27 Eylül 2005L.Doğan Tılıç
Bütün dünyada ilgiyle izlenen bir konferans domates ve yumurta fırlatmalar, küçük çaplı protestolar ve yıllarca tartışılacak vahim bir mahkeme kararının yanı başında gerçekleştirildi. Konferansın yapılması kadar, belli bir çerçevenin dışına çıkmayan protestolar da doğaldı. Ben toplantının sonucundan çok, bu süreçte edilen kimi lafları not etmekten yanayım.
"Tabu"lar ve "milli hassasiyet"lerin ilgi alanına giren konular üniversite ortamlarında bile zor tartışılıyor. Bu konulara ilişkin toplumsal ortak kabuller ve inançlar farklı tezlerin konuşulmasına izin vermiyor. Aslında, geleneksel toplumdan modern toplumlara geçiş süreci bu ortak kabul ve inançların zayıflaması ve o inançlara ters düşüncelerin rahatlıkla kendilerini ifade edebilme süreci olarak yaşanıyor. Sosyolojinin büyük kuramcılarından Durkheim, bütün bireyleri sarıp sarmalayan ve dışına çıkmanın zor olduğu "kolektif vicdanın" eski topluluklara ait bir özellik olduğunu söylerken, Weber de toplumların ilerlemesini bir rasyonalizasyon süreci olarak tanımlıyor. İleri Batı toplumlarında rasyonalizasyonun yasalar haline gelmiş kurallar ve düzenler temeline oturduğunu söylüyor.
Durkheim'i ve Weber'i, belki Marx'tan fazla hazzetmeyen sosyal demokratlarımız için bir şey ifade eder diye anıyorum. Sanıyorum, son Ermeni konferansı konusunda siyasilerin aldıkları tavırları çağdaş toplumların değer ölçüleriyle değerlendirmek mümkün. Bunu yapınca da, ne yazık ki, "sol" adına bir hayal kırıklığı yaşıyorsunuz.
Solun, tabulardan ve milliyetçi baskılardan diğer siyasi eğilimlerden çok daha az etkilenmesi beklenir. Dahası, üniversite özerkliğine ve ifade özgürlüğüne, son Ermeni konferansı bağlamında, birer çağdaş toplum değerleri ve bugünün rasyonaline ait ilkeler olarak, gak guk etmeden, eğip bükmeden sahip çıkmak gerekir. Bu, herkesten önce, solculardan beklenir.
Yeni sol parti kurma hazırlığında olanların ne kadar sol olduklarını görmenin, sosyal demokrat partilerin demokrasiyi ne denli özümsediklerinin bir göstergesi de konferansa karşı takındıkları tavırdı.
Başbakan'ın toplantının durdurulmasına ilişkin mahkeme kararına tepkisini, toplantıda Adalet Partili eski bir bakanın yaptığı konuşmayı ve sosyal demokrat ana muhalefet partisi başkanının sözlerini alt alta yazın. İsimlerini, sıfatlarını silin. Dünyanın herhangi bir ülkesinde kamuoyu araştırması yapıp, bu sözleri söyleyenlerden hangisinin solcu olduğunu sorun. Bakın bakalım, bizim sol parti liderimiz bir tek oy alabiliyor mu?
CHP lideri, konferansı, özgün tarihçilerden oluşmayan, tarihin polemiğini yapan insanların "Türkiye'yi Ermeni tezlerine alıştırma" girişimi olarak değerlendirdi. AP'li Tokat milletvekili hemşerim Cevdet Aykan için ise, konferans Ermeni hemşerilerine vefa borcunu ödemenin bir aracı oldu. "O toplantıda ne işin var" diyen arkadaşlarına karşın konferansa katıldı ve "Tokat'ta 28 binlik nüfusun 8 bin 600'ü Ermeni'ydi. Ermenilerle Müslümanlar iç içe yaşarlardı. Ermenilerin büyük bölümü mallarını ve çocuklarını bırakarak bölgeyi terk etti, birçok Türk, Ermeni kızlarını nikâhına aldı. Tehcirde erkekler gönderildi. Kızlar bir eve toplanarak eşrafa dağıtıldı. Dönemin Tokat mutasarrıfı da bu kızlardan birini aldı, okuttu; çocuk öğretmen oldu" diye konuştu. Vefa borcunu ödedi!
O kızlardan biri benim Nadide Teyzem'di. Niksar'da Gaziahmet İlkokulu'nun hademesiydi. Soğuk kış aylarında, karlı yollardan yürüyüp okula gelirken, üşür altımıza kaçırırdık. Lastik çizmelerimiz içinde buz gibi olmuş ayaklarımız, paçalarımızdan çizmeye akan sidikle ısınırdı. Nadide Teyze, bizi, utanmayalım diye, bize bile göstermeden yıkar, üstümüzü sobanın ateşinde kurutur, ayaklarımızı avuçlarında ısıtırdı. O, Gaziahmet İlkokulu'nun miniminnacık öğrencilerinin hepsinin annesiydi. O günlerde, Teyze'den daha iyi bir insan olabileceğini düşünemezdik bile. Ermeni olduğunu ölümünden sonra öğrendim, çoğu arkadaşım belki hiç bilmedi. Olsun, o, hâlâ minik yüreklerimizin meleği.
Hakkını helal et, Teyze!