16 Ocak 2006Fikret İlkiz
Gazeteci Abdi İpekçi 1 Şubat 1979'da öldürüldü. Yirmi yıl sonra kızı Nüket İzet İpekçi suskunluğunu bozmuştu. 1999 yılı Şubat ayının ilk günü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ndeki (TGC) toplantıda konuşan İpekçi; "Biz birbirini bilen kişiler, belli cinayet günlerinde bir araya toplanıp birbirimize hep bildiğimiz sözleri, duyguları, temennileri tekrarlıyoruz. Ve orada kalakalıyoruz. Bazen kendimizi güçlü kılmak için, öldürttürülmüş ölülerimiz için, karanlığa karşı ıslık çalarcasına "ölümsüzleşti" diyoruz. Bir daha onlara asla sarılamayacağımızı, asla konuşamayacağımızı bile bile "ölümsüzleşti" diyoruz. Benim bu lafa ne dilim ne de gönlüm varıyor..." demişti. Katillerini salıveren onlarla gurur duyan bu coğrafyada; ölümsüzleşen ölülerimizi anmaya devam edeceğiz anlaşılan. Acaba mezar başında yapılan "anmalarda" bile olsa; azalan insan sayımızı arttırırsak ferahlamış mı olacağız? Yıllarca ve inatla birkaç adam vardı Abdi İpekçi mezarının başında. Zaten onlar başından beri hep vardılar. Onlar anmalarda da oldular ve iyi ki hep varlar. Kimler olduğunu yazmak onlara karşı saygısızlık olur. Acaba bu yıl Abdi İpekçi'nin mezarı başına gelecek insan sayısı çoğalacak mı? Çoğalır. Öldürüldüğü sokakta veya başka yerlerde anma yapılacak mı? Yapılır. Bunlar yapılınca ferahlar mıyız? 1999'da TGC'nin düzenlediği "anma" toplantısına kaç kişi gelmişti? "Simgeler ediniyoruz, ölülerimizi nesneleştiriyoruz, ritüeller geliştiriyoruz. Onlara dayanıp ferahlıyoruz, görevlerimizi yerine getirme duyguları yaşıyoruz. Kurşunlanmış, bombalanmış, yakılmış, dövülmüş cesetlerden uzaklaşıyoruz, olaya şıklık, yumuşaklık katıyoruz. Hukuka, adalete ulaşamadıkça bunlara daha fazla sarılıyoruz."Ne kadar aciz, ne kadar çaresiz ve ne kadar azız aslında. Cinayet işleyen güç karşısında ne kadar dağınık, kopuk ve soyut duruyoruz. Katillerin sergiledikleri dayanışmadan, süreklilikten ne kadar da uzaktayız. Onlar her gün, her an yıllardır büyük bir çaba ve dayanışma içindeyken, biz sadece, ölüm yıldönümlerinde ölüm haftalarında bir araya gelip bu meselelerden söz ediyoruz." (Cumhuriyet Dergi. 7.2.1999 - Sayı 672. Sayfa 6-7.) Nüket İzet İpekçi'nin toplantıdaki bu sözlerini kaç kişi anımsıyor? "Katiller kazandı. Biz kaybettik. "Kutlu Olsun.." demişti. "Ey katiller, tetikçiler ve onların işverenleri Yirminci yılınız kutlu olsun. Halen zafer sizindir. Yirmi yıldır biz aşağıdayız, siz yukarıda Yirmi yıldır biz merak ettik, siz merak ettirdiniz, "sır" dediniz. Yirmi yıldır biz kaybettik, hep kaybettik. Siz kazandınız. "Biz, yirmi yıldır süren bir adalet arayışının, kaybedenler tarafındayız. "Adaletimiz utansın!" diyebilirdik belki ama, biz de utanıyoruz fena halde. Ben çok utanıyorum. "Bu durumda kalakaldığım için, bir katkıda bulunamadığım için.(.......................)"Bizleri, milletimizi, vatanımızı sizler temsil ediyorsunuz. Artık oralarda sizlerin adlarıyla anılıyoruz biz milletçe. Örneğin, ben babamı bir yabancıya anlatacak olsam, "Hani sizin bir Papanız var ya, hani onu öldürmeye kalkışan bir adam var ya, işte o adam, o aynı adam, benim babamın olayına bulaşan,onu öldürme işine karışan, baş kişilerden biridir diye başlıyorum,babamı anlatmaya, şıp diye tanıyıveriyorlar: Babamı değil tabii, Papa'yı yaralayan Türk'ü tanıyorlar. "Hep sizsiniz kazanan, en büyük sizsiniz, Katıldığımız duruşmalardaki tahliyelerinizde taraftarlarınız, yandaşlarınız, hemşehrilerinizle üstün olan, baskın olan hep sizdiniz. Siz hep kazandınız. Hem güçlü, hem öfkeliydiniz. Alaycılarınız da vardı aranızda "Bize kızdınız, ne cüretle müdahil olduk diye,sizi rahatsız etmenin ne âlemi var diye, öfkelendiniz bize, size, ailenize sanki birden biz musallat olmuşuz gibi bir duyguya kapıldınız. "Siz öldürdünüz, yurtseverler olarak yurtdışlarına gittiniz Biz mezar başlarına, anma toplantılarına gittik." "Katillerin zaferleri üzerinden 27 yıl geçti. Onlar kazandı... Biz kaybetmedik(mi)? Mezar başlarında, anma toplantılarında, eksilen sayılarımızda, artan kırgınlık ve azalan dostluklarımızda ve kaybolan hayatlarımızda; hep böyle yaşamaya alışmadık mı? Alıştırılmadık mı? Ses çıkarmadık. Yazı(lar) bile kendini tekrarlıyor...Tekrarlanan hayatlarımızda, yaşanan tekrarların acılarıyla baş başa kalmayı seviyoruz...Sözler ve adalet tükeniyor, yok oluyor. Acaba "Hukuk mücadelesi" nerede yapılır?"Kendini tekrarlayan ve hukuk ve hayata dair bir şey üretmeyen bu yazı, bu sorunun yanıtını İpekçi'nin şu sözlerinden aldı: "Mezar başlarında, televizyon stüdyolarında, konferans salonlarında değil; hukuk mücadelesi duruşma salonlarında yapılır...duruşma salonlarında biz aileler ve vekillerimiz ne kadar az, biz ne kadar kısıtlı kalıyoruz. Bunu kaç kişi görebiliyor? Onların planları ve sistemleri karşısında nasıl da elimiz kolumuz bağlı duruyoruz."Cinayet işleyen ve işleten güçlerin dahice canilikleri karşısında yetersiz kalan yasalarla gerçeği aydınlatma çabamız ne kadar hazin bir acizlik görüntüsüne bürünüyor. İşte o anlarda bence, duruşma salonlarındaki adalet kavramlarının tümünün içi teker teker boşalıyor, ortada kalan tek somutluk ise katillerin zaferi oluyor." (Hukuk Mücadelesi Nerede Başlar. Güncel Hukuk Şubat 2005) Yanlış hesapların düzeltildiği hesaplaşmalarla "hukuki" ve adaletli olamazsınız. Eğer "gerekçeli hükümler" bir nebze olsun katillerin zaferlerini çoğaltmaya yarıyorsa; gerekçeli hükümlerin "gerekçeleri" ile "gereği düşünüldü" bölümlerinin yazılmasına katkıları olan yargının tüm aktörleri ya da katillerin zaferlerini çoğaltanlar kimlerse, yargının yargılarından ellerini derhal çekmelidirler. İşte asıl onların yargıdan ellerini çekme zorunluluğu; hukuk ve adaletin yargıya yüklediği vicdani görevin gereğidir. (Fİ/BA)