Time dergisinin Kopenhag zirvesinin hemen öncesinde çıkan son sayısında kuşkucuların şahı* Danimarkalı istatistikçi Bjorn Lomborg’un ibret verici bir makalesi yayınlandı. Kopenhag sürecinin iklim değişikliğinin çözümündeki rolünü küçümseyenlerin ve Kyoto-Kopenhag hattını eleştiren bir mücadele tarzı benimseyenlerin bu yazıyı mutlaka okuması gerekiyor. Lomborg, “Kopenhag’ın ötesi” başlıklı yazısında, Kopenhag’dan hiçbir sonuç çıkmamasının, neden sonra önemsiyormuş gibi yapmaya başladığı iklim değişikliğini gerçekten durdurmak için bir şans olacağını söylüyor. Lomborg’un tezleri, nasıl bir eşikte olduğumuzu anlamak için son derece faydalı.
Kopenhag’a doğru yola çıkmadan hemen önce Kopenhag’ın son şans olup olmadığı yolundaki görüş ve eleştirileri tekrar değerlendirmeye çalışırken bu yazıdan oldukça yararlandığımı söyleyebilirim. Evet, zirve başlarken Kopenhag’ın önemi üzerinde hala uzun uzun tartışmamız gerekiyor, çünkü bugün dünyada Kopenhag’ın önemli bir mücadele zemini olduğunu düşünenler kadar bu tür anlaşma mekanizmalarına güvenmeyen, Kyoto’nun yarattığı hayal kırıklığının da etkisiyle Kopenhag’dan bütün umudunu kesen ya da Kopenhag’ı sadece taktik nedenlerle önemsiyormuş gibi davranan büyük bir çoğunluk var. Ama iklim değişikliğinden kaygı duyan bu iyi niyetli çoğunluğun yanı sıra bir de Lomborg’un temsil ettiği etkili bir kesim var.
İklim değişikliğine karşı mücadelenin sistemi kabul edilemez ölçüde sarsacağını düşünen ve olası bir anlaşmayı engellemeye çalışan bu iki yüzlü cephenin içinde Amerikan Kongresi üyelerinden çeşitli çıkar çevreleri için çalışan lobicilere, sadece kendi pozisyonu için mücadele eden ulusal çıkar savunucusu bürokratlardan petrol şirketi sözcülerine kadar çeşitli kesimlerden insanlar bulunuyor. Son zamanlarda Time, Newsweek gibi dergilerde sayfalar doldurmaya başlayan Bjorn Lomborg, bu kesimin sözcülüğüne soyunmuş durumda. Lomnborg, bunu iklim değişikliğini durdurmak için en büyük çabayı o ve onun gibiler gösteriyormuş gibi yaparak kabul edilir bir hale sokmaya çalışıyor ve ikiyüzlülüğün dozunu arttırıyor.
Ben Kopenhag’dan çıkacak sonucun çok şeyi değiştireceğine, hatta Kopenhag şansının kullanılmamasının ölümcül sonuçlar doğuracağına inananlardanım. Ama bu Kyoto-Kopenhag sürecinin açmazlarına gözlerimizi yummamız gerektiği anlamına gelmiyor. Bu nedenle öncelikle Kopenhag’a antikapitalist bakış açısıyla yapılan başlıca eleştiriyi önemsediğimi söylemeliyim. Karbon ticaretinin iklim değişikliğine karşı mücadeleyi mayınladığı fikrine katılıyorum. Kopenhag’dan çıkacak en olumlu sonucun bile uygulama aşamasında karbon ticareti mekanizmalarıyla sulandırılması, hatta başarısızlığa uğratılması büyük bir olasılık. Kopenhag gibi hükümetler (ve şirketler) arası iklim müzakereleri, karbon üzerinden para kazanacak çıkar çevreleri tarafından da yönlendiriliyor ve bunlar bu işlerden kazandıkları paraların kendileri için değil, insanlık için olduğuna inanmamızı bekliyorlar. Elbette buna inanacak kadar aptal değiliz. Karbon ticareti ve iklim politikaları üzerinden şirketlerin karlarını arttırmayı amaçlayan diğer mekanizmalar sadece politik ve ahlaki olarak yanlış değil, aynı zamanda etkisiz, hatta ters etkiye sahip olduğu için de yanlış. Bunu ayrıntılarıyla bir başka yazıda tartışabiliriz.
Ama Kopenhag’ın karbon ticaretinden ibaret olduğu fikri de yanlış ve üstelik tehlikeli de. Çünkü Kopenhag’dan çıkacak sonuç, alınan kararın nasıl uygulanacağından çok bu sonuç sayesinde alınacak dönemecin ne olacağı açısından önemli. İstediğimiz hedeflere yaklaşılması halinde mücadelemizin nasıl şekil değiştireceğini hep birlikte görürüz. Kopenhag’ın neden son şans olabileceğini böyle anlamaya çalışmak gerekiyor.
Kopenhag son şans olabilir, çünkü en önemli meselemiz hiç zamanımızın kalmamış olması. Mevcut sistem ve anlayışın egemen olduğu her gün bizi iklim değişikliğinde geri dönülmez nokta olan eşiğe yaklaştırıyor. Önceden 21. yüzyıl sonu için verilen vadeler, bilimsel raporlarda giderek geriye çekiliyor. Önceden 2050 için yapılan tahminler artık 2030 için yapılıyor. Örneğin dünyanın en güvenilir iklim bilimcileri iki hafta önce yayınladıkları Kopenhag Tanısı raporunda 2 derecelik kritik ısınma eşiğinin 2030’da aşılması ihtimalinin %25’e çıktığını söylüyorlar. Bu alınacak bir risk değil.
Kopenhag son şans olabilir, çünkü bütün bilim çevreleri gerçekten bir sonuç alabilmek için toplam emisyonların önümüzdeki 40 yıl içinde en az %80 azaltılması konusunda hemfikir. Ama hangi noktaya göre %80? Elbette 1990’a göre… Oysa Kyoto Protokolü sürecinde kimi ülkeler karbon emisyonlarını azaltmış gibi görünseler de bu görünüş aldatıcı. 1990’dan bu yana dünyanın toplam karbon emisyonu %40 artmış durumda. Üstelik artış katlanarak devam ediyor. Kaybedilen her dakika %80 azaltım hedefini gerçekleştirmemizi biraz daha imkansız hale getiriyor. En kısa zamanda karbon emisyonlarının zirve yapması ve düşüşe geçmesi gerekiyor.
Kopenhag son şans olabilir, çünkü iklim değişikliği ile mücadelenin temel mantığı sarsılırsa geri dönüş olamayabilir. Bugün çözümü engellemeye çalışanlar öncelikle Rio’da belirlenen ilkelerin ortadan kalkması için uğraşıyor. Bjorn Lomborg’un temel tezlerinden biri de bu. Lomborg ,iklim değişikliğiyle “ahlaki duruş” yoluyla mücadele edilemeyeceğini söylüyor. Bunun tercümesi “küresel adaleti boş verin” demektir. “Önce ve en çok Batı ülkeleri önlem almalı ve tarihsel sorumluluğunun gereğini yapmalı” ilkesi yıkılmak isteniyor. Bunu Çin’i bahane ederek yapmaya çoktan başladılar. Eğer Kopenhag süreci çökerse Rio’nun en önemli kazanımı olan küresel adalet ilkesi ortadan kalkabilir. Endüstrileşmiş ülkelerin küresel adaletin eksene alınmasını istememesinin nedeni çok açık. Bu ilke geçerli olduğu sürece Çin ile ABD’yi eşit oranda suçlu olarak gösteremeyecekler ve bu ilkeyi kabul ettikleri sürece yoksul ülkelerin zararlarını finanse etmekten kaçamayacaklar. Kopenhag’da süren Kuzey-Güney savaşının en önemli unsuru bu. Zengin ülkeler için bu savaşı kazanmanın en kolay yolu savaş meydanını ortadan kaldırmak olacak. Kopenhag çökerse bundan en büyük kârı yine ABD ve AB sağlayacak.
Bjorn Lomborg’un Rio-Kyoto-Kopenhag yolu dediği şeye olan itirazının diğer bir nedeni emisyonları azaltmak için alınacak önlemlerin maliyetinin iklim değişikliğinin vereceği zarardan daha yüksek olduğu iddiası. Küresel sıcaklığın 6 derece artması ihtimalinin nasıl ekonomik dile tercüme edilip önlemlerin maliyetiyle karşılaştırılabildiği anlaşılır gibi değil. Ama bunlar ciddi ciddi yazılıyor. Üstelik Lomborg’un verdiği rakamlar abartılı. Bu önlemlerin yaratacağı istihdam vb. de tamamen görmezden geliniyor. Zaten Lomborg’un asıl derdinin fosil yakıtlara konacak vergiler nedeniyle petrol ve kömürün fiyatının artması ihtimalinin yarattığı dehşet olduğu açıkça görülüyor. Lomborg bunun yerine yenilenebilir enerjilerin ucuzlamasını ve Ar-Ge yatırılmalarının artırılmasını öneriyor. Yani fosil yakıtlara dokunmayın da ne yaparsanız yapın! Lomborg kömür ve petrol şirketlerinin karlarını ve pazar payını düşürecek hiçbir şeye yanaşılmaması gerektiğini açıkça itiraf ediyor. Bu nokta önemli, çünkü bu Kopenhag zemininin yıkılmasını isteyenlerin asıl amacının kömür ve petrol şirketlerinin zaman kazanmasına hizmet etmek olduğunu kanıtlıyor.
Eğer Kopenhag süreci çökerse, ortada şunlar kalabilir:
- Uluslararası bağlayıcılığı olan anlaşmaların uygulanabilir olmadığı, zaten anlaşmaya da varılamadığı fikri… Böylece ülkeler ellerinden gelen ve canlarının istediği önlemleri alma konusunda serbest bırakılabilirler. O zaman pek çok ülkenin elinden hiç bir şey gelmediğini acı bir şekilde görürüz.
- Emisyon indirimi, azaltma, küresel ısınmayı önleme gibi kavramlardan oluşan negatif dili bırakalım, artık bu tür hedeflerle uğraşmayalım, fotovoltaik, karbon gömme, füzyon gibi yeni teknolojilerden bahsedelim, pozitif konuşalım denmeye başlanabilir. Bu şekilde sadece yeni enerji teknolojilerinin (hatta belki nükleerin bile) pazar payı artacaktır, ama radikal emisyon indirim hedefleri tarih olacağı için fosil yakıt kullanımının azaltılması gerekmeyecek, emisyon artışı daha da hızlanacaktır.
- Küresel adalet ilkesi tarihe gömülebilir. Böylece ortak bir fon oluşturulması ve ülkelerin bu fona tarihsel sorumlulukları ölçüsünde katkı yaparak yoksul ülkelerin zararlarının karşılanması ihtimali de tamamen ortadan kalkabilir. Batı ülkeleri yoksul ülkelere tıpkı AB’nin yaptığı gibi keyiflerine göre “yardımda bulunmaya” başlarlar. Bir de üstüne cömert ve düşünceli olurlar.
Sözün kısası Rio-Kyoto-Kopenhag süreci sona ererse iklim değişikliğini de, bütün sorunları da çözecek bir devrim olması olasılığı ne kadar düşükse, petrol ve kömür şirketleriyle onların kontrolündeki Batı hükümetlerinin bu sayede önemli bir yükten kurtulmaları olasılığı o kadar yüksektir denebilir.
Kyoto kampanyalarımız sırasında sürekli elimizdeki tek anlaşma zeminin bu olduğunu söyledik. Aradan geçen yıllarda hala elimizde bundan daha iyi bir mekanizma yok. Bunu da kaybedersek elimiz boş kalacağız. Ama bütün bunlar Kopenhag’da anlamlı bir anlaşmaya varılamazsa bunun dünyanın sonu olacağı anlamına gelmiyor. Bunun nedeni Kopenhag’ın olağanüstü bir küresel hareketlilik yaratmış olması. Önümüzdeki iki hafta boyunca buradan öyle büyük bir dalga yükselebilir ki, bu dalga dünyayı kendilerinin yarattığını sanan bütün o kibirli şirketleri ve hükümetleri sürükleyebilir. Kopenhag’dan bir sonuç çıkmasa da bu dalga dinmeyecektir. Bunu bir temenni olarak söylemiyorum. Kopenhag’ın en önemli sonucu zaten bu olacak. Masa başında oturarak yeni bir mücadele zemini yaratmak mümkün değil. Eğer herkes Kyoto-Kopenhag süreci konusunda tamamen negatif olsaydı, bugün Kopenhag sokakları boş olurdu. Oysa şimdi Kopenhag, kendi alternatifini de yaratacak. O alternatif Kopenhag’ın ve dünyanın Kopenhag’a paralel bütün sokaklarında doğacak.
Evet, Kopenhag son şans olabilir. Ama zirvede varılacak anlaşma ne olursa olsun, Kopenhag’ın yeni bir başlangıç olma olasılığı çok daha yüksek. Lomborg, Kopenhag çöksün diye dua ederken, aslında en çok bu dalgadan korktuğunu açığa vuruyor. Bugün Lomborg gibilerin ekmeğine yağ sürme zamanı değil. Kopenhag’dan adil bir hedef çıkmasını talep etme ve sokakta olma zamanı.
* Kuşkucular (sceptics), iklim değişikliğinin varlığına veya insan kaynaklı olduğuna inanmayan bir grup yazar ve bilim insanıdır. Az sayıda isimden oluşan bu grubun öncülerinden olan Bjorn Lomborg yıllarca iklim değişikliğini kanıtlayan verileri yalanlamaya çalıştıktan sonra, şimdi iklim değişikliği politikalarının yanlışlığını kanıtlamaya soyunmuş durumda.