İstanbul'dan Geçen Yelken Yıldızları

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

 

Alican Turalı’nın İstanbul Europra Race henüz sonlanmadan evvel söyleşi yaptığı üç yarışçıdan Michel Desjoyeaux’nun teknesi Fonica yarışı birinci olarak tamamladı.

 

 

İstanbul Europa Race 2009 için İstanbul’a gelen dünyanın önemli açık deniz yarışçıları ile sohbet imkânım oldu. Açık Radyo’nun Açık Deniz programlarında Beysun Gökçin ile sık sık adlarını andığımız, özellikle solo (tek kişilik ) dünya turu yarışları sırasında seslerini duyurarak ve yorumlar yaparak, maceralarına dinleyicileri de ortak ettiğimiz, “nasıl oluyor da tek başlarına 90-100 gün hiç bir yere uğramadan yarışabiliyorlar, bunlar normal insanlar mı” diye, biraz da haklarında dedikodu yaptığımız denizcileri yakından tanıyınca bu yazıyı yazmak ihtiyacı hissettim. Hemen söyleyeyim; çok mütevazı, yaptığı işle hiç böbürlenmeyen, çok samimi konuşan ve dost canlısı, sakin insanlar. Denizcilikleri ve tevazuları sanki birbirine paralel gelişmiş.

 

Onlara, yaşamları, yarışçılıkları, korkuları ve birincisi yapılan Istanbul Europa Race ile ilgili düşüncelerini sordum.

 

Kısa bir hatırlatma: İstanbul Europa Race, IMOCA 60 sınıfı teknelerin katıldığı ve Avrupa’nın 4 büyük limanı arasında yapılan, yaklaşık 1 ay süren büyük bir yarış. IMOCA 60 sınıfı tekneler (18.5 metre boy, 5.5 metre en, 30 metre direk, 400-500 m2 yelken alanı), genelde kıtalararası okyanus geçişleri için tasarlanmış (tek veya iki kişilik), çok hafif ve çok hızlı yarış makineleri. İlk defa Ege, Akdeniz ve Atlantik’i biraraya getiren bir parkurda yarıştılar.

 

Kendisiyle söyleşi yaptığım Paprec-Virbac 2 teknesinin kaptanı Jean Pierre Dick’in, Vendée Globe yarışında (tek kişilik dünya turu) altıncılığı, Barcelona World Race’te (iki kişilik dünya turu) birinciliği var. Veolia teknesi kaptanı Roland Jourdain’ın lakabı Bilou, çok sayıda solo ve ekipli dünya turu yarışları var. 2001 yılı Vendée Globe üçüncüsü, 2006 Route du Rhum birincisi. Fonica adlı teknesiyle yarışan Michel Desjoyeaux ise, -nam’ı diğer “Profesör”-, 2008 yılı Vendée Globe yarışı şampiyonu, 84 günle rekoru elinde tutuyor. Mütevazılığı ile öne çıkıyor.

 

 

AT: Tek başınıza yarıştığınızda hiç korktuğunuz oldu mu?

 

 JPD: Bizim de her insan gibi korkularımız var, ama yarışta pek korkacak zamanım olmuyor, çünkü bir hedefim ve rakiplerim var. Yarışa tam konsantre olduğum zaman korku hiç aklıma gelmez. Tabii bazı istisnalar var. Mesela son Vendee Globe yarışında uzun süre başta gittim, 
 Alican Turalı ve Jean Pierre Dick 

Avustralya açıklarında, Hint Okyanusu’nda rüzgar aniden artmaya başladı. Baştaki büyük gennaker yelkenimi indirip daha küçük bir yelkene geçmem gerekiyordu, bir problem çıktı ve yelken inemedi. Hava raporları rüzgâr şiddetinin daha da artacağını söylüyordu. O an gerçekten korktuğumu söyleyebilirim, uzun uğraşlar sonucu yelken indi, ben de rahatladım.

 

AT: Istanbul Europa Race’i ve rotasını nasıl buldunuz?

 

JPD: Çok heyecanlı ve keyifli buldum. Ben çocukken babamın teknesiyle İstanbul’a gelmiştim, hatta Çanakkale Boğazı’na yaklaşırken sert bir hava yemiş ve ana yelkenimizi yırtmıştık. Bu filo ve yarışçıların çoğu ilk defa Ege ve Marmara’yı görüyor. Çok bildikleri sular değil, bu yüzden yarışta herkesin zorlanacağını düşünüyorum. Sponsorlarımız açısından da bu yarış çok önemli, biliyorsunuz bu tekneler çok pahalı ve hepsinin bir sponsoru var. Bu yarış bizim şimdiye kadar hiç uğramadığımız Avrupa ülkeleri ve limanlarına gitmemizi sağlıyor. Sponsorların çoğu Avrupa markaları… Yarış etaplarının, Avrupa’nın önemli limanları arasında olması onları da çok mutlu ediyor, her uğradığımız yerde sponsorum Virbac’ın yerel ortakları, çözüm ortakları ile temasa geçiyor ve marka adına güzel etkinlikler yapıyoruz.

 

 

AT: Yelkeni ve yarışı kimden öğrendin?

 

RJ: 20 yaşımdayken Eric Tabarly’nin kaptanlığında Cote d’Or teknesi ile Whitbread yarışına katıldık. Michel Desjoyeaux ile beraberdik. Denizde geçirdiğimiz 9 ay sonunda insan elbette çok şey öğreniyor ve sonraki hayatı için de bu mesleğe devam edip etmeme kararını çok net veriyor. Ben o dönemde kararımı vermiştim.

 

AT: Verdiğin röportajlar ve yaptığın konuşmalarda çok neşeli ve dışa dönük biri gibi gözüküyorsun. Bu tek kişilik yarışlar, 90 ila 100 gün tek başına kalmak, kimseyi görmemek, karaya ayak basamamak, bütün bunlar sana sıkıcı gelmiyor mu? 

RJ: 7 milyar insan içinde, kendimi 20-30 kişilik mutlu bir azınlığın üyesi olarak görüyorum. Denizde orta yol yoktur, her şey ya çok iyi, ya da kötüdür, bu da aslında hayatı çok basitleştiriyor. Şehir hayatımızdaki gibi her şeyi bir telefon açayım halledeyim gibi bir imkânın yok, bu yalın hal beni çok mutlu ediyor, onun için sıkılmam söz konusu değil.

 

AT: Fransızların tek kişilik yarışlarda çok başarılı olduğu, ama ekipli yarışlarda, biraz kolektivizm isteyen alanlarda başarılı olmadığı söylenir.

 

RJ: Aslında ben de artık ekipli yarışlara daha fazla katılmak istiyorum. IMOCA genel kurulunda İstanbul Europa Race’in ekipli olarak yapılması tartışıldığında bu yönde çok çaba sarfettim.

 

 

AT : Denizden hiç korkmaz mısın?

 

 MD: Eğer korkacak olursam bu mesleği bırakmam lazım. Hiç korkmuyorum desem de yalan söylemiş olurum. Bizim korkularımız biraz farklı; genelde başımıza gelen ve ucuz atlattığımız bir beladan sonra işler normale dönüp, düşününce daha fazla korku basıyor.
Michel Desjoyeaux'un teknesi Fonica yarışta 
 

"Ya o ipi zamanında boşlamasaydım, ya o rüzgâr biraz daha artıp beni de tekneden  savursaydı" gibi analizlere girdiğim zaman çok stres basıyor. Yoksa olay anında korkmam söz konusu değil.

 

AT: Tek kişilik yarışlardaki performansını neye bağlıyorsun?

 

MD: Herkes tek kişilik yarışlarda olağanüstü performans gösterdiğimizi sanıyor, aslında tam tersi... Tek kişilik yarışta her şeyi oldukça kötü yapıyoruz, ne tam olarak düzgün dümen tutabiliyor ne doğru yelken ayarlarını yapabiliyor ne de başarılı navigasyonlar gerçekleştirebiliyoruz. Çünkü IMOCA 60 teknelerini gördünüz… Bu kadar büyük hacimler ve metrekarelerce yelken alanlarına karşı yalnızca 2 kolumuz var, her şeyi başarmanız imkansız. Yarışı da bu  hataları en az yapan kazanıyor, en başarılı olan değil...

 

AT: Yarışlar sırasında zaman zaman canlılara çarpıyorsunuz, genellikle uyuyan balinalar oluyor bunlar. O sırada neler hissediyorsun?

 

MD: Maalesef  bu benim başıma da geldi. Şu an için bunu önleyecek bir teknoloji mevcut değil. Çeşitli yöntemler deneniyor, ama hiç biri başarılı değil, ben şahsen hangi yöntem bulunacaksa ilk uygulayanlardan biri olacağım. Ancak şunu da itiraf etmem gerekiyor; evet hayvanlara dikkat etmemiz lazım, ama bizim kendi hayvanlarımızı da kollamamız gerekiyor, yani üstünde yol aldığımız tekneleri...

 

AT: Bu yarışın formatını nasıl buldun?

 

MD: Çok güzel buldum. Vendee Globe yarışları 4 yılda bir yapılıyor. Bu teknelerin de  maliyetleri oldukça yüksek. Gerek sponsorlar, gerekse biz yarışçılar için sık sık  müsabakaya katılmak önemli. Ayrıca herkes yalnızca tek kişilik yarışlara katıldığımızı sanıyor, bu doğru değil. Tabii solo yarışlar 4 ve 2 sene aralıklarla yapılıyor ve prestij katsayıları çok yüksek. Bunun dışında kalan zamanlarda katıldığımız yarışlar genelde ekipli yarışlar. Bu mükemmel IMOCA 60 teknelerini bu defa ekiple kullanacağız ve farklı potansiyellerini göreceğiz. Parkur bizim için çok değişik, genelde yarıştığımız Atlantik’te hava raporları 8 güne kadar güvenilir tahminler veriyor. Ayrıca başınız sıkıştığında kaçabileceğiniz geniş alanlar mevcut. Bu yarışta, alışmadığımız koşullarda kendimizi deneyeceğiz. Hava raporlarının güvenilirliği Akdeniz’de kıyılara yaklaştıkça 2, hatta 1 güne kadar inebiliyor. Onun için bu yarış çok heyecanlı olacak. Ayrıca ilk defa geldiğim İstanbul’un büyüklüğü ve enerjisine hayran kaldım. Gelecek sefer, aramızdan bazılarının korktuğunun tersine, tam da İstanbul Boğazı suları üstünde yarışmak istiyorum.

 

 

Görüşmeler sonunda anladım ki, hepsi son derece normal insanlar. Yelken yarışçılığını meslek olarak seçmişler ve mesleklerini büyük bir ciddiyet ve keyif içinde yapıyorlar. Aslında bize çelişkili gelen iki kavram: Keyif ve ciddiyet bu iş kolunda birbiriyle kaynaşmış, ne mutlu onlara…