyiz ve Avrupa Birliği'ne adayız.” Diğer bir deyişle, “Türkiye'nin durumu karışık.” Bu durumda da Türkiye'nin Kopenhang politikası “Bugünkü pozisyonumuzu muhafaza etmek” yani “emisyon indirmek için hiçbir şey yapmamak” şeklinde özetlenmekte.Müsteşar Yardımcımız konuşmasını yaparken tepkilerini anlamak için sürekli olarak yabancı konuklarımıza baktım. İsveç Çevre Bakanlığı'ndan bir yetkilinin “Türkiye'nin özel şartları var, emisyon azaltamayacağız ama finansal ve teknolojik desteklerden yararlanmak istiyoruz” dememize gülümsüyordu. Yani Türkiye özel durumunu etiksel ilkelere göre doğru dürüst belirleyip açıklayamadığı için “vermeden almak” isteyen bir ülke görüntüsü oluşturuyor.Özetle Türkiye durumunu etik ilkelere göre daha iyi açıklayıp anlatamazsa, uluslararası toplum tarafından desteklemez ve bu konudaki faaliyetlerimiz adaletsiz bulunabilir. Türkiye de eninde sonunda iklimi koruma çabalarında uluslararası toplumun saygın bir üyesi olacaktır. Bu durumda Türkiye'nin iklim değişikliği politikası, “kervan yolda düzülür” misali diğer ülkelerin tutum ve davranışlarına göre adım adım belirlenecektir.