Paris Jacques Tati’yi kutluyor, modernin en modern eleştirmeni *
“İyi sohbet de kayboldu. Eskiden Parisli sokak çocuğu bisikletiyle yanınızdan geçerken onun ıslık çaldğığnğ duyardınız. Bugün onun bir mopedi var. Artık daha hızlı, iyi güzel ama altındaki motor nedeniyle onun ıslık çaldığı duyulmuyor. Ve kendisi de hiç bir şey görmüyor.” Jacques Tati
Paris Gare de L’est’te yazın bisikletler kiralanıyor, kıvrık didonlu, üstünde oturma odanızın koltuğunda oturur gibi rahat Hollanda tipi bisikletler. Bisikletle hızlı hızlı (rapidité, rapidité) onuncu Arrondisement daki küçük kanalın kenarından aşağı inerken pırıltılı Seine nehrini, Luxembourg bahçesi kenarındaki iki çocuğun boş yoğurt kaseleri sattığı çocuk bit pazarını, yazın sessizliği içinde Rue de Tournon da Jacques Tati sergisini izliyoruz. Orada bir taksi şoförü dünyanın en olağan şeyiymiş gibi tüm sakinliğiyle bir gazeteyi katlayarak ayakkabısına yerleştiriyor. Tati’nin duygudaşı yazar Georges Perec “Sadece bakınız, bakınız bu kadın ve arkasındaki köpek, hayat ne kadar ilginç!” diye sesleniyor. Akşam Champs-Elysées’de Tati’nin “Play Time”ın aydınlatılmış afişi altında kalabalıktan etkilenmiş üç kişi: “Havaalanındaki dublörü gördün mü…” – “Hayır ama havalandırma bdzulduğunda uçağın eridiğini fark ettin mi?” Üçüncüsü ise sürekli olarak parmaklarıyla görünmeyen bir koltuk arkalığını iterek filmdeki ünlü sesi “Pfffft, ffuuit, poff” taklit etmeye uğraşıyor. | Filmlerinde görmeye alıştığımız Mösyö Hulot Amca |
Hız, hız, zaman ne kadar çabuk geçiyor, Kasım ayında Jacque Tati’nin ölümünün yirminci yılı oldu. En önemli filmi olan “Playtime”ın hayal kırıklığına uğratan uğraşmasından yorgun düşerek akciğer ambolisinden ölmüştü.
Paris onu kutluyor, denebilir ki tüm Fransa onu tekrardan keşfediyor, onun seyircinin görmeyi istediği sevimli Mösyö Hulot Amca olduğundan daha fazla olduğunu fark ediyor. Hakkında bir çok kitap yayınlanmış durumda ve Rue de Tournon daki Fransız Mimarlık Enstitüsü’nde Tati’yi zamanının en büyük uygarlık eleştirmeni olarak öven bir sergi var (-dı).
"Hayat ne kadar ilginç!"
En önemlisi, Jacques Tati’nin yaşamının altı yılını, tüm parasını ve sağlığını verdiği ustalık ürünü olan “Playtime” tekrar izlenebiliyor. Beş yıl önce Tati’nin ilk filmi olan “Jour de fête"i restore eden François Edé, "Playtime”ı da Tati’nin arzuladığı biçime soktu. O zamanlar filmi için bir yıl boyunca uğraşarak Bois de Vincennes de 50,000 metreküp beton ve 1200 metrekare cam kullanarak kendi şehri Tativille’i kurduğunda Paris’in batısında yükselecek azametli ve klinik düzeyde arılıktaki büro mahallesi olan “La Defense”ın mucidi olduğu söylenebilir. Bu mimari hiç bir yerde ve her yerde- ister bir hastane, ister bir şirket bekleme salonu veya havaalanı bulunulsun giriş sahnesi kasıtlı olarak dakikalarca açık kalıyor- Tati Hulot’sunu elinde tek bir kağıt parçasıyla her hangi bir bölüm şefiyle buluşmaya gönderiyor. Film Hulot’nun açısından anlatmak istenirse geriye kalan sadece kaybolmak ve aramak, zamanına uyum gösteremeyen birinin çelik ve krom tasarımlardan oluşan bir dünyaya şaşkın bakışı, altmışlı yılların iş ve boş zaman yaşantısının üniform dünyasında oradan oraya sürüklenmesinden başka bir şey değil. Edé, değişik kısaltılmış 35 milimetrelik çekimlerden, daha da beteri gri görünümlü video formatında bulunan görüntülerden yola çıkarak 70 milimetrelik hale getirmiş ve “Playtime”dan büyüleyici bir sinema şöleni yaratmış.
“Sadece bakınız, bakınız bu kadın ve arkasındaki köpek, hayat ne kadar ilginç!” 70 milimetrelik resmin 35 milimetrelik resme göre dört katı büyüklükte bir alanı var: Bu restore edilmiş örneğinde bir çok şeyi ilk kez görüyor ve işitiyoruz. Yeni görünümünde taptaze parlatılmış gibi ışıldayan antrasit gri renkli havaalanı sahnesine her konuk büyük bir giriş yapıyor, tam kelime anlamıyla da. Bu sahne on dört farklı çift ayakkabının konseri, aralarında bulunan sessizlik blokları arasında yürürken sahiplerini karakterize ediyor: generalin ayak vurması, profesörün ayağını sürümesi, enerjik hostesin sivri topuklu adımları.
Sinema salonun karanlığında parlayan perdenin üzerinde sürekli olarak parmaklar görünüyor. Tati bu dev formatı, eş zamanlı olarak ön, orta ve arka planda farklı hikayeler anlatmak için kullanmış. Bir çok şey bir an olduğundan insanlar birbirlerini bu karışıklık koreografisi içinde gag ve incelikler için uyarıyor. Tati’nin “Playtime” ı Albrecht Altdorfer’in “Alexanderschlacht”ın bugüne taşınması olduğu söylenebilir: Altdorfer'de binlerce savaşçı kendisini savaş alanının ortasına atarken, Tati şehir yaşantısının karmakarışık görüntüsünü kendi küçük onurları için sürdüren on binlerin kişisel kavgası olarak gösteriyor. Tati’nin kendisi bir keresinde bu eşzamanlık kurgusunu Kübizm tekniğiyle karşılaştırmış: “1900'de resmedilen boğalar ve Picasso’nun resmettikleri arasında olan fark, Picasso’nun resimlerinde bir boğa olduğunu fark edebilmeniz için iki kere bakmanız gerekiyor.” 1967'de film en sonunda sinemalarda gösterildiğinde Fransızlar ikinci bir kez görmeyi red etmişler, “Playtime” bir hezimete uğramış. Eleştirmenler hikayesi nerede diye kusur ararken seyirciler bizim Hulot nerede diye sormuşlar.
Barselona yeni Kongre Merkezi’ndeki sinema salonunun girişi, Eylül 2002 | Filmin Hulot hikayelerinin bir devamı olmadığı kısaltılmamış yeni şeklinde iyice belirgin, burada elastiki adımlı, şemsiyeli ve sivri pipolu adamın yedi benzeri görüntünün içinde dolanıyor; havaalanında bu beceriksiz dublörlerinden biri şemsiyesini düşürdüğünde ilk kez sessizlik de bozulmuş oluyor. Tati, Hulot’sunu kalabalığın içinde sonsuza kadar yok olmasını istemişti. Film bu baharda Cannes’de gösterildiğinde salt estetik açıdan ulusal bir olay değildi: herkes bunun bir Postmodern öngörüsü olarak onun şehircilik ve boş zaman toplumunun nerelere varacağını nasıl görebilmiş olduğunu tartıştı. Birdenbire “Playtime” 21. yüzyılın bir filmi olarak kabul edildi. “La ville en Tatirama” sergisi bunun bir adım daha ilerisinde. Sergide Tati’nin filmleri kırklı yıllardan yetmişli yıllara kadar |
Don Kişot'a para kalmadı
Tati hayatı boyunca ilerlemenin sınırında durarak hemşehrilerinin coşkuyla salt işlevsel geleceğe artan bir hızla koştuklarına ve Fransa’da “les trente Glorieuses” diye adlandırılan ekonomik mucize döneminin tüketim çılgınlığına seyirci olmuştur.
“Kollarımızı sıvayalım!”, “ Bir gayret daha, sonra hep beraber daha iyi konumda olacağız!” – Enstitü’nün küçük ekranlarında dönemin reklam ve propaganda filmleri yer alıyor ve yanında da Tati’nin ilk filmi “Jour de Fête”ten görüntüler asılı. Bu film 1947'de kırsal bölgede çekildiğinde verimlilik düşüncesi henüz Atlantik ötesi uzaklıktadır. Ancak film içinde film olarak Amerikan hizmet anlayışı uçakla posta dağıtımı olarak görülür. “La où s’arrête la route, le ciel continue” der filmde konuşan kişi, “sokaklar bittiğinde gökyüzü devam eder”.
25 yıl sonra "Traffic" filminde Hulot’nun arabası arızalanır. O yolun üstünde çaresiz bir şekilde tamiratı beklemek zorundayken çok uzakta siyah gökyüzünde Amerikalılar aya iniş yaparlar. Ve hatta onlar ayın üstündeki ilk adımın görüntüsünü aydan dünyaya ulaştırmayı becerirlerken Hulot için Amsterdam’la bir telefon bağlantısını kurmak onun bir Don Quichotte gibi zamanının otomatik değirmenleri sayılabilecek telefonlara karşı verdiği savaşta bir adımdır. Tati aslında Fellini ile birlikte “Don Quichotte” filmi çevirmeyi istemiştir ama bu projesi gerçekleşmemiştir, çünkü “Playtime” filmi çok masraflı olmuştur.
Not: Yukarda yer alan yazı “Kulturchronik” dergisinin 5/2002 sayısında yeniden yer verdiği, Alex Rühle’nin aslında Süddeutsche Zeitung’da yayımlanan yazısından çevrilmiştir. Konu edilen sergi “La ville en Tatirama-Les trente Glorieuses à travers l’objectif de Jacqes Tati" başlığıyla Institut Français d’architecture salonlarında 29 Eylül 2002 tarihine kadar yer almıştır.