Kanlı Ticaret

-
Aa
+
a
a
a

Çetin Altan NEDEN?İnsanların büyük çoğunluğu, olayları güncelliğin dar çerçevesi içinden değerlendiriyor. Dünyada çok az beyin, olaylara zamanın geniş açısı içinden bakabiliyor. İnsanlığın gidişatını en iyi analiz eden, gidiş yönünü en iyi saptayan yazılarıyla Çetin Altan, sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da en parlak aydınlarından biri. Amerika'daki son terör olaylarını ve Afganistan'daki savaşı da çok değişik perspektiflerden değerlendirdi. Usame bin Ladin'in kimliğine, Afganistan'a yapılan son harekâta, silah tacirlerinin elde ettiği kârlara, Amerika'da silah sektörüyle bilgi sektörünün kendi aralarındaki hesaplaşmasına, iletişimdeki hızlı değişimin ulaşıma taşınması halinde globalizmin yeryüzünde nasıl yayılıp dünyadaki yoksulluğun nasıl biteceğine varıncaya kadar, insanlığın yakın geleceğini ilgilendiren birçok gelişmeyi değerlendirdi. Ve, bu gelişmelerin ışığında bu son terör olayının, savaşın analizlerini yaptı. Kırk yıl önce Afganistan'a giden ve bu ülkeyle ilgili bir röportaj yazısı hazırlayan Çetin Altan, Afganistan'da kırk yılda hiçbir şeyin iyiye gitmemiş olmasının nedenlerini, bu ülkedeki Müslüman kimliğin yıllar içinde hangi nedenler sonucunda pekiştiğini anlattı. Bin Ladin silahçılara yarıyor. ABD'de silahçılarla, diğer sektörler çatışacak. Ölürken çok acı bağıran kuğu kuşunun son çığlığı bu. Bağımsızlık kutsal bir sözcük diye sunulur. Bağımsızlık kazanmış ülkeler silah almamış mıdır? Kimlere yaradı bu bağımsızlık hareketleri? Dünyanın bugünkü sorunu terör değil, saydamlık. Saydamlığa ihanet etmek terörden önemli. Saydamlık olsaydı belki terör de olmazdı.Neşe Düzel : Siz kırk yıl önce Afganistan'a gittiniz ve bir röportaj yazdınız. Bugünkü Afganistan'ı da televizyonlardan izliyorsunuz. Kırk yılda bir şeyler değişmiş gibi gözüküyor mu? Çetin Altan : Hayır. Bir milyar 300 milyonluk İslam dünyasında değişim olmuyor. Değişim, üretimle olur. Üretmeyince, yatırım yapmayınca değişim olmaz. Tarım toplumu kalınır. Mesele önce eğitim değil, önce yatırımdır. Ekonomik kalkınma eğitimi zaten geliştirir. N.D.: Afganistan neden geçmiş yüzyıllardan birine takılmış bir halde yaşıyor? Neden bütün dünya değişirken o ülke değişmeden kalıyor? Ç.A.: Bu birilerinin işine yarıyor, birilerinin de işine yaramıyor herhalde. Meselelere kimlerin işine yaramıştır, kimlerin işine yaramamıştır diye bakmak gerekir. Bu değişmezlik bir avanta getiriyor mu, siyasete bir tramplen uzatıyor mu diye bakılmalıdır. Eğer uzatıyorsa, ki uzatıyor, işte o zaman kolayından değişmez hiçbir şey. Altı milyar nüfuslu dünyada 5 milyar yoksul yaşıyor. Bunun analizlerini yapmak lazım. N.D.: O zaman ortaya ne çıkıyor? Ç.A.: Şu çıkıyor. Dünyada bir yılda 900 milyar dolarlık silah üretimi ve ticareti yapılıyor. Sadece Amerika'nınki 400 milyarı, Rusya'nınki de 57 milyar doları buluyor. Eğer 900 milyar dolarlık bir yatırım geri kalmış ülkelere yapılabilmiş olsaydı, yeryüzünde yoksul ülke kalmazdı. Bağımsızlık sözcüğü kutsal bir sözcük olarak sunulur. Bağımsızlık hareketlerinin arkasına bakıldığında ise bağımsızlık kazanmış bu ülkeler silah almamışlar mıdır dışarıdan peki? O zaman kimlerin işine yaramıştır bu bağımsızlık hareketleri? Üstelik bu ülkeler içeride yabancı sermaye istememişlerdir. Peki bunlar silah alırlarken Batı'daki yabancı sermayenin kârını ödememişler midir? Bunun dökümü hiç yapılmadı. Bunların konuşulmasının bile yasak edildiği dönemler oldu. N.D.: Afgan halkının sizde iz bırakan özellikleri nelerdi? Ç.A.:Kadın yoktu. Burjuvazi de kadınsız olmaz. İslam dünyasının toplumları burjuvazisi olmayan toplumlar. Burjuvazi ise gelişmenin kriterini oluşturur. Kendi geçim alanlarını kendi tespit eder, endüstrinin patronu haline gelir. O zaman da köylüler işçi olur. Burjuvazi işçilerin hakkını tam ödemediği için, işçiler bilinçlenir. Sosyal demokrasiler, bütçelerin berraklaşması ortaya çıkar. Teknoloji değişir, hayat değişir. Afganistan bugün bir anlamda İslam'ın çirkin yüzü gibi gözüküyor. Kadınlara zulmediyorlar, insanlara büyük baskılar uyguluyorlar. Terörü destekleyen bir görünümden şikâyetçi olmuyorlar, eroin ticaretinin merkezi kabul ediliyorlar. N.D.: Bu rahatsız edici görünüm Müslümanlığın mı, yoksa Afganlı olmanın yarattığı bir sonuç mu? Ç.A.: Öteki İslam dünyalarının gerçek yüzüne eğilmiş değiliz ki. Biz İslam'ı Ortadoğu gibi görüyoruz. Oysa Akdeniz İslam'ı 200 milyondur. Bir milyar 300 milyonluk İslam'ın asıl ağırlık noktası Orta ve Doğu Asya'dadır. Afganistan, Sovyetler'in egemenliği altına girmemiş bir İslam ülkesi olarak Soğuk Savaş dönemindeki propagandalara koz oldu. Allahsız kömünizme karşı 'yeşil kuşak, İslam hattı' diyerek Amerika biçimlendirdi orayı. Şimdi bir Süpermen gibi her türlü terörü yapabilen New York'ta uçaklara el koyup Amerika'nın genelkurmayını bombalayabilen bir terörist adamı, süper ülke diye bilinen ABD bir türlü yakalayamıyor. Bu yüzden de uçaklar seferber oluyor, en yeni silahlar, deprem bombaları atılıyor, o da yetmiyor NATO ülkeleri devreye giriyor. Peki bu denklem nasıl oluyor? Kim büyüttü bu Bin Ladin'i? Hangi beşikte sallanarak buraya geldi bu çok zengin Suudi ailenin çocuğu? Bunu hiç kimse izlemedi mi şimdiye kadar? Bugünkü politik kadroların halktan gizledikleri, halka açıkladıklarından çok daha fazladır. Eğer yöneticiler halka açıkladıklarından daha fazlasını gizlerlerse, orada halkın çıkarı tartışmalı duruma girer. N.D.: Bu savaşta halktan gizlenen, açıklanandan daha mı fazla? Ç.A.: Çok daha fazla. Bugün bize söylenen gerçeğin ötesinde bir hikâye herhalde bu. Gerçek 50 sene sonra ortaya çıkar. Nasıl Pearl Harbor baskınından Amerikan Başkanı'nın haberinin olduğu çok sonra ortaya çıktıysa. Roosevelt, Amerikan halkını İkinci Dünya Harbi'ne hazırlamak, coşturmak için Japonların baskınına göz yummuş. N.D.: Afganistan'daki Müslüman kimliğin böylesine pekişmesinde, Sovyetler'e karşı orada Müslümanlığı kışkırtan Amerika'nın rolü mü vardı diyorsunuz? Ç.A.: Gayet tabii var. Halk kitlelerine yansımayan bir sürü iş oluyor. Amerika pragmatik olduğu için o günün koşullarına göre kendi çıkarı neyi gerektiriyorsa onu yapar. O günkü koşullar da Sovyetlere'e karşı İslam'ı desteklemekti. Ama pragmatik düşünce kendi çıkarına dönük hareket etmesinin hangi etki ve tepkileri yaratacağının analizini pek yapmaz. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler'e karşı meseleyi, Allahsız komünizm diye koydular. O dönemde Türkiye'de de aynı şeylerin çiçeklenmesi oldu. N.D.: Nasıl oldu? Ç.A.: Bir rastlantı mıdır bizim parlamentonun bir sosyalist kanadının olmaması ama bir mistik kanadının olması. Burada bir başörtülü kadının Amerikan vatandaşı olarak parlamentoya girdiğini gördük ama sen hiç orak çekiçli bir komünist partisi üyesinin parlamentoya girdiğini gördün mü? Yunanistan'da Karamanlis komünistleri serbest bıraktığı sırada bizim militerler, Amerikalı militerlere, 'Biz Türkiye'de Steinbeck, Jack London gibi Amerikalı solcu yazarları bile yasaklıyoruz' diye övünüyorlardı. Demokrasi adına oluyordu bunlar. Sen hiç demokrasinin içinin doldurulmasını kabul eden bir siyasetçiye rastladın mı? Hâlâ bizim Ceza Yasası Mussolini'nin faşist ceza yasasıdır. 159'uncu madde vardır. Ahmet Altan da, Emre Kongar da aynı maddeden yargılanıyor. O maddenin kime uygulanacağı adalet bakanının keyfine kalmıştır. Böyle bir demokrasi olur mu? Bir İslam devleti olduğu için oluyor bu. Kabuk devlet diyorum ben bu oligarşik devletlere. Bu devletlerde düzenlemeler, bürokratik kadroların yaşam şatafatına göre yapılıyor. Onun için de Türkiye'de 370 bin resmi lojman, 150 bin resmi araba vardır. N.D.: Türkiye de mi bir İslam devleti? Ç.A.: Tabii. Derinliğine rakamlarla bakıldığında, Avrupa'dan ziyade Afganistanımsı tarafları da vardır Türkiye'nin. Hâlâ 'onlar, biz' ayırımını aşamadığın zaman Afganistan'a daha yakınsın demektir. Türkiye en çok rüşvetin, kara-paranın yolsuzluğun yaşandığı çürük devletler sıralamasında ilk dördün içine giriyor dünyada. Köylü taburlarının kalabalıklığından ötürü 'Dünyanın en büyük ordusuyum' diyorsun içeriye, ama silahının yüzde 80'ini boyuna dışarıdan alıyorsun. Türkiye 8.5 milyar dolarlık silah alıyor. Bunları rahat konuşamadığın bir yerde demokrasi, parlamenter sistem hep birer etiket olarak kalır, vitrin yapar, imaj gibi gözükür. Bugün başta Amerikalılar olmak üzere Batılı güçler Afganistan'ı bombalıyor. Bu bombadımanın en azından görünür nedeni terörist Bin Ladin'in Afganistan'da bulunması. N.D.: Amerika'daki kulelerin uçak dalışlarıyla yerle bir edilmesi ve Bin Ladin'in varlığı şu anda dünyada en çok kimin işine yarıyor? Ç.A.: Silahçıların işine yaradığı açık ama bu saldırıyı da onlar yapmıştır denemez. Diyelim ki gerçek suçlu Bin Ladin değildi. O zaman Amerika'nın silah sektörü bu kadar olanak sağlamayabilirdi. Kime karşı savaş edilecekti ki. Zaten Bush biraz da silahçıların desteklemesiyle ucu ucuna geldi iktidara. Bin Ladin'in yakalanmamasının sağladığı bir yarar var birilerine. N.D.: Bugünkü savaş sadece Afganistan'la sınırlı kalmayıp, Ortadoğu ülkelerine de yayılacakmış gibi gözüküyor. Gerçekten Müslüman-Hıristiyan çatışması mı yaşanıyor? Ç.A.: Çağdaş uygarlıkla, çağdaş uygarlığın dışında kalanların çatışması gibi yorumlar var. Halbuki daha bir başka açıdan da bakılabilir. Şimdi silahçılara paralar atılıyor ama, Amerika'nın Microsoft gibi başka alanlardaki yeni teknoloji üreticileri, yoksul ülkelerin yavaş yavaş silah alımından vazgeçmelerini, halkın yaşam düzeyini artıracak yatırımlara girişmelerini isterler ki, oralara kendi mallarını satabilsinler. Çünkü üretimi hızla artan bu modern teknoloji kendine yeni pazarlar arıyor. Bunun için de yoksul kitlelerin zenginleşmesi gerekiyor. O zaman demek ki Amerika'nın içinde de silahçılarla, diğer sektörlerin bir çatışması olacaktır. Globalleşme diye bir değişim var. N.D.: Nasıl bir değişim bu? Ç.A.: İnternetle iletişim korkunç ölçüde globalleşti. Ama ulaşım aynı hızda değil daha. Ulaşım çok hızlanacaktır önümüzdeki dönemde. Ulus-devlet, internetteki hızı engelleyemedi. Ulaşımdaki hızı da engelleyemediği vakit, füze trenler okyanusların altından geçmeye başladığı vakit ulus-devlet modelinin lafı olmaz artık. O zaman savaş sanayiine bu paralar verilmeyecektir. Bu artık kuğu kuşunun son çığlığıdır. Kuğu kuşu ölürken çok fena bağırır. Silahçıların da bu kuğu çığlığıdır. Yüz bin kişiyi globalleşmeye karşı diye oradan oraya sevk eden bir kuvvet acaba silah endüstrisi değil midir gibi septik sorular da sorulabilir. N.D.: Acaba Afganistan'daki savaş, çatışmanın taraftarlarının bilincini de aşan tarihi bir role sahip olabilir mi? Ç.A.: Her zaman öyle olur. Fransa Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na general La Fayatte'i gönderdi diye İngiltere Fransız İhtilalini destekledi. İngiltere, 16'ncı Louis'nin kardeşi iktidara gelsin diye çalışırken, başka bir şey oldu ve ulus-devlet modelleri ortaya çıktı. Sonuçlar senin amacını daima aşar. Şimdi yeryüzünde bir değişimin tetiğine basıldı. Yeni düzen ne olacak onu kimse pek bilmiyor, herkes varsayım yapıyor. Bir de terörün çaresi ille de bombardıman mıdır sorusunun tekrar tekrar konuşulması lazım. Eğer gerçekten isteniyorsa, bu terörle mücadele meselesi bu kadar gümbürtü çıkarmadan çözümlenebilir. Saydamlık meselesinde bir yan çizme gözüküyor bugünkü tabloda. Ama bu saydamlık, insanların iradesini aşan bir hızla internetten gelebiliyor. Dünyanın bugünkü sorunu terör gibi gösteriliyor ama... N.D.: Değil mi? Ç.A.: Aslında dünyanın bugünkü sorunu saydamlık. Saydamlığa ihanet etmek, terörden de önemli. İnsanların öğrenme hakkını yok ediyorsun. Saydamlık olsaydı belki de terör olmazdı. Bu teröristlerin kullandıkları silahlar ve yaptıkları harcamalar zaman zaman devlet harcamalarından da büyük gözüküyor. Bu paraların hangi bankalarda olduğu kontrol edilmiyor mu? Bir bakıyorsun, bunların paraları, teröre karşı ayağa kalkan ülkelerin bankalarında. Tabii bir de saydamlık olmayınca siyaset çok avantalı oluyor. Herkes siyasetçi olmaya dönük duruyor. Bir ulus-devlet de ben kurayım , başına geçeyim diyor. 'Sizi kurtardık' diyor. Yaklaşık 208 devlet var dünyada. Kendini kurtarmak isteyen başkasını kurtardığını söylüyor politikada. Zaten siyasetçi kendi çıkarını başkasının çıkarıymış gibi gösteren adam diye tarif edilir. Halka hizmet etme vaadiyle gelip, halkı kendisine hizmet ettiren adamdır politikacının tarifi. Ama ulus devlet modeli aşıldığında siyasetçilik bitecek, bilimcilik, bilimsellik ön plana çıkacak. Bir de petrol tahtından inmeye başladı mı, ki bir gün mutlaka inecek, o zaman silahçılar parayı nereden kazanacak? Bunun değişmesini istemeyenler, globalleşmeyi sanki işçi sınıfına karşı kapitalizmin bir büyük despotizmiymiş gibi düşünüyorlar. N.D.: Peki Türkiye biraz daha enerjik davranarak bütün dünyada yeni ve çağdaş bir Müslümanlığın temsilcisi olabilir mi? Ç.A.: Olması için bir kere ekonomisinin değişmesi ve adam başına düşen 2 bin 500 dolarlık ulusal gelirini artırması lazım. Ancak Türkiye'nin kadroları çok zayıf. Burada insanların mesleği yok. Vali marangozdan üstün sayılıyor. Kapıkulu hâlâ üstün burada. Çağdaş Müslümanlığın böyle bir yapıyla gerçekleşmesi mümkün değil. Ben isterdim ki bir sentez yapabilsin Türkiye. Ama burada bin yıllık Bizans uygarlığıyla da, 1923'ten önceki dönemle de bir bütünleşme olmadı. Bir sentez yapmıyor burası. Türkiye fizyona , erimeye gidiyor. Yunanistan bunu aştı. 21'inci yüzyılın ikinci yarısında daha hızlı bütünleşecek olan dünyada zaten mevcut dillerin yüzde 95'i kaybolacak. Türkçe şimdiden 400 kelimeye düştü. İlk önce dil aşınmaya başlar. N.D.: Ama siz Türkiye'nin yaşadığı en karanlık günlerde bile 'Enseyi karartmayın' diyerek bütün Türkiye'ye neredeyse tek başınıza ümiti aşılıyorsunuz. Peki siz bu inancı nasıl buluyorsunuz? Ç.A.: Türkiye'nin kötüye gitmesi, yönetiminin saydam olmayışıdır. NATO ülkeleri arasında en saydam olmayan yönetim Türkiye'dedir. Ama dış dinamikler burayı kalkındıracak. Siyasetçinin avantaları azaldığında kitlelerin olanakları genişleyecek. Cumhurbaşkanı da saydamlık istiyor. Üç şeyde saydamlık gerekiyor. Bir, son 70 yılda Hazine arazilerini kimler yağmaladı? İki, devlet bankalarından kimler kredi alıp geri dönmedi? Üç, silaha ne kadar para ödendi? Bu silahların miadı ne kadar zamanda doldu? Türkiye'nin kalkınmasını silah alımları mı engelledi diye de sormak gerekir. Bu üç konunun dökümü yapılmadıkça. Türkiye 21'inci yüzyılın diliyle konuşamaz. Kendi kendimizi kandırır, övünürüz. Ama dediğim gibi dış dinamikler burayı kalkındıracak. Enseyi karartmamak gerekir.. İnsanlık kötüye gitmez. Türkiye de gitmez. Neşe Düzel, Radikal Gazetesi 15/10/2001