25 Şubat 2008Radikal Gazetesi
Evet. Kara harekâtı başladı. Hayatı teferruat olarak görenler bayram ilan ettiler yine. Başta büyük gazete olmak üzere medyamızda sevinçli bir telaş görünüyor. 'Karakışta Güneş Doğdu' idi dev sürmanşeti büyük gazetenin. Yollar ve köprülerin imha edildiğini, 30-40 kilometre içeriye girildiğini duyuruyordu. Logosunun hemen yanıbaşında da kara bir kutu içinde 'İlk Gün'?başlığının altında skor belirtiliyordu. '44 terörist öldürüldü.' Altında, '5 asker şehit.' Ana akım medyanın bu nefesimizi tutmuş beklemekte olduğumuz savaşı muştulayışında zorlu bir milli maç 'zaferini' ilan edişindeki fanfarlı üslup okunuyor. Nihayet. Mehmetçik. Bozgun. Kaçacak delik arayan terörist. Hedef. Sıkça kullanılan kelimeler. Bu korkunç tefrika, tirajları hoplatacaktır mutlaka. Her gün kalkar kalkmaz gazeteyi kapıp skora bakmamız gerekiyor besbelli. 44'e 5, ikinci günde 79'a 7 oldu. Ara açıldı. PKK'nın artık Mehmetçik'e yetişmesi imkânsız. Zafer! İnsan hayatının skorlara yazıldığı uğursuz bir dönemden daha geçiyoruz işte. TSK, harekâtın başladığını duyururken gazetecileri de 'can güvenlikleri' için bölgeye girmemeleri için uyarıyordu. Kullanabilecekleri görüntüler kendilerine yollanacaktı. Nitekim TSK tarafından basına dağıtılmış tuhaf Mehmetçik görüntüleriyle karşılaştık ilk günden. Beyaz çarşaflar altında 40 kilo olduğu belirtilen yükleriyle gecede sıra sıra ilerleyen kocaman kuzucuklar gibi. Ellerinde silahları, yüzlerinde kamuflaj boyaları, alınlarına takılı gece gözlükleri, özel botlarıyla kimileri kameraya bakıyor. Kimileri dalgın görünüyor. Irak harekâtından tanıdığımız kakılmış gazetecilerin yerini almaya dünden hevesli basınımız uzaktan kakılmış olmakla yetinecek besbelli. Çünkü TSK, hiçbir zaman tanık sevmedi. Savaş romantizmi konusunda kimselerin eline su dökemeyeceği Ertuğrul Özkök, bayramı duyuruyordu: "Böyle günlerde öfkemi, kızgınlığımı unuturum." 'Savaş başlayınca öfke ve kızgınlığın unutulması' şiarı, yazarın savaşı bayramların bayramı olarak gördüğünün açık kanıtı. Kendisine mübarek olsun diyenlerle dolu medyamızda şaşılası bir durum değil. Nitekim, birçok her şey mubahçı demokrat yazarımızdan, 'toplumsal kalkınma hamleleri ertelenmemeli, her şey savaşla çözülemez, ama inşallah bu harekâttan kârlı çıkacağız' özetli yazılar okuduk. Hükümet yanlılarınca da hayır dualarıyla karşılandı bu savaş. Coşkunun diri tutulabilmesi için Mehmetçik magazini de elbette devreye sokulmuştu. Giydikleri botların özelliklerini, diğer aksesuvarlarının dökümünü öğrendik. Daha ilk günden bu kadar steril, bu kadar muntazam, bu kadar hazırlıklı bir paket olarak bize sunulan harekât işte uzakta çekilmiş aydınlık bir film gibi geriliyordu perdelerimize. Sabah gazetesinin ilk gün manşeti yüz kazırtıcıydı. Dramaturji konusunda fevkalâde hırslı görünen Sabah, 'Yastan Cepheye' diye haykırıyordu. Manşete koskocaman bir komutan gömülmüş, eliyle bir yerleri işaret ediyordu. Kaç insan hayatına, nice acılara, nice şiddete mal olacağı kestirilemeyen savaşın haberi, başkomutan Korgeneral Kalyoncu'nun 15 gün önce eşini kaybetmiş olmasıyla veriliyordu. Hayatımızın drama departmanında her dem geçerli klişe 'Şov mast go on' işbaşında. Karanlıkta kuzucuklar ölmeye ve öldürmeye yürürken başlarındaki komutan da yastan savaşa atıyor adımını. Sabah'a kalırsa, bu savaş, komutanın kişisel dramı. Onun yaralı ruhunun yanına çöküp okumalıyız bu savaşı. Aynı gün, üstünde tepiştiğimiz bir başka konuda da, tesadüf bu ya, beklenen bir adım atılıveriyordu. Cumhurbaşkanı, türban konusundaki değişikliği onayladığını duyurmuştu aynı gün. Kimi savaşsever yazarlar, onu bu güzel ve kutlu günde türban konusunu araya sıkıştırıveren bir fırsatçı olarak kınıyordu. Böylesine saygın basında yazamayan kimi insanlar da belki içlerinden Gül'e soruyordu: "Bir türban serbestisine mi verdin savaş emrini?" Öte yandan, hemen bu kapağın altında siyasi hasımların ve dünyanın bu harekâtı nasıl hak gördüğüne dair bir döküm geliyor. Sözgelimi Murat Yetkin ruhumuza su serpiyor: "Türkiye, hükümeti, Meclis'i, dışişleri, askeriye ve istihbaratı ile PKK ile mücadelede hiç yakalamadığı bir ortamı meydana getirdi. Ankara bugüne dek terörizmle mücadelede uluslararası camiada hissettiği derin yalnızlığı kırabildi." Nitekim, ABD'nin destek sözünün ciddi olduğunun anlaşıldığını da belirtiyor yazarımız. Büyükelçi Wilson haklı çıkmış. Avrupa da 'Türkiye'nin vatandaşlarını koruma ihtiyacını' anlayışla karşılıyor ama Solana, "Bu harekâtın en iyi yanıt olduğunu düşünmüyoruz" demekten de kaçınmıyor. CHP ile MHP zil takmış oynuyor. Yalnız Oktay Ekşi, ekşice bir espritüel vurgulamayla belirtiyor: "Nitekim içeride ve dışarıda herkes kabul ediyor ki (pardon herkes derken galiba Demokratik Toplum Partisi'ni göz ardı etmiş olduk) bu harekât Türkiye'nin kendi huzur ve bütünlüğünü koruması için zorunludur." Evet, parantez içinde hatırlanabilen DTP dışında bu kara harekâtını desteklemeyen kayda değer hiç kimse yokmuş. Dolayısıyla bu savaşı çözüm olarak görmeyenler, hiçbir savaşı hiçbir şeyin çözümü olarak görmeyenler bir kez daha, hele bu kez savaşın uğultusu ile çevrelenmişken, marjinal, gayrimeşru ilan edilmiş oluyor. Teferruat. Uzaktan kakılmışlar tarafından, vatanın birlik ve bütünlüğü söz konusu olduğunda teferruat olduğumuz ilan ediliyor açıkca. Skorlarınıza yansıyan rakamlar, her biri bu topraklardan, her biri benzer yoksunluklardan gelen insanları yansıtıyor. Türk'ün de Kürt'ün de yüreği dağlanıyor. Bu kışkırtıcı dille sonsuza dek sürecek bir savaşın körükçülüğünü yapıyorsunuz. Seni fırsatçı AKP; diyelim mükemmel bir politik maharetle bütün dünyayı yanına aldın. Pekiyi bu harekâtın sonuçlarını, acısını, üreteceği nefreti ve kanı da bölüşebilecek misin dünyayla? Gazetemizin eski yazarı Murat Çelikkan, bianet'e hiç de parlak görünmeyen istikbalimizden dem vurmuş: "Hiçbirimiz bu harekâtın kapsamını ve süresini bilmesek de PKK'nin daha fazla sıkıştırılmasının hem bir ateşkes hem bir silah bırakma olasılığını giderek zayıflattığı söylenebilir. Ümidim o ki bu askeri operasyonun derinleşmesi Türkiye'de çatışma ortamını da derinleştirmez ve şiddetin kırlardan şehirlere yayılmasına neden olmaz. Böyle bir durumda barıştan bahsetmek çok güçleşeceği gibi Türkiye'de barış yanlısı kesimlerin gücünü zayıflatacak, dolayısıyla bu harekâtın Türkiye'de barış umudunu zayıflatacağını söylemek yanlış olmaz. Bu harekâtın bir yönünün de Irak Kürtlerine gözdağı vermek olduğunu kabul etmek lazım. Ancak hava harekâtları gibi bu da ABD'yle uzlaşma olmaksızın Türkiyenin kendi kendine girişeceği bir harekât değil. Dolayısıyla hem ABD-Türkiye arasında, hem de aralarında uzlaşmazlık olduğunu düşünmediğimiz hükümet ve Genelkurmay Başkanlığı arasında -ne tür bir stratejik pazarlık olduğunu bilemiyoruz ama- asgari bir uzlaşma olduğu ortada." Çelikkan, basına da görevini hatırlatıyor: "Bütün bu harekât içinde hem uluslararası sözleşme hem de uluslararası insan hakları belgelerine uyum konusundaki tek bilgi kaynağı ve referans Genelkurmay'dan gelecek açıklamalar. Eğer hepimiz bu psikolojik harekâtın bir parçasıysak, ne olup bittiğine ilişkin farklı kaynaklardan gelecek haberleri de beklememiz lazım." Bugün yine Hrant'layız! Hrant'ın katillerinin yargılanmasının dördüncü duruşmasında da orada, Beşiktaş'ta olacağız. Hrant için! Adalet için! 9.30'da.